Atatürk'ün Büyük Taaruz sonucu kazanılan 30 Ağustos Zaferini anlattığı telgraf
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, savaşın ayrıntılarını Başvekil Rauf Bey'e Dumlupınar'dan çektiği "Savaş beş gün beş gece aralıksız devam etmiştir. İlk 36 saat içinde 1. Ordu 100 kilometrelik hattı işgal eden düşmanı püskürtmüştür. Hezimete uğrayan düşman, varını yoğunu terk ederek dereler, ormanlar içinde perişan bir hale gelmiştir" cümleleri ile başlayan telgrafta anlatmıştı.
Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanı Prof. Dr. Uğur Ünal, 30 Ağustos 1922 ve Büyük Taarruza giden süreci görmek için dönemin siyasi ve toplumsal koşullarına bakılması gerektiğini belirten Ünal, 30 Ağustos'un İstiklal Savaşı'nın askeri safhasının en son kısmını oluşturduğunu söyledi.
Osmanlı Devleti'nin, 20. yüzyıl başlarında ardı ardına 1911-1912'de İtalya ile yaşanan Trablusgarp Savaşı, 1912-1913'de Balkan devletleri ile yaşanan Balkan Savaşları ve en nihayetinde 1914-1918 arasında Avrupa, Asya, Kafkasya ve Ortadoğu'da hemen hemen tüm ülkelerin karıştığı I. Dünya Savaşı'nı yaşadığını anlatan Ünal, şöyle devam etti: "Aslında Osmanlı Devleti ile birlikte, kazanan/kaybeden o dönemki neredeyse bütün büyük ve çok uluslu imparatorlukların sonunu da bu savaşın bir şekilde getirdiği bilinen bir gerçek. Osmanlı'nın kaybettiği savaşlar birlikte düşünüldüğünde, o dönem toplumunun bedenen ve ruhen ne kadar yorgun, yıkık ve kırık dökük olduğunu anlamak zor değil. Savaşın sonunda galip devletlerle imzalanan, çok ağır askeri ve ekonomik yaptırımlar içeren ateşkes ve barış anlaşmaları da tüm bu olan bitenin üzerine tuz biber ekiyor."
Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul ve siyasi sınırları içindeki pek çok bölgenin İtilaf Devletlerince ardı ardına işgal edilmesinin, o güne dek tarihte başka devlet ve hükümetlerin siyasi nüfuzu altında yaşamayan Osmanlı toplumunu derinden yaraladığını anlatan Ünal, şunları söyledi: "Halkın yaşadığı bu yılgınlık, bitkinlik ve karamsarlık büyük oranda toplumu ele geçirmiş vaziyetteydi. İşgal ordularının Anadolu kentlerini kontrol altında tutmak adına sistematik mezalim derecesine varan uygulamaları ve pek çok insanlık dışı davranış, Anadolu halkında bir milli birlik ve beraberlik duygusunun filizlenmesine yol açacak psikolojik alt yapıyı hazırlıyordu. Toplumun önemli bir kesiminde de direniş, kurtuluş, yeniden kuruluş, güzel bir gelecek umudu yeşermeye, oluşmaya başlıyordu ancak yöntem ve fikir birliği bu aşamada daha yoktu."
Ünal, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere pek çok subayın, halkı yeni bir direnişe motive etmeye çalıştıklarına dikkati çekerek, "Mustafa Kemal Paşa'nın 9. Ordu Müfettişi olarak 1919'da Samsun'a hareketi ve sonrasında Anadolu'da başlattığı mitingler ve kongreler süreci, bir süre sonra Millet Meclisi adıyla İstanbul dışında yeni bir meclisin teşekkülünü doğuruyordu. Tabi işgal altındaki İstanbul ve Anadolu topraklarının yalnızca protesto ve siyasi mücadele ile kurtarılamayacağının bilincinde olan Mustafa Kemal ve Milli Mücadele'nin öncü askeri komutanları, düzenli bir ordunun kurulmasına öncülük ediyorlardı." dedi.
