Atatürk hasta yatağında arkeologlardan ne yapmalarını istemişti?
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk hasta yatağında "Trakya höyüklerinden çıkarılan eserleri görmek istemiş, sonra da kazılara devam ediniz, memleketimizin kültür zenginliklerini daha çok bulacaksınız " demişti.
Tarih kanalı Tarih TV'nin her hafta farklı konuları irdeleyen ve ilgiyle izlenen programlarından Pelin Batu ve Nezih Başgelen imzalı Akropolis'in Atatürk'ü Anma haftasındaki konusu “Atatürk ve Arkeoloji” idi.
Atatürk'ün tarihe ve arkeolojiye yaklaşımının irdelendiği program sonrasında ünlü arkeolog Nezih Başgelen, program sonrası Arkeolojikhaber'in konuyla ilgili sorularını şu şekilde yanıtladı:
> Atatürk'ün müzelere konusundaki yaklaşımı nasıldı? Kültür varlıklarının korunması konusunda Osmanlı döneminde yürürlüğe giren Asar-ı Atika'yı uygulamayı sürdürdü mü?
> Cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yeni müzeler açılırken Evkaf-ı İslamiyye Müzesi (Türk İslam Eserleri Müzesi) gibi daha önce kurulmuş olanlar geliştirilmiştir. Bu arada Atatürk’ün isteği doğrultusunda Maarif Vekili İsmail Safa Bey’in 5 Kasım 1922 günlü “Müzeler ve Asar-ı Atika Hakkında Talimat” başlığı altındaki genelgesiyle müze müdür ve memurlarının sorumlulukları belirtilmiş, arkeoloji, etnografya kapsamındaki eserlerin derlenmesi, envanterlenmesi ve yeni müzelerin kurulması istenmiştir. Böylece Cumhuriyet döneminde Türk müzeciliği başlamış, kazı, araştırma ve sondaj hakkı Hars Müdürlüğüne verilmiştir. Bunun peşi sıra maarif sorunlarının incelenmesi için “Heyet-i İlmiye” kurulmuş ve bu kurul 15 Temmuz 1923 de gündemine aldığıkültürel konuların yanında Ankara’da milli bir müze ile etnografya müzesinin kurulmasını önermiştir. Heyet-i İlmiye’nin çalışmaları yeni hükümetin programında şu sözlerle yer almıştır: “Hars Müdürlüğü tevsi ve ikmal olunarak muhtelif yerlerde milli müzeler vücuda getirilerek milli asarın cem (toplanması) ve tefrikine (ayrıştırılması) çalışılacaktır.
Atatürk kültür varlıklarının bir araya getirilip sergilendiği müzelerimizin çağdaş düzeyde ele alınmasını arzu ediyordu. O günlerde bazı büyük illerde “Müze-i Hümayun Şubeleri” ismi altında çevreden toplanmış eserlerin toplandığı müze depoları vardı. Sonraki yıllarda bu depoların hemen hepsi müzelere dönüştürülmüştür. Bunlara örnek olarak Konya lisesinde 1923’de kurulup 1926 ‘da Konya Mevlevihanesine taşınan ile 1927’de Sivas Gökmedrese’de muhafızlık ismi altında kurulan depoları gösterebiliriz.
İstanbul’da ise “Osmanlı Hazine-i Hümayun Kethüdalığı” yönetiminde Topkapı Sarayı bulunuyordu. Bakanlar kurulunun 1 Nisan 1924 günlü kararıyla Topkapı Sarayı’nın müze olması Atatürk tarafından uygun görülmüştü. Bunun ardından Topkapı Sarayı’nın onarımına, eşyalarının kaydedilmesi ve sergilenmesi uzun bir zaman almış ve sarayın bir bölümü 1927, tamamı ise 1934 yılında müze olarak açılmıştır. Atatürk bu çalışmalar ile yakından ilgilenmiş, zaman zaman saraya gelerek Müze Müdürü Tahsin Öz’den bilgi almıştır. Bu arada), Ankara Arkeoloji (1921), Antalya (1922), Sivas (1923), Efes (1924), Adana (1924), Edirne (1925), Tokat (1926), Amasya (1926), Ankara Etnografya (1928), Bursa (1929), Afyon (1933),Bergama (1933), Sinop (1932), Diyarbakır (1934), Tire (1935) ve Çanakkale (1936) müzeleri açılmıştır. Ayasofya’da Vekiller Heyetinin 24 Kasım 1934 günlü kararıyla Türk müzeleri arasına katılmıştır.
