Anasayfa / Etkinlikler

Doğu Anadolu Arkeolojisi Çalıştayı 11 Şubatta İzmir'de yapılacak

Kısa adıyla DARK olarak ifade edilen 2019 Doğu Anadolu Arkeolojisi Çalıştayında, Kazı ve Yüzey Araştırmaları, Etnoarkeoloji, Arkeometri ve Doğu Anadolu Arkeolojisi’nin Sorunları oekseninde sunumlar yapılacak.

 

Ege Üniversitesi ve TÜBİTAK tarafından desteklenen,  Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü araafınan organize edilen Doğu Anadolu Arkeolojisi Çalıştayı (Dark), Prehistorik Dönemlerden Demir Çağların Sonuna Kadar Doğu Anadolu alt başlığı ile 11-12 Şubat 2019 tarihleri arasında İzmir'de Nuri Bilgin Konferans Salonunda gerçekleştirilecek.

Çalıştay programı kapsamında ele alınacak konu başlıkları;

Kazı ve Yüzey Araştırmaları Etnoarkeoloji Arkeometri Doğu Anadolu Arkeolojisi’nin Sorunları olarak tespit edildi.


Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde gerçekleştirilecek çalıştay sonunda tartışmaya açılacak konular ise şu şekilde belirlendi:

Doğu Anadolu’da araştırmaların azlığı ve nedenleri Bürokratik sorunlar ve öneriler Bölgede çalışan eski/yeni kuşak arkeologların öğrenci yetiştirme konusunda eğilimleri Yabancı arkeologların bölgeden uzaklaşmasının sebepleri ve yarattığı sonuçlar Uluslararası işbirliklerinin azalması Doğu Anadolu arkeolojisine yönelik motivasyon düşüklüğünün nedenleri

Doğu Anadolu Çalıştayı etkinlik Programı

Çalıştay'da sunumu yapılacak bazı bildirilerin özetleri

İsmail BAYKARA, Birkan GÜLSEVEN
Doğu Anadolu’da Alt ve Orta Paleolitik DönemlerGürgürbaba Tepesi Buluntuları /
The Lower and Middle Paleolithic from Eastern Anatolia: The Gürgürbaba Hill Lithic Sample

Anadolu’daki fosil insan varlığını ve insanların Afrika’dan Avrasya’ya yayılım alanlarını ortaya koymaya yönelik gerçekleştirilen araştırmada, Van ilinin arkeolojik açıdan kilit bir noktada yer aldığı, bilimsel anlamda da elde edilen bulgularla bir kez daha ortaya konulmuştur. Coğrafik olarak Doğu Anadolu Bölgesi, Asya’ya açılan doğal bir kara köprüsüdür ve Paleolitik dönemlerde insanların Doğu Anadolu’dan Asya’ya veya tam tersi yönde olan göç hareketlerinin incelenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir.
Bu kapsamda Van İlinde gerçekleştirilen araştırmalar sırasında Erciş’in, Ulupamir Köyü’nün hemen kuzeyinde yer alan ve Gürgürbaba Tepesi olarak isimlendirilen alanda Paleolitik Çağ’a ait çok sayıda yontmataş alet tespit edilmiştir. Bu çalışmada Gürgürbaba Tepesi buluntu alanında yüzey araştırması sonucunda tespit edilen ve Paleolitik Döneme tarihlenen buluntuların teknolojik ve tipolojik özellikleri tanımlanmıştır.

Gürgürbaba Tepesinin Paleolitik dönem kalıntıları arasında el baltaları, iri yonga ve dilgileri, iri kesici aletleri, Levallois olan ve olmayan yongalama ürünleri, düz yonga ve dilgi gibi yontmataş alet kalıntılarıyla teknolojik açıdan Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ve Orta Paleolitik döneme ait olduğunu tespit edilmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin Orta Pleistosen dönemin ortalarından itibaren (Oksijen izotop 12) Paleolitik dönem insanları tarafından iskan edildiği düşünülmektedir. Burada tespit edilen yontmataş aletler, Geç Acheulian ve Orta Paleolitik dönemde Levant ve Güney Kafkasya’daki örneklere benzer olduğu ortaya çıkarılmıştır.

