Akdeniz'deki Osmanlı şehri Cezayir
Osmanlı Garp Ocakları'nın merkezi Cezayir, dar sokakları, Akdeniz mimarisi ve Osmanlı'dan kalma eserleriyle cazibe merkezi.
Osmanlı Devletinin Garp ocakları ve Akdeniz'deki varlığının en önemli unsurlarından Cezayir, Akdeniz kıyılarındaki muhkem konumu, kent yapısı ve zenginlikleriyle hala önemli bir merkez.
Her köşesinde İslam tarihi ve kültürünün izlerinin görüldüğü Cezayir, Fransız işgali ve sömürge dönemine kadar Osmanlı Devletinin önemli vilayetlerinden biri olarak biliniyor.
Afrika'nın yüz ölçümü bakımından en büyük ülkesi olan ve 40 milyonu aşkın nüfusuyla bölgedeki cazibe merkezlerinden Cezayir'in başkenti Cezayir'de yaklaşık 3 milyon kişi yaşıyor. Akdeniz ve Osmanlı mimarilerinin ahengiyle süslenmiş şehirde genel olarak bir keşmekeş hakim.
Cezayir şehrinin merkezinde bulunan ve Osmanlı dönemindeki önemli yerel yönetimlerden Kasba (Kasaba) semti, kendine has mimarisi ve Osmanlı yapılarıyla tarihin izlerini taşıyor.
Fransız işgali sırasında Osmanlı yapılarının çoğunun tahrip edildiği Kasba'da yeni binalar yapılmış. Yaklaşık 2 bin yıllık tarihe sahip olan, ancak Osmanlı döneminde imar ve iskan edilen Akdeniz'e nazır 105 hektarlık Kasba'da halihazırda 55 bin kişi yaşıyor.
Sahilden bakıldığında küçük, çok sık ve dar bir semt gibi görülmesine rağmen Kasba, yüksek bir tepeye doğru, etrafı surlarla çevrilmiş müstahkem bir bölgede kurulmuş.
Cezayir'in bağımsızlık simgesi olan Keçiova Camisi'nin sahile yakın ihtişamlı yapısının etrafında birleşen, kıvrımlı dar sokaklardan tepeye doğru ilerlerken her köşe başında bir Osmanlı hatırası görmek mümkün. İnce uzun sokaklarda yer alan küçük dükkanlarda, bakırcılar, dericiler dikkati çekerken çini ve fayans işlenen küçük atölyeler de bulunuyor.
Yaşamın devam ettiği, çocukların koşturduğu sokaklara otomobil giremediği için çöpler yük hayvanlarıyla toplanıyor. Kapı ve pencerelerin karşılıklı olduğu sokaklarda mahalle ve esnaf kültürünün yaşatıldığı görülürken birçok yapının bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tuttuğu ve çürümelerin arttığı dikkati çekiyor. Bölgede
Fransızların ara sokaklara inşa ettiği çok katlı binalar hava akımını bozmuş, bu da tarihi binaların tahribatını hızlandırmış. Asgari ücretin 18 bin dinar (yaklaşık 595 TL) olduğu kentte ve sokaklarda yoksulluk göze çarparken ev ve dükkanların da bu nedenle tadil edilemediği ifade ediliyor.
Osmanlı döneminin hatıralarından Dayı Sarayı, Bey Sarayı, Yeniçeri sokağı, deniz kıyısında bulunan Reis Sarayı’na kadar inen eğimli bölgedeki yapıların çoğu bitişik nizam inşa edilmiş. Bu saraylar, Cezayir'e has mimari ve sanatların temsil edildiği ve bunların Osmanlı üslubu ve birikimiyle geliştirildiği yapılar olarak dikkati çekiyor. Mustafa Paşa Sarayı, bugün bu mimari ve sanatların en önemli temsili olarak göze çarpıyor.
- Denize açılan kapılarıyla, mücadelenin bitmediği ülke
Kentin Akdeniz kıyısında denize açılan kapılarıyla Reisler Sarayı tüm ihtişamıyla ziyaretçilerini karşılıyor. Kum taşından inşa edilen, tarihi toplarının hala Akdeniz'e doğrultulduğu sarayda Osmanlı beyleri, dayıları ve kentin idarecileri uzun süre yaşamış. Dışarıdan mütevazı yapısı, içeriden ise ahşap ve çini sanatının incelikleriyle bezenmiş duvar ve tahtalarıyla İslam motiflerinin izlendiği saraylardan Reisler Sarayı'ndaki arşiv merkezinde de şehrin yakın dönem arşiv ve vesikalarına ulaşmak mümkün.
Kasba'da hala eski Türk bey ve paşalarının isimlerinin sokaklara verildiği dikkati çekiyor. Kasba'nın birçok köşesinde Anadolu'da görülebilecek mimari örnekler ve hayratlarla da karşılaşmak mümkün. Sahil kenarında Barbaros Hayreddin Paşa'nın inşa ettirdiği han ve ganimet depolarının hala ayakta olduğu, birçoğunun bakımsızlık nedeniyle restorasyona ihtiyaç duyduğu görülüyor.