Atatürk’ün cumhuriyetin ilk yıllarında kurulmasını istediği müzelerin başında Ankara Etnografya Müzesi gelmiştir. Milli Mücadelenin sürdüğü yıllarda kurulacak bir milli bir müzenin topluma kültürel ve tarih yönünden büyük katkısı olacağını düşünmüştür. Bundan ötürü de cumhuriyetin ilanın hemen ardından Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver’den Ankara’da bir devlet müzesinin kurulmasını istemiştir. Hamdullah Suphi Tanrıöver o sırada İstanbul Darülfünunda görevli Macar Türkolog Meszaros’tan yararlanmıştır. Meszaros Türk toplum yapısını ve folklorunu yansıtacak müze ile ilgili çalışmalarını sürdürürken müzeye uygun yeri aramaya başlamıştır. Sonunda Ankara’ya egemen bir tepede, Namazgâh denilen yerdeki vakıf alanında planlarını Arif Hikmet Koyunoğlu’nun çizdiği müzenin yapımına 25 Eylül 1925’de başlanmış ve 1928 de Etnografya Müzesi açılmıştır.
> Cumhuriyet'in ilk yıllarının tartışmalı konularından biri de Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasıydı. Tekke ve zaviyeler kapatılınca buralarda yer alan tarihi miras gözden çıkarıldı mı?
> Atatürk. “Tekke ve zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklarla bir takım unvanların men ve ilgasına dair” 677 sayılı kanunla kapatılan dergâhlarda bulunan tarih, sanat tarihi ve etnografya yönünden değerli eserlerin Vakıfların teberrükat ambarlarıyla yeni kurulan müzelere kaldırılmıştır. Atatürk yalnızca Konya’daki Mevlâna Dergâhını ve türbesinin kapatılmamasını ve müze olarak düzenlenmesini sağlamış ve Mevlana Müzesi 1927 yılında ziyarete açmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olan, yeni ismiyle Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü küçük turistik kılavuzlar, monografiler, müze katalogları, müze yıllıkları, arkeoloji, etnografya dergileri gibi yayınların yanı sıra müze düzenlemeleri yaparak anıtların onarımını da üstlenmiştir.
Başbakanlık Kültür Müsteşarlığına ve sonra da Kültür Bakanlığına bağlı olan Genel Müdürlük bir süre sonra yetişmiş kadrolarıyla müze-ören yerlerini ortaya çıkaracak, kazı, tescil ve planlama çalışmalarını yapacak,
yayın, dış ilişkiler ve sergilerle çağdaş müzecilik ilkelerine öncelik kazandıracaktır.
> Atatürk'ün pekçok alanda olduğu gibi arkeoloji alanında da millileşme politikası uyguladığını biliyoruz. Bu konuda hagi adımları attığını özetleyebilir misiniz?
> Atatürk Birinci Türk Tarih Kurumu Kongresinde Türkiye’de kazılar yapılmasını istediğini açıklamıştır. Diğer bilim dallarında olduğu gibi arkeoloji öğrenimi için de Avrupa’ya öğrenciler göndermiştir. Milletini ve tarihini çok iyi tanıyan Atatürk bunu sözleriyle bir kez daha ortaya koymuştur: “Milletimiz derin bir maziye maliktir. Milletimizin asarını düşünelim. Bu düşünce bize elbette altı, yedi asırlık Osmanlı Türklüğünden çok asırlık
Selçuklu Türklerine ve ondan evvel bu devirlerin her birine muadil büyük Türk devrine kavuşturur.”
