Asaf Halet Çelebi kimdir?
Şair ve yazar.
Gerek şiirleriyle gerekse yaşam tarzıyla 20. yüzyıl Türk edebiyatının sıra dışı şairlerinden biri olarak gösterilen Asaf Halet Çelebi'nin vefatının ardından 62 yıl geçti.
Asıl adı "Mehmet Ali Asaf" olan şair, Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi Müdürü Mehmet Sait Halet Bey ve Beyza Halet Hanım'ın oğlu olarak 29 Aralık 1907'de İstanbul'da doğdu.
Mevlevi olan babasından Arapça, Fransızca, Fars dili ve edebiyatını öğrenen Çelebi, aynı zamanda Üsküdar Mevlevihanesi'nin son şeyhlerinden Ahmet Remzi Dede ve son devrin tanınmış musikişinaslarından Rauf Yekta Bey'den ney çalmayı öğrenerek, uzun yıllar musiki ve nota dersleri aldı.
Galatasaray Lisesi'nde ilk ve orta eğitimini tamamlayan Çelebi, yaklaşık üç ay kadar Fransa'ya yüksek tahsil için gitti ve kısa süre sonra geri döndü. Fransa'dan dönüşünde üç yıl Sanayi-i Nefise Mektebi'nde öğrenim gören Çelebi, Adliye Meslek Mektebi'nden mezun oldu.
Mevlevi bir çevre içinde büyüyerek Mevlevilikle ilgili konularda kendini yetiştiren ve Mevlana'ya olan hayranlıklarından dolayı "Çelebi" soyadını aldığı belirtilen usta şair, eserlerinde de İslam tasavvufu üzerine aldığı birikimi kullandı.
Asaf Halet Çelebi, gençlik döneminde aruz ölçüsüyle klasik divan şiiri tarzında rubai ve gazeller kaleme aldı. 19 yaşından sonra da kendine özgü ve serbest ölçü ile şiirler yazan Çelebi, daha sonra Hintçe ve Sanskritçe dillerini de öğrendi.
Necip Fazıl'ın 1936'da çıkardığı "Ağaç" dergisinde ilk kez imzası görülen Çelebi, şiirsel düz yazı tarzındaki denemelerinin ilk örneğini ise 1938 yılında yayımlanan "Kasap" kitabında okurlarının beğenisine sundu.
Eğitim hayatı sonunda Üsküdar Adliyesi Ceza Mahkemesi'nde zabıt katibi olarak çalışmaya başlayan Çelebi, ayrıca Osmanlı Bankası'nın yanı sıra 1937'de Devlet Deniz Yolları İşletmesi'nde 5 ay görev yaptı.
Öğrendiği yabancı diller vasıtasıyla Doğu'yu ve Batı'yı yakından tanıyan, sanatsever bir sosyal çevrede yetişen Çelebi, ilk evliliğini 1932'de Yahudi asıllı Roza Hanım'la yaptı ve bu evliliğini 1943'te sonlandırdı.
Çelebi, dayısının kızı Nermin Hanım'la ise 1945 yılında evlendi ve bu evliliğinden Ömer adlı bir oğlu dünyaya geldi. Fakat oğlu Ömer Halet, 19 yaşındayken vefat etti.
- 1949'dan itibaren muhafazakar dergilerde yazmaya başladı
Hayatını İstanbul Beylerbeyi'nde bir köşkte geçiren Çelebi, bir dönem siyasete de ilgi duyarak 1946 seçimlerinde İstanbul'dan bağımsız milletvekili adayı olarak girdiği seçimi kazanamadı.
Çelebi, daha sonra uzun yıllar İstanbul Belediye Kütüphanesi ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü kitaplığında kütüphane memuru olarak çalıştı.
Okuma ve araştırma sürecinde edindiği çeşitli bilgileri, farklı görünümlerle şiirlerine yansıtan Çelebi, ilk şiirlerini "Servet-i Fünun", "Ses", "Uyanış", "Hamle" ve "Sokak" dergileri ile 1938-1941 yılları arasında "Gün" gazetesinde yayımladı.
