Anasayfa / Söyleşi

Arkeolog Cevdet Merih Erek: Kıbrıs'ta gizlenen raporlar var

LEG 161 projesi kapsamında Doğu Akdeniz’de yapılan sondaj kazısının sonuçlarını dile getiren Dr. Öğretim Üyesi Cevdet Merih Erek, “Bunlar gizlenen, saklanan ve gün yüzüne çıkmayan raporlar. Ben bunlara bir şekilde internet üzerinden ulaştım ve bir daha da ulaşamadım. Elimde çıktılar var” dedi.

 

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Cevdet Merih Erek, Voice Of The Island sitesinden Tünay Mertekçi'ye konuşarak Kıbrıs’ın arkeolojik açıdan zengin bir ülke olduğuna dikkat çekti.

Arkeolog Cevdet Merih Erek, bugüne kadar Türkiye’de birçok mağarada arkeolojik kazı çalışması yürüttüğünü belirtti ve Kıbrıs hakkında da bazı projelerinin olduğunu söyledi.

Kıbrıs’ta kendilerinin yaptığı seyahatler sırasında özellikle Karpaz yarımadasında adanın bilinenden çok daha erken dönemlerde insan iskanına uğradığını söylemeyi mümkün kılacak verilere ulaştıklarını vurgulayan Erek, özellikle Orta Paleolitik Döneme ait çok sayıda taş aletlere ulaştıklarına dikkat çekti.

Erek: Direkli Mağarasındaki Arkeoloji Kazılarımız devam ediyor

1993 yılında Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde asistan olarak göreve başladıktan sonra uzun yıllar Türkiye’de bulunan Karain Mağarası ve Öküzimi Mağarası’nda Paleolitik Çağla ilgili araştırmalar yaptığını söyleyen Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Cevdet Merih Erek, daha sonra Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’ne geçtiğini ve o bölgelerde çalışmak için projeler hazırladığını kaydetti.

Bunun sonucunda Doğu Akdeniz’in en kuzey tarafında, Kahraman Maraş ili sınırları içinde 2006 yılında yüzey araştırması başlattıklarını ifade eden Erek, 2012’ye kadar Kahraman Maraş’ta Paleolitik Çağ özellikle pleistosen arkeolojisi olarak adlandırılan Yontmataş Çağı ile ilgili araştırmalar yaptıklarını vurguladı. Söz konusu bölgede Yontmataş Çağı ile ilgili çok sayıda istasyon bulduklarını dile getiren Erek, bu istasyonlardan bir tanesi olan Direkli Mağarası’nda da 2007 yılında kazılara başladıklarını söyledi. Bu kazıları hala devam ettiklerini ifade eden Erek, bu arada 2012 yılında yüzey araştırmasının son sezonunda Elbistan ilçesinde bulunan Keçe Mağara’sında kazıları başladıklarını vurguladı. Bu mağarada da olası bir paleolitik bir istasyon bulmayı hedeflediklerini kaydeden Erek, kazıların hala devam ettiğini belirtti.

“Kıbrıs’ta arkeolojik yüzey araştırması yaptık”

Bununla birlikte 2015 yılında Kıbrıs’ta Kültür Bakanlığı’ndan aldıkları izinle bir yüzey araştırmasını da burada başlattıklarını ifade eden Erek, ilk önce Mesarya ovası ve çevresinde daha sonra da Güzelyurt ve Lefke civarında yüzey araştırmaları yaptıklarına dikkat çekti. Ancak kendilerinin uzmanlık alanlarının pleistosen arkeolojisi yani Buzul Çağı arkeolojisi olduğunu söyleyen Erek, bu konuya ilişkin verilerin zaten bu bölgelerde olmadığını ifade etti. Eski Eserler Müdürlüğü tarafından kendilerine verilen izinlerin bu alanlar üzerinde olduğuna vurgu yapan Erek, bunun bir talihsizlik olduğunu dile getirdi.