Türkiye’de arkeoloji araştırmaları Osmanlı döneminde yabancıların tekelinde olduğundan kazılar onlar tarafından yürütülüyordu. Ne var ki, kazılara yapanlar ortaya çıkardıkları eserlerin bir kısmını gizlice memleketlerindeki müzelere kaçırıyorlardı. Cumhuriyet döneminin başlarından yabancılar yine kazıları yürütüyorlarsa da; bundan böyle denetim ve ağırlık Türk hükümetinin eline geçmiştir. Cumhuriyet dönemin arkeoloji çalışmalına Ankara Gazi Orman Çiftliğinde küçük bir Frig tümülüsünün kazılmasıyla başlanmış, bunu Ankara’nın güneyindeki Roma Taş Ocağı çalışmaları izlemiştir. Yıllar ilerledikçe yetişen Türk arkeologlarının, Milli Eğitim Bakanlığı ve Türk Tarih Kurumu işbirliğiyle kazı çalışmalarının arttığı görülmüştür. Ege, Akdeniz ve İç Anadolu başta olmak üzere yurdun birçok bölgesinde başarılı kazılar yapılmıştır. Von Der Osten Alacahöyük’de, Hroeny Kültepe’de, K.Bittel Boğazköy’de Hitit ve Frig Çağı kültürlerini araştırmışlardır. Onların ardından Dr.Hamit Zübeyr Koşay ile Remzi Oğuz Arık’ın Ahlatlıbel, Güllüdağ ve Karalar’da yaptığı kazılar izlemiştir.
Prof.Dr. Remzi Oğuz Arık’ın Geç Hitit ve Frig buluntularını ortaya çıkardığı Güllüdağ (1934), Roma Hamamının bulunduğu Çankırıkapı (1937), Prehistorik keramiklerle karşılaşılan Kuştepe (1937), Selahattin Kantar’ın İzmir Namazgâh (1932-1942) ve İstanbul Üniversitesinin Sarayburnu kazılarda (1937-1938) ortaya çıkarılan eserler müzelerin zenginleşmesine neden olmuştur.
Atatürk Ankara’ya 18 km uzaklıktaki Yalıncak köyü yakınlarında Ahlatlıbel kazı yerine gitmiş ve orada incelemelerde bulunmuştur. Ressam Şeref Akdik’de Atatürk’ün Türk arkeolojisiyle olan bu anısını resmetmiştir.
Atatürk’ün yakından izlediği ve teşvik ettiği kazıları TBMM kürsüsünde dile getirmiş, ancak bu işin kolay olmadığını da vurgulamıştır.
“Yurt içindeki kazılar ve ortaya çıkarılan eserler bütün ilim dünyasına kültürel vazifesini ifaya başlamıştır. Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir mahiyet alır.”
> Siz Rumeli ve Trakya konularına özel önem veren isimler arasında dikkat çekiyorsunuz ve Atatürk'ün bu alana önem verdiğini her fırsatta dillendiriyorsunuz? Atatürk döneminde Trakya ve Rumeli'de neler yapıldı?
> Atatürk’ün Trakya’da arkeoloji çalışmalarının başlamasında da büyük payı olmuştur. Türk Tarih Kurumu 1936 yılında yeterince araştırmanın yapılmadığı, höyükleriyle dikkati çeken Trakya’da kazılara başlanması için Dr. Arif Müfid Mansel’i görevlendirmiştir. A.Müfid Mansel öncelikle çevrede yüzey araştırmaları yaparak, gezginlerin dikkatini çeken höyükleri (Eski çağlardan kalan yerleşimlerin doğal olaylar sonucu toprak altında kalarak tepeler oluşturması) belirlemiş sonra da kısıtlı imkânlarla Alpullu Şeker Fabrikasının arkasındaki alandaki tümülüsü (Kral ve ailesi için hazırlanan mezar odalarının üzeri toprak ile örtülerek tepelere dönüşmesi) kazarak; İ.Ö 2000 başlarına tarihlenen çok sayıda çanak çömlek ve keramikleri ortaya çıkarmıştır. Ardından Lüleburgaz yöresindeki Umurca’daki Tümülüsler üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. İ.S 200 yıllarına tarihlenen bir mezarda altın gümüş süs eşyaları, tunç, cam, keramik kap kacaklar, şamdanlar, kandiller ile sikkeleri ortaya çıkarmıştır. Onun bu çalışmaları sürerken Trakya’daki askeri manevralardan dönen Atatürk kazı alanlarına geleceği haberi duyulmuş, ancak o günlerde Avrupa’daki karışıklıklardan ve aldığı bir haber üzerine İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştır. Bunu A.Müfid Mansel şöyle anlatmıştır: “Atatürk’ün nasıl bir takip fikrine sahip olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Kendisi bu kazıyı sadece yaptırmakla kalmamış, yapılan işleri ve elde edilen sonuçlarla yakından ilgilenmiş, zorlayıcı sebepler yüzünden bizzat gelememekle beraber bu iş hakkında bilgi edinmek üzere bir heyet görevlendirmiştir. Umurca eserleri kazı bittikten sonra İstanbul’a nakledilmiş ve Dolmabahçe Sarayındaki sergide ayrı bir salonda teşhir edilmiştir. Atatürk aynı yıl TBMM açılış nutkunda “ Türk Tarih Kurumu yaptığı kongre, kurduğu sergi, yurt içindeki hafirler, ortaya çıkardığı eserlerle şimdiden bütün ilim dünyasına kültürel vazifesini ifaya başlamıştır.”