Usta şair, 1942 yılında yayımladığı "Hırsız", "Trilobit" ve "Cüneyd" adlı şiirlerinin Fransızca çevirileriyle birlikte 45 şiirin bulunduğu "He" kitabının ardından 1945'te aynı çizgide 10 şiirin yer aldığı "Lamelif" eserini bastırdı.
İlk şiirlerinde ergenlik çağına ait duygular, çocukluk, masallar ve tekerlemelerin gerçeküstü dünyası gibi temaları kullanan Çelebi, daha sonra kapalı ve farklı bir tarzda şiirler yazmaya başladı ve bu eserleriyle İkinci Yeni şairleri ile Sezai Karakoç'a ilham verdi.
Çelebi, 1949'dan itibaren muhafazakar dergilerde yazmaya başlayarak, 1954-1957 yıllarında yeniden yoğun bir yazma faaliyetine girişti ve yazılarını bu kez "İstanbul", "Büyük Doğu", "Türk Düşüncesi", "Türk Sanatı" ve "Türk Yurdu" gibi milliyetçi muhafazakar kimliğiyle tanınan dergilerde yayımlamaya başladı.
Bütün şiirlerinin yer aldığı "Om Mani Padme Hum" adlı eserini 1953'te çıkaran Çelebi, şiirlerini daha sonra Yeditepe (1950), İstanbul (1954-1956) ve Türk Sanatı (1958) dergilerinde okurlarla buluşturmaya devam etti. Usta şair, 1954 yılı İstanbul dergisinde yayımladığı "Benim Gözümle Şiir Davası" toplam 6 makaleden oluşan yazısında da poetikasını açıkladı.
- Edebi çeviri ve inceleme türünde önemli eserlere de imza attı
Anadolu'dan Hindistan'a uzanan geniş bir kültürel coğrafyaya dair kişisel okumalarından elde ettiklerini bilinçaltında dönüştürerek kendine özgü ve taklit edilmesi güç bir şiir tarzı oluşturmayı başaran şair, bildiği yabancı diller vasıtasıyla aynı zamanda edebi çeviri ve inceleme türünde önemli eserlere de imza attı.
"Mevlana Hayatı, Şahsiyeti, Eserlerinden Parçalar" adlı çalışmasında İslam ve tasavvufun Anadolu'daki oluşma biçimine ve özelliklerine dikkat çeken Çelebi, "Molla Cami: Hayatı, Şahsiyeti ve Eserlerinden Parçalar" adlı kitabında 15. yüzyıl Fars şairlerinden Molla Cami'yi değerlendirerek, onun 113 rubaisini bir araya getirdi.
Çelebi, "Eşrefoğlu Divanı İnceleme ve Metin" adlı kitabında da yine İslam tasavvufunun Anadolu'daki örneklerinden birini ele alırken, "Pali Metinlerine Göre: Gotama Buddha" adlı çalışmasında ise Buda'yı ve öğretisini inceledi.
Çelebi, "Divan Şiirinde İstanbul" adlı kitabında da İstanbul ruhunun, kültürünün niteliklerini işaret eden İstanbul şiirlerini bir araya getirdi. Usta edebiyatçı, daha önce çeşitli gazete ve dergilerde yazdığı yazılardan meydana getirdiği "Mevlana ve Mevlevilik" adlı eserini ise daha sonra "Les Roubaiat de Mevlana Djelaleddin Roumi" adıyla Fransızcaya da çevirdi.
- Uzak Doğu ve ilahi dinler mistisizminden yararlandı
Divan şiirinin estetik anlayışı ile Fransız şiirinin "letrist"lerinin ve harflerin ses çağrışımlarına dayanan kendine has bir şiir tarzı geliştiren Çelebi, şiiri "Kelimelerin bir araya gelmesinden hasıl olan büyük bir kelimedir." şeklinde tarif ederek, eserlerinde Uzak Doğu ve ilahi dinler mistisizmi, tasavvuf ve masallardan yararlandı.
Modern Türk şiirinde Doğu uygarlıklarına özgü motif ve sembolleri ustalıkla kullanan şairler arasında yer alan Çelebi, bir dönem hat, resim sanatlarıyla da yakından ilgilendi. Zamanı ve mekanı farksız görerek birbirine karıştırdığı zengin bir şiir dünyasına sahip olan ve açık anlamı gereksiz bulan sanatçı, bir "sezgi şairi" olarak da edebiyat dünyasında anılıyor.