“Adanın çok erken dönem arkeolojisini gün yüzüne çıkarabileceğimizi düşündüğümüz alanlarda ne yazık ki bir gerekçe olmaksızın izin alamadık” diyen Erek, kendilerinin yaptığı seyahatler sırasında özellikle Karpaz yarımadasında adanın bilinenden çok daha erken dönemlerde dahi insan iskanına uğradığını söylemeyi mümkün kılacak verilere ulaştıklarını vurguladı. Özellikle Orta Paleolitik Döneme ait çok sayıda taş aletlere ulaştıklarını söyleyen Erek, “Buzul Çağlarında denizlerin üzerinde bulunan ve katılaşmış halde duran su kütleleri deniz seviyelerinin düşmesine sebep oluyor. Deniz seviyesindeki düşmeyle birlikte karaların da miktarı artıyor. Doğal olarak Kıbrıs adasının da Orta Paleolitik Dönem’deki yüz ölçümü şimdikinden çok daha fazla. Yani bizim denizin altındaki kaldığını düşündüğümüz şu andaki alanların birçoğu kara olarak suyun üstünde duruyor. Bu karasal çoğunluluk anakarayla da aynı düzeyde mevcuttur” şeklinde konuştu.

Anadolu ve Kıbrıs adasının bağlantılı olduğunu söyleyebilecek jeolojik deliller var

Anadolu ile Kıbrıs adası arasındaki mesafenin bugün denizin altında olan dağların bir biriyle olan ilişkisiyle bağlantı kurmanın mümkün olduğunu belirten Erek, söylenilenler gibi Neolitik Çağ’da sandalla ana karadan adaya gelmek ve bununla ilgili keşiflerde bulunmaktan çok daha önceki bir dönemde Anadolu ve Kıbrıs adasının bağlantılı olduğunu söyleyebilecek jeolojik delillerin olduğunu bildirdi. Bu delillerin yayınlanmadığını kaydeden Erek, bunların Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz aramaları sırasında elde edilmiş raporlardan çıkarılacak sonuçlar olduğunu söyledi.

“Bunlar gizlenen, saklanan ve gün yüzüne çıkmayan raporlar."

Bu konulardan çoğu kişinin haberinin olmadığına dikkat çeken Erek, “LEG 161 denilen bir proje kapsamında Doğu Akdeniz’de yapılan sondaj kazısının sonucunda bölgenin pleistosende ana karayla bağlantılı olduğunun söylenmesini sağlayacak verilere ulaşıldığını jeologların bildirdiğini kaydetti.

“Bunlar gizlenen, saklanan ve gün yüzüne çıkmayan raporlar. Ben bunlara bir şekilde internet üzerinden ulaştım ve bir daha da ulaşamadım. Elimde çıktılar var ama kendileri bir daha yok” diyen Erek, o dönemde Doğu Akdeniz’de bu tür aramaları yapan firmaların web sitelerinde yayınlanan sonuçların bulunduğunu fakat bunların hem kültürel hem de politik anlamdaki desteği ortadan kaldırabilecek düzeyde de gizli kalması gereken bilgilerin olduğuna dikkat çekti.

“Adalara gökten insanlar düşmüyor”

