Anasayfa / Antropoloji

Antik DNA'lardan çıkarılan soy ağacı Neolitik toplumların aile ilişkilerine ışık tutuyor

Paris'teki Gurgy mezarlığındaki arkeoloji kazılarından elde edilen DNA verilerini inceleyerek, civardaki diğer DNA verileri ile karşılaştıran çalışma, Neolitik toplumların aile ilişkileri hakkında ipuçları veriyor. İşte Avrupa Neolitik dönemine ait soy ağaçları ve ataerkil aile yapısını gösteren işaretler.

 

C: Elena Plain'in çizimi; Bordeaux Üniversitesi / PACEA'nın izniyle çoğaltılmıştır.

Antik DNA’dan inşa edilen şimdiye kadarki en büyük soy ağacı, 6.700 yıl önce yaşamış insanların ataerkil bir hayat sürdüğünü gösteriyor.

Avcılık ve toplayıcılık yerine çiftçiliğe dayalı Neolitik yaşam tarzı, yaklaşık 12.000 yıl önce Yakın Doğu’da ortaya çıktı ve modern yaşam biçimine derinden katkıda bulundu. Fazladan yiyecek üretmek ve depolamak, Neolitik insanları zenginlik üzerine inşa edilmiş yeni sosyal gelenekler geliştirmeye ve dolayısıyla sosyal hiyerarşiler oluşturmaya yöneltti.

Erken bir yayılım aşamasından sonra ve Batı Avrupa’daki bölgelere ulaştıktan sonra, yerleşik toplumlar daha karmaşık hale geldi ve bu bazen cenaze törenlerine de yansıdı. Günümüz Fransa’sının kuzeyindeki Paris Havzası bölgesi, toplumun “seçkinleri” için inşa edildiği anlaşılan anıtsal mezarlık alanlarıyla tanınıyor. Bu bağlamda, bölgedeki en büyük Neolitik anıtsız mezarlık alanlarından biri olan Gurgy Les Noisats alanı, farklı uygulamalarla gömülen bu kişilerin kim olduğu sorusunu akla getiriyor.

Araştırmacılar, Antik DNA verilerini elde etmek ve analiz etmek için yeni yöntemler kullanarak ve anıtsız mezarlıktan hemen hemen her bireyden örnek alarak, bu tarih öncesi topluluğun insanlarının yaşamlarına bir pencere açan iki büyük aile soy ağacını ortaya çıkardı. Çalışma Nature dergisinde yayımlandı.

Araştırmacılar, Gurgy’de gömülü 94 kişiden genom çapında Antik DNA verileri, stronsiyum izotop oranı değerleri, mitokondriyal DNA (anne soyları) ve Y kromozomu (baba soyları) verileri, ölüm yaşı, genetik cinsiyet ile birlikte analiz ettiler. Yedi kuşak boyunca 64 kişiyi birbirine bağlayan ilk aile soy ağacı, antik DNA’dan bugüne kadar yeniden oluşturulmuş en büyük soyağacı oldu. İkincisi soy ağacı ise on iki kişiyi beş kuşak boyunca birbirine bağladı.

2004 ve 2007 yılları arasında bölgede kazı yapan antropolog Stéphane Rottier, “Kazının başlangıcından bu yana, mezar alanının tamamen kontrol altında olduğuna dair kanıtlar bulduk ve yalnızca çok az sayıda üst üste binen mezar bulundu. Bu durum, mezar alanının yakından ilişkili bir grup kişi tarafından veya en azından kimin nereye gömüldüğünü bilen kişiler tarafından yönetildiğini hissettirdi.” diyor.

Gerçekten de, mekansal ve genetik mesafeler arasındaki pozitif korelasyon, ölen kişinin muhtemelen bir akrabasına yakın bir yere gömüldüğünü gösterdi.

Gurgy’deki veriler tek eşli toplum yapısını gösteriyor

 

Gurgy «es noisats mneolitik mezarlık alanı çukurlarının dağılımı – İllüstrasyon: M. Le Roy).

Soy ağaçlarını araştırmak, burada güçlü bir babasoylu modeli ortaya çıkardı. Buradaki her nesil, biyolojik baba aracılığıyla önceki nesille neredeyse tamamen bağlantılıydı ve bu durum, Gurgy’nin tüm grubunu babasoy aracılığıyla birbirine bağlıyor.