Mehmet IŞIKLI, Gülşah ÖZTÜRK
Doğu Anadolu Arkeolojisi ve Kura-Aras Kültürel Olgusu

Eastern Anatolian Archaeology and the Kura-Araxes Cultural Phenomenon

 

Ülkemiz topraklarının beşte birini oluşturan dağlık Doğu Anadolu Bölgesi konumundan sıra dışı coğrafi özelliklerine değin birçok açıdan özel ve önemli bir bölgedir. Bu bölgenin arkeolojisi de kendi coğrafi özellikleri kadar zorlu ve sıra dışıdır. Bölge arkeolojik açıdan yüksek bir potansiyele sahip olmasına karşın bünyesinde çok sayıda çözüm bekleyen sorun bulunmaktadır. Bu sorunlu dönem ve kültürlerin başında da bölge arkeolojisinin dönüm noktalarından biri oluşturan Kura-Aras Kültürü’nün hâkim oluğu Erken Tunç Çağları gelmektedir.

Antik Yakındoğu genelinde önemli ve köklü değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bu dönemde Doğu Anadolu yaylasını büyük çapta bu kültürel fenomen karakterize etmektedir. Coğrafi ve kronolojik açıdan önemli bir büyüklüğe sahip olan bu kültürel yapılanma Doğu Anadolu Arkeolojisinin en önemli kültürel unsurlarının başında gelmektedir. Bu sunumda bu kültüre dair var olan sorunların tespiti, nedenleri ve olası çözüm önerileri bölge arkeolojisi çerçevesinde analiz edilecektir.

Bengi Başak SELVİ
Kura Aras Alet Çantası: Sos Höyük Örneği /
The Kura-Araxes Tool Kit: An Example from Sos Höyük

Kura Aras Kültürü İlk Tunç Çağı boyunca Doğu Anadolu Bölgesi'nde baskın olarak bin yıldan uzun süre varlığını sürdürmüştür. Bilindiği gibi Kura Aras fenomeni küçük köy tipi yerleşmeler, tarım-hayvancı yaşam biçimi ve kırmızı-siyah açkılı el yapımı çanak çömlekle tanımlanmaktadır. Ancak çoğunlukla bu kültür üzerine araştırmalarda alet çantası göz ardı edilmiştir. Bu çalışmanın temel amaçları arasında Sos Höyük kazılarında bulunan aletlerin tanımlanması ve yapım teknolojileri hakkında bilgi verilmesinin yanında, yaklaşık bin yıldan uzun süren Kura Aras etkisinde alet çantasındaki değişim, hammadde temin stratejilerine de değinilecektir. Özellikle, taş alet üretimi üzerine çalışmaların Üst Paleolitik ve Neolitik döneme yoğunlaşmış olduğu düşünüldüğünde Sos Höyük buluntu topluluğu İlk Tunç Çağı'nda avcılık, hayvancılık ve tarımda kullanılan aletlere ışık tutması açısından ayrı bir önem arz etmektedir.

Hülya ÇALIŞKAN AKGÜL
Yukarı Fırat Vadisi’nde M.Ö. 4. Binyıl Sonu - 3. Binyıl Başı: Geç Kalkolitik Dönem’de “Uluslararası” İlişkiler /
The End of the 4th and the Beginning of the 3rd Millennium BC in the Upper Euphrates Valley: "International" Relations in the Late Chalcolithic.