"Dünyada ne kadar şiir varsa o kadar şekil vardır." düşüncesini savunan Asaf Halet Çelebi, vezin ve kafiyeye kesin bir şekilde bağlanmamak gerektiğini belirtmiş ve hece sayılarından yararlanarak "içi musiki dolu" şiirler yazdığını söylemiştir.
Çelebi, şiire bakış açısını, "Mesela esasen, müşahhas malzeme ile mücerret olan hayali yaşatabilmektir. Yani mücerret şiir, bilakis mücerret mefhumlu kelimelerden mümkün mertebe soyunmuş olan ve toplu bir halde mücerret bir mana anlatan ve bize o ihtisası veren ruh anının ifadesini taşıyan şiirdir." sözleriyle anlatmıştı.
- "Nüfus edilmesi kolay olmayan bir şiir dünyası vardı"
Sadece kıyafeti ve konuşmasıyla değil, kültürü ve görgüsüyle de hakiki bir İstanbul beyefendisi olan Çelebi'nin portresini, araştırmacı yazar Beşir Ayvazoğlu da bir yazısında şu sözlerle çizmiştir:
"Çok geniş bir divan şiiri ve tasavvuf kültürüne sahipti. İran edebiyatına vakıftı ve şiir yazacak kadar Farsça bilirdi. Fransızcası sayesinde hem Batı hem de Uzak Doğu kültürleriyle ilişki kurmuştu. Bu kültürlerden devşirdiklerini şiirine taşırdı. Rüyalar, masallar ,efsaneler ve menkıbelerle örülü, nüfuz edilmesi kolay olmayan bir şiir dünyası vardı. Şiirlerinde Sanskritçe, eski Mısırca, Rumca ve benzeri kelimeler ve ibareler bile kullanırdı. Bugün zevkle okuduğumuz Om Mani Padme Hum gibi şiirlerinin yanı sıra şiir okuyuşu, tostoparlak vücudu, aşağı sarkan upuzun bıyıkları, dar ve paçaları kısa pantolonlarıyla da mizah dergilerinin vazgeçilmez malzemesiydi. 'Ultra-modern' veya 'bobstil şair' diye anılırdı."
Türk düşünce yaşamında ve Türkiye'de bir felsefe geleneğinin oluşmasında büyük etkisi olmuş felsefeci ve sosyolog Prof. Hilmi Ziya Ülken ise Çelebi'yi şu sözlerle değerlendirmiştir:
"Şarkta garp hasreti var, garpta şark hasreti var. Başka diyarların hasreti, bütün buutlarıyla anılan tarih hasreti mekan ve zaman içinde insanı bütünlük ve birlik aramaya sevk ediyor. Asaf Halet Çelebi bu hasretle bize Mevlana'nın Rubailerini, Molla Gani'yi, Eşref-i Rumi'yi, Mevlana ve Mevleviliği verdi. Bu hasretle Hint düşünce ve şiirine merak verdi. Bu hasretle şiirde en yeniyi aradı. Mevlana'nın Rubailerini Fransızcaya çevirdi. Onda tezat görenler, sonra onun yolunda yürüdüler. Yeni şiirle başlayanlar Mevlana ve Hayyam'la bitirdiler. Sırf şiir olarak ondan daha başarılılar çıktı, fakat çığır olarak o değerini muhafaza edecektir."
Yaklaşık 80 şiir, 8 inceleme ve dergi sayfalarında kalmış onlarca deneme ve mensur şiir kaleme alan Çelebi, 15 Ekim 1958'de İstanbul'da yaşama veda etti ve Beylerbeyi'ndeki Küplüce Mezarlığı'nda yer alan aile kabristanlığına defnedildi.
Usta edebiyatçının eserlerinin tümü ise şöyle:
Şiir: "He", "Laleler", "Lamelif", "Om Mani Padme Hum"
Araştırma "Mevlana", "BeNJamiN", "Molla Cami", "Eşrefoğlu Divanı", "Naima" (monografi), "Ömer Hayyam", "Divan Şiirinde İstanbul" (antoloji)
Derleyen: Aişe Hümeyra Bulovalı - aa