Bu süreçte işgal altındaki bölgelerde işgal güçlerinin ilerleyişini yavaşlatan Kuvayımilliye ve toplumu direniş noktasında motive eden dönemin dernek ve cemiyetlerinin önemine işaret eden Ünal, "Kurtuluş çarelerinin askeri arayışlarının tümünün birden tek bir çatı altında bir noktada toplanması ise elbette ki düzenli ordunun kurulması ile 1920 yılının ortalarında ancak mümkün olabiliyor. Bunlar kısa tarih aralıkları gibi gözükse de Türk toplumunun hafızasında yaşattıkları kırılmaları zaman kavramıyla ölçmek mümkün değil." diye konuştu.
Dahiliye Vekili Fethi Okyar'ın son kez Avrupa'ya barış çağrısı yapmak üzere gönderildiğini ancak Avrupa diplomasisinde karşılık bulunamadığını anlatan Ünal, diplomatik kanalların tıkanmasından sonra gelen askeri operasyon ve taarruz sürecini ise şöyle anlattı: "Ağustos ortalarında kendisine Fethi Bey'den gelen bu olumsuz haberler üzerine Mustafa Kemal Paşa, 26 Ağustos'ta taarruza geçeceklerine dair harekat emrini verdi. 26 Ağustos 1922'de başlayan çarpışmalarda Yunan ordusu çok ağır şekilde mağlup edildi. Bu savaş uzun yıllardır devam eden işgalin sona ermesine olanak sağlayacaktı. Milli Mücadele'nin en önemli başarılarından birisi de hiç şüphesiz Başkomutanlık Meydan Muharebesi ya da Dumlupınar Meydan Muharebesi'dir. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, savaşın ayrıntılarını Dumlupınar'dan bir telgrafla Başvekil Rauf Bey'e iletmiştir."
Bu telgrafın 26 Ağustos'ta başlayan Afyonkarahisar Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin 31 Ağustos 1922 sabahı sona erdiği ve yapılan savaşın ayrıntılarını içerdiğini aktaran Ünal, Mustafa Kemal Paşa'nın telgrafta yer alan ifadelerini şöyle aktardı: "Savaş beş gün beş gece aralıksız devam etmiştir. İlk 36 saat içinde 1. Ordu 100 kilometrelik hattı işgal eden düşmanı püskürtmüştür. Hezimete uğrayan düşman, varını yoğunu terk ederek dereler, ormanlar içinde perişan bir hale gelmiştir. Düşman askerinin yüzlercesi teslim olmuştur. Bu savaşta düşmandan önemli miktarda savaş malzemesi ele geçirilmiştir. Yalnızca bir tümenin savaştığı cephede 25 top, 140 yük otomobili, 17 binek otomobil ele geçirilmiştir. Düşmanın kaçışı esnasında süvarilerimiz top atışı ve yalın kılıç Yunan askerine taarruz etmiştir. Diğer yandan savaş ve keşif uçakları da havadan saldırmıştır. Bu saldırılar karşısında düşman ordusunun büyük kısmı mağlup edilerek, kıtaları birbirine karışarak ikiye parçalanmıştır. Tüm bu başarılı taarruz sayesinde bütün düşman kıtaları mevzilerini terk ederek çekilmeye başlamışlardır."
"Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri"
Ünal, Yunan ordusunun dağılması ve dağınık askeri birliklerin Batı'ya doğru düzensiz bir şekilde kaçmaya başlamasından sonra Mustafa Kemal Paşa'nın nasıl bir yol izlediğine dair bilgi vererek, "Eylül başında Mustafa Kemal Paşa'nın meşhur, "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri" şeklindeki veciz tarihi emri, Yunan ordularının takip edilip tamamen Anadolu'dan süpürülmesine yöneliktir." dedi.
Mustafa Kemal Paşa'nın, hitabında, "Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları! Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi'nde zalim ve gururlu bir orduyu az zamanda imha ettiniz. Büyük milletimizin fedakarlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk Milleti geleceğinden emin olmaya haklıdır. Savaş alanlarındaki başarılarınızı yakından takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerini iletme görevimi sürekli gerçekleştireceğim. Anadolu'da daha başka meydan savaşları yapılabileceği ihtimali ile herkesin tüm gayretini göstermesini istiyorum. Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!" sözlerini kullandığını aktaran Ünal, "Yakın tarihimizin bu önemli belgeleri, uygun şartlarda Arşivimizde muhafaza edilmektedir. Böylece gelecek kuşaklar, bize bu vatanı emanet eden milli mücadele kadrosunun bırakmış olduğu tarihi mirasımızı inceleyerek gerekli dersleri çıkarabilecektir." diye konuştu.