Atatürk’ün isteği doğrultusunda başlatılan Trakya kazılarını A.Müfid Mansel Doğu Trakya Krallığının başkenti Vizede sürdürmüş, ilçenin güneyindeki ova ve tepelerdeki kırk tümülüsten dördünü kazmıştır. Bu Tümülüslerden çıkarılan miğfer, yüzük ve gümüş kupalar Atatürk’ün gördüğü son eserler olmuştur. Hasta yatağında "Trakya höyüklerinden çıkarılan eserleri görmek istemiş, sonra da kazılara devam ediniz, memleketimizin kültür zenginliklerini daha çok bulacaksınız " demiştir.
Cumhuriyet döneminin başlarında yapılan kazılar bir anda Anadolu’yu bilim dünyasında birden ön plana çıkarmıştır. Nitekim 1930’da Fransa’da kurulan Anadolu uygarlıklarının tarihini, dillerini, konularını, dillerini,
sanatlarını ve diğer uygarlıklarla ilişkilerini inceleyen “Hitit ve Asiatik Araştırmalar Derneği” Atatürk’ün himayesi altında çalışmaların sürdürmüştür. İlk toplantısını 2-12 Temmuz 1932 ‘de yapan Türk Tarih Kurumu’nun çalışmalarıyla Türklerin Orta Asya’dan çıkışı ve dünya tarihindeki yeri üzerinde durulmuş, daha sonra Anadolu kültürlerinin araştırılmasına yönelinmiştir. Nitekim İstanbul’da 20-26 Eylül 1937’de toplanan II. Türk Tarih Kongresi’nin asıl amacı kültür mirasımızın dünyaya duyurmak olmuştur. Bu kongrenin yanı sıra Beylerbeyi Sarayı’nda Cumhuriyet devri kazılırında ortaya çıkan eserler sergilenmiştir.
Atatürk bir yandan arkeoloji çalışmalarının yapılmasına destek olurken diğer yandan da müzelerin hukuki sorunları üzerinde durmuştur. Bunun için “Asar-ı Atika Encümeninin Teşkilat ve Vazifelerine Dair Kararname”
(1924); “Kıymetli Eserlerin Harice İhracının Menine Dair Kararname” (1925), “Müze ve Rasathane Kanunu” (1934), “Antikacıların Tabi Olacağı Şartlara Dair Tamim” (1928), “Abidelerin Tesciline Dair Tamim” (1931), “Eski Eserlerin Muhafaza ve Belediye Hususi İdarelerce Asarı Atika İçin Muallimlere Düşen Vazife Hakkında Tamim” (1934), Höyüklerde Bulunan Çanak Çömlekler Hakkında Tamim (1934) yürürlüğe konmuştur.
Bu kararname ve tamimlerin yanı sıra Türkiye’de arkeolojik araştırma ve kazı yapmak isteyen yabancılarla ilgili olarak, daha önce bu konuda yapılan yanlışların yenilenmemesi için “Komiserler Talimatnamesi” ile “Asar-ı Atika Arayanlara Verilen Ruhsatname Esasları” da yürürlüğe konulmuştur. Böylece cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’nin kültür mirasının korunması denetim altına alınmıştır. Yabancı arkeologların yaptıkları kazıların başında görevlendirilen kazı komiserleri (müze uzmanları) ile yurt dışına eser kaçırılması önlenmeye çalışılmıştır.
arkeolojikhaber.com