Fransız işgalinde özellikle Osmanlı ve İslam eserlerinin sistematik tahribine rağmen şehrin her köşesinde Osmanlı eserine rastlamak mümkün. 300 yılı aşkın Osmanlı döneminde sadece imar ve iskan değil, aynı zamanda birçok sanat ve zanaat kolunun da bölgeye getirilmesiyle çini, ahşap işçiliği, bakırcılık gibi sanatlar Cezayir'in alameti farikalarına dönüşmüş.
Zaman içinde özellik çini ve ahşap sanatında Osmanlı formlarıyla sınırlı kalmayan Cezayirli zanaatkarlar, kullandıkları yeni renk ve motiflerle bu sanatlarda kendi üsluplarını geliştirmiş.
Kentin her köşesinde "milli bir süsleme sanatına" dönüşen çini, binaların iç ve dış süslemelerinden, büyük kavşak ve dükkanlara kadar birçok yerde görülebiliyor.
- "Bölgenin ciddi restorasyona ihtiyacı var"
Osmanlı dönemi denizcilik tarihi konusundaki uzmanlardan Prof. Dr. İdris Bostan, AA muhabirine bugün Kasba olarak bilinen bölgenin aslında Osmanlı şehri olarak gelişen bir yer olduğunu anlattı. Bu bölgede önceden Piri Reis’in eseri "Kitab-ı Bahriye’de" yer aldığı üzere "Kale-i Cezayir" adlı bir şehir olduğunun altını çizen Bostan, bölgenin Osmanlı döneminde gelişimini tamamladığını söyledi.
Bostan, şehir yönetiminin en üst derece olan beylerbeyi seviyesinde olduğunu ve bunun altında eyalet divanı bulunduğunu kaydetti. Bu divanda askerlerin yanı sıra Cezayir eşrafından kişilerin de görev yaptığını hatırlatan Bostan, "Şehir hem bir yönetim merkezi oldu hem de meskun bir mahal olarak bütün Cezayirli denizcilerin Akdeniz'den getirdiği ganimetlerin dağıtıldığı bir liman şehri olarak çok gelişti." dedi.
Bostan, o dönemde Kasba'nın simge bir şehir olduğuna dikkati çekerek, "Bugün biraz harabeye dönüşmeye başlamış ama hala eski mekanların korunduğunu görebiliyoruz." diye konuştu.
Bölgenin çok ciddi bir restorasyona ihtiyacı olduğunu vurgulayan Bostan, bu sayede şehrin eski kimliğini yansıtan bir hale bürünebileceğini kaydetti.
Bostan, Cezayirli denizcilerin pek çok gazaya katıldıklarını, şehre birçok ganimet ve eser getirip zenginliğini artırarak kenti göz kamaştıran bir şekilde geliştirdiğini söyledi. Cezayir şehrinin tarihten bugüne canlılığını koruduğunu vurgulayan Bostan, "Savaşçı ve mücadeleci bir millet olarak Cezayirlilerin Osmanlı yönetiminde, Anadolu'dan gelen Türklerin de karışmasıyla kurup geliştirdikleri renkli bir şehir ve nüfus oluştu." dedi.
Bostan, günümüzde Barbaros Hayrettin Paşa'nın inşa ettirdiği cami gibi birçok eseri bulmanın mümkün olmadığını hatırlatarak bu caminin kitabe ve kalıntılarının İslam Eserleri Müzesi'nde korunduğunu kaydetti. Bostan, "Müzedeki Osmanlıca mezar taşlarından anlaşıldığı kadarıyla şehir vaktiyle adeta Osmanlı şehri haline gelmiş, cami, çeşme kütüphane ve medreseleriyle çok önemli bir merkez olmuş." ifadelerini kullandı.
Cezayir'i sadece tarih ve sanat tarihi açısından değil, coğrafi yapısı, arşivler ve el yazmalarını inceleyerek bir bütün halinde değerlendirmek gerektiğine vurgu yapan Bostan, bölgenin yeniden inşasına katkıda bulunmanın "tarihi bir sorumluluk" olduğunu söyledi.
- 100 binden fazla eser bir müzede
Cezayir'in tarih ve kültür mirasına ev sahipliği yapan, tarih öncesi uygarlıklardan İslam kültürüne kadar birçok eserin sergilendiği Ulusal Antikalar ve İslam Eserleri Müzesi'nde 100 binden fazla eser sergileniyor.
Müzede, 1096-1097 yıllarına ait Camii Kebir'in ahşap minberi gibi nadide parçaların yanı sıra Osmanlı dönemine ait TİKA tarafından restore edilen Keçiova Camisinin orijinal kapısı da bulunuyor.
Müzede Osmanlı dönemine ait cami ve saray kitabeleri de özel bir koruma olmadan sergileniyor. Tarihi sandukalardan, el yazma eserlere ve eski dönemleri yansıtan kıyafet, ziynet, para ve sikke ile savaş aletleri de müzede bulunuyor. Osmanlı döneminde yapılan ve yıkılmış Cenine Sarayı'nın kitabesinden Barbaros Hayreddin Paşa'nın yaptırdığı caminin kitabesine kadar birçok önemli eser açıkta bulunuyor.
Eserlerin birçoğunun açıkta ve önlem olmadan sergilendiği müzeyi gezenler, tarihi eserlere hiçbir engelleme olmadan temas edebiliyor. Yetkililer, eserlerin daha iyi korunması için çalışmaların sürdüğünü ve gereken tedbirlerin alınacağını söylüyor.
AA Ali İhsan Çam