Ünal, taarruz harekatında Yunan ordularının yarısının imha edildiği, geri kalan kısmının da İzmir'e doğru kaçtığını belirterek, "Ancak bilinmelidir ki Büyük Taarruz veya Başkumandanlık Meydan Muharebesi, Türk tarafının kesin bir zaferi ile sonuçlanmış, 9 Eylül'de Türk birlikleri İzmir'e girmiş, ardı ardına bütün Anadolu kentleri düşman işgalinden kurtarılmıştır. Bakanlar Kurulu, Başkumandan Mustafa Kemal Paşa'ya ve Anadolu Ordusu'na elde ettiği tarihi başarıdan dolayı 28 Ağustos 1922 tarihinde tebrik telgrafı çektiğini de arşiv belgelerimizde görüyoruz." ifadelerini kullandı.
"Ordularımızın yetenek ve gücü düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza emniyet verecek şekilde kendisini gösterdi"
İzmir’in 9 Eylül 1922 tarihinde düşmandan temizlenmesinin ardından Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın "Büyük ve Asil Türk Milleti" hitabıyla başlayan bir beyanname yayınladığını belirten Ünal, şöyle devam etti:
"Beyannamede 9 Eylül'de İzmir ve Bursa'nın kurtarıldığını ifade eden Mustafa Kemal Paşa, 'Yunan Ordusunun komutanları esir alınmıştır. Batı'nın silahları ile donatılmış Yunan Ordusu çaresiz yaralılar haline geldi. Yüz binden fazla asker zayiat verdiler. Tüm askeri malzemelerini Anadolu'da bıraktılar. Ordularımızın yetenek ve gücü düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza emniyet verecek şekilde kendisini gösterdi. Millet orduları on dört gün içinde büyük bir düşman ordusunu imha ettiler. Dört yüz kilometrelik aralıksız bir takip yaptılar. Anadolu'daki bütün işgal altındaki toprakları geri aldılar. Vatanın kurtarılması milletin iradesinin kendi geleceği üzerinde kayıtsız şartsız hakim olduğu zamanda başlamış ve ancak milletin vicdanından doğan ordularla kesin sonuçlara ulaşmıştır.' demiştir."
Ünal, Büyük Taarruz'a gelene kadar aslında 1912'den itibaren toprakların büyük ve kanlı savaşlara sahne olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti: "Koca bir ülke aralıksız on yıl boyunca üç kıtada savaşmış. Eğitimli eğitimsiz onlarca nesil, yüzbinlerce asker, velhasıl toplumun insan kaynağı, bu savaşlarda heba olmuşlar. Ancak onların emekleri ve hayatları da boşa gitmemiş. I. Dünya Savaşı'nı kaybeden, siyasi varlığı sona eren ve tüm toprakları işgal edilen Osmanlı Devleti'nin bağrından genç bir Cumhuriyet doğmuş. Bu Cumhuriyet de yine kuruluş sürecinde emeği geçen herkese hakkını teslim etmesini bilmiş. Bu taltif yöntemlerinden birisi belki de en önemlisi ülkenin kuruluşunda bedenini siper edenlere verilen İstiklal Madalyaları. Büyük Taarruz özelinden bakarsak Büyük Millet Meclisi'nin 29 Mart 1923 tarihli Bakanlar Kurulu kararı buna örnek gösterilebilir. Düşmanın takibi ve Anadolu topraklarının düşman işgalinden kurtuluşunda pay sahibi olan ilk etapta 429 kişiye İstiklal Madalyası tevcih edildiğini görüyoruz."
Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanı Uğur Ünal, modern Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun büyük fedakarlıklar içerisinde gerçekleştiğini vurgulayarak, "Milli Mücadele sürecinde Türk milletini bir arada tutan birlik ve beraberlik ruhu, Cumhuriyet'in yüzüncü yılına yaklaştığımız şu günlerde daha da önem kazanmaktadır. Zafer yıl dönümleri birlik ve beraberlik ruhunun hatırlanması noktasında büyük bir tarihi fırsattır." değerlendirmesini yaptı.