Aynı zamanda, mitokondriyal soylardan ve stronsiyum kararlı izotoplarından elde edilen kanıtlar, kadınların çoğunluğu için yerel olmayan bir kökene işaret ederek, babayerli (Patrilocality) uygulamasının olduğunu gösteriyor. Yani erkekler doğdukları yerde kaldılar ve Gurgy dışından gelen kadınlardan çocukları oldu.

Buna karşılık, kadınların dış evlilik uygulamasıyla uyumlu olarak, soydan gelen yetişkin kızların çoğu eksikti. Bu da potansiyel olarak karşılıklı bir değişim sistemini gösteriyor. İlginç bir şekilde, bu “yeni gelen” kadın bireyler birbirleriyle yalnızca çok uzaktan akrabaydı, yani yakınlardaki tek bir grup yerine yakın topluluklardan oluşan bir ağdan gelmiş olmalılar. Bu durum, birçok gruptan oluşan nispeten geniş ve potansiyel olarak akışkan bir değişim ağının varlığına işaret ediyor.

Araştırmanın ilk yazarı Maïté Rivollat, “Üreme çağına ulaşmış çok sayıda kız kardeş gözlemliyoruz. Beklenen eşit kadın sayısı ve önemli sayıda ölen bebekle birleştiğinde, bu, geniş aile boyutlarına, yüksek doğurganlık oranına ve genel olarak istikrarlı sağlık ve beslenme koşullarına işaret ediyor. Ve bu durum, bu kadar eski zamanlar için oldukça çarpıcı.” diyor.

Gurgy’deki bir başka benzersiz özellik de üvey kardeşlerin olmamasıydı. Bu, şimdiye kadar Neolitik megalitlerdeki cinsel birleşme uygulamalarının, şimdiye kadar bilinen diğer örnekleriyle karşılaştırıldığında, ne çok eşli ne de seri tek eşli üreme ortaklıklarını (veya bu birlikteliklerden gelen yavruların ana mezarlıktan dışlanmasını) akla getiriyor.

Mezarlığın “kurucu babası”, bu baba-yerli sistem çerçevesinde, en büyük soy ağacında herkesin soyundan geldiği bir erkek olarak tanımlanabilir. İskelet kalıntıları, maalesef hiçbir genomik veri elde edilemeyen bir kadının mezar çukurunun içine ikincil olarak gömüldüğü için bu adamın mezarı bölgede benzersiz. Bu nedenle, kemikleri, Gurgy’de yeniden gömülmek üzere ilk başta öldüğü yerden getirilmiş olmalı.

Makalenin eş – kıdemli yazarlarından biri olan Marie – France Deguilloux, “Bu adam, başka bir yerde birincil bir mezardan sonra buraya getirilecek olan Gurgy alanının kurucuları için çok önemli bir kişiyi temsil etmiş olmalı.” diyor.

Birincil soyda yedi kuşak olmasına rağmen, demografik profil, çok sayıda nesilden oluşan büyük bir aile grubunun bölgeye geldiğini gösteriyor. İlk birkaç nesil boyunca bölgeye neredeyse hiç genç yetişkin gömülmediği ve aksine, son nesillerde hiçbir yetişkin gömülmediği için, alanın sadece kısa bir süre kullanıldığı düşünülüyor. Grup, daha önce ölen çocukları geride bırakarak önceki bir bölgeden ayrılmış, ancak yine de baba soyunu getirmiş olmalıydı.

Sadece birkaç nesil sonra aynısı yine gerçekleşti: Son nesillerin yetişkinleri, kendi çocuklarını geride bırakarak başka bir yere gitmek için Gurgy’den ayrıldı. Bu nedenle, Gurgy muhtemelen yalnızca üç ila dört kuşak veya yaklaşık bir yüzyıl boyunca kullanıldı. Diğer araştırma dallarıyla birlikte, Antik DNA verilerinden şimdiye kadar oluşturulmuş en büyük soy ağaçları, eski toplumların sosyal örgütlenmesine ilişkin anlayışımızda eşi görülmemiş bir adımı temsil ediyor.

Çalışmanın kıdemli yazarı Wolfgang Haak, “Yalnızca son yıllarda alanımızdaki büyük ilerlemeler ve bağlam verilerinin tam entegrasyonu ile böylesine olağanüstü bir çalışma yürütmek mümkün oldu. Bu, her antropolog ve arkeolog için gerçekleşen bir rüya ve insan geçmişinin incelenmesi için yeni bir yol açıyor.” diyor.

Buket Çağlayan - Arkeofili.com

Kaynak: Max Planck Society.