Şu anda Anadolu ile Kıbrıs arasındaki karasal bağlantının Karpaz yarımadası yoluyla Anadolu’ya kadar ulaşan bir hat üzerinde olduğunu söylemenin mümkün olduğuna dikkat çeken Erek, “Anadolu ile Kıbrıs adasından Neolitik Çağda sandal yoluyla gelindiğini söylemek bu karasal bağlantının olduğunu söylemekten çok daha ütopiktir” şeklinde konuştu. Bunun jeolojik değişimlerle ortaya çıktığını söylemenin daha mümkünken, sandalla Anadolu’dan Kıbrıs’a geçildiğini gösteren hiçbir delilin bugün mevcut olmadığını ifade eden Erek, “Adalara gökten insanlar düşmüyor. Paleolitik Çağ sırasında insanlar sandal yapıp adadan adaya dolaşmıyor. İnsanların geçmesini gerektirecek en önemli şeylerden bir tanesi yiyeceklerin ulaşılabilir olması. Eğer ki yiyecek ve içeceğe ulaşamayacağı bir noktaya insan gidiyorsa, bunun anlamı başka olmalıdır” dedi. Anadolu ve Kıbrıs adası arasındaki gidiş gelişleri ispat ettirecek Anadolu kökenli bir hayvanın izine Kıbrıs’ta rastlamak mümkünse o zaman Anadolu’nun tarihsel anlamda Kıbrıs adasıyla bir bütünlüğü ortaya koyduğunu ifade eden Erek, bunun da tek yolla yapılabileceğini söyledi ve “çok ciddi anlamda arkeolojik kazıların başlatılması gerekiyor” şeklinde konuştu. Arkeolojik kazı alanlarının kimsenin şahsi tapulu malı olmadığına dikkat çeken Erek, zaman içerisinde araştırmaların bütünleşebileceğini kaydetti.

“Kıbrıs’ta 300 bin kişiyi akademisyen yapacak kadar malzeme var”

Kıbrıs’ta arkeoloji alanındaki malzemenin zenginliğine dikkat çeken Erek, “Kıbrıs’ın kuzeyinin bugün nüfusu 300 bin kişiyse, 300 bin kişiyi de akademisyen yapmak istesek o kadar malzeme çıkarılır” dedi. Paleolitik Çağ arkeolojisinin özel uzmanlık gerektiren bir arkeoloji olduğuna değinen Erek, her türlü arkeoloji disiplininden mezun olanın anlayabileceği düzeyde bir alan olmadığını söyledi. Bu alanda şu an Kıbrıs’ta uzmanlaşmış kimsenin olmadığını vurgulayan Erek, “Bizim yapma hedefinde olduğumuz bir takım projeler var. Gerek Kıbrıs’taki bazı üniversitelerle gerekse TC Kalkınma Ofisi tarafından desteklenecek bazı projeler var. Önümüzdeki yıllardan itibaren yapılmasını ön görüyoruz. Kolay olmuyor bunlar. Türkiye’de de kolay değil” şeklinde konuştu.

Klasik dönemlerle ilgili binalar, amfi tiyatrolar, agoralar ve benzeri yerlerin hepsinin Yunanistan’da, İtalya’da görülebileceğini söyleyen Erek, “Yani Roma ile ilgili her türlü alanda bunları görmek mümkün” dedi. “Kıbrıs adasına gelen kişi eğer Roma’yı görmek isteseydi zaten Ege dünyasında bunların şahaneleri var orada görüyor zaten. Buraya gelip antik kentleri görmek için gelmiyor. Kıbrıs adasında bugün adaların hiçbirinde olmayan paleolitik çağ iskanlarına ait kazılar var. Turlar buraya gidilmesi gerekir derse daha fazla insan çekilir. Çünkü bu başkalarında olmayan bir şey olur. İnsanlar, turistler tur istiyor” dedi.

Karpaz yarımadasının kuzeye bakan sahilinin tamamı pleistosen kumulları olduğunu tespit ettiklerini söyleyen Erek, söz konusu bölgeye yapılaşma izni verilmemesinin büyük bir şans olduğunu vurguladı. Bölgenin bu şekilde korunmaması haline çoğu şeyin kaybolacağını söyleyen Erek, “Tabiat varlıklarının hem de kültür varlıklarının korunmasında çok önemli bir karar verildi” şeklinde konuştu.

Tünay Mertekçi - Voice of the Island 2018

Söyleşinin orjinal metni için: https://www.voiceoftheisland.com/kibris-bilinenden-cok-daha-erken-donemlerde-insan-iskanina-ugradi/116603/