 

Yukarı Fırat Vadisinde yapılan araştırmaların geçmişi 19. yüzyılın sonlarına kadar uzanır. Bölgede, 1968’lerde başlayan Keban ve Karakaya baraj projeleri, arkeolojik mirasın büyük bir bölümünün sular altında kalmasına neden olmakla birlikte yoğun arkeolojik çalışmaların başlatılmasını da sağlamıştır. Barajların su tutmaya başlaması ile birlikte kazı çalışmalarının sayısı dramatik bir biçimde düşüş göstermiştir. Günümüzde ise detaylı-sürekli ve güvenilir verinin elde edildiği tek yerleşim yeri, Malatya’da yer alan Arslantepe’dir. 1961 yılından günümüze kadar devam eden kazı çalışmalarında, höyüğün güney bölümünde, Geç Kalkolitik döneme tarihlenen ve bölgede ilk defa erken devlet sisteminin hayata geçirildiği muazzam bir kerpiç saray ortaya çıkarılmıştır. Sarayda saptanan buluntular, söz konusu dönemde yerleşim yerinin bölgelerarası ilişkilerde önemli bir merkez olduğunu ortaya koymaktadır.

Özellikle 1980’li yıllardan itibaren yerleşimde odaklanılan Kalkolitik dönem çalışmaları Arslantepe’nin Mezopotamya’daki Geç Uruk kültürü ile iletişim ve etkileşimde olmasının yanı sıra güçlü bir bölgesel karaktere sahip olduğunu da göstermektedir. Ancak bu noktada, Mezopotamya etkisi göstermeyen kırmızı-siyah renkli ve parlak açkılı yeni bir çanak çömlek grubunun hem Arslantepe’de hem de Tepecik’de (Elazığ), Geç Uruk ile ilişkili tabakalarda saptanması Kızılırmak Havzası ve kuzeydoğu Anadolu bölgeleri ile ilişkilerin var olup olmadığı tartışmalarını başlatmıştır.

Sözü edilen anahtar bölgeler birbirinden farklı kültürel geçmişe ve dinamiklere sahip olsalar da Geç Kalkolitik dönemde yoğun iletişime geçmiş bölgelerdir. Bu nedenle belki farklı “etnik gruplara” da sahip olabilecek bu bölgeler arasındaki ilişki “uluslararası” ölçekte ele alınabilir. Dolayısıyla Yukarı Fırat bölgesindeki tek kazı yeri olan Arslantepe sadece kendi bölgesini değil, Kızılırmak Havzası, kuzeydoğu Anadolu ve hatta Doğu Karadeniz bölgelerinin Kalkolitik dönemdeki kültürel süreçlerine ışık tutabilecek bir güce sahiptir. Bu çalışmada Yukarı Fırat Vadisi Geç Kalkolitik çağ kültürü, özellikle çanak çömlek buluntu grupları üzerinden incelenecek ve söz konusu dönemde farklı kültürler arasındaki iletişim-etkileşim süreçleri ve bunların sonuçları ele alınacaktır.

Ayhan YARDIMCIEL
Yeni Buluntular Işığında M.Ö. 2. Binyıl’da Doğu Anadolu’nun Isısızlaşması Üzerine Bir Değerlendirme /
An Analysis of the Desertion of Anatolia in the 2nd Millennium B.C.E. in the Light of New Findings

 

Doğu Anadolu’nun ilk yerleşik köy yaşantısının temelleri her ne kadar Kalkolitik Çağ ile atılmışsa da belirgin olarak ortaya çıkışı İlk Tunç Çağı ile birlikte olmuştur. Kura-Aras Kültürü olarak adlandırılan bu kültür mensupları bölgenin coğrafi şartlarına göre refleks geliştirmişlerdir. Kültür içerisinde yer değiştiren göçebeler olmasına rağmen ağırlıklı ekonomik model yerleşik yaşantı yönündedir. Ancak yaklaşık binyıl sürmesine rağmen Kura-Aras Kültürü yerleşmelerinin herhangi bir tahribat olmadan terk edildiği anlaşılmaktadır.

Özellikle Van Gölü Havzası’nda bulunan Karagündüz, Dilkaya ve Van Kalesi isimli höyüklerden elde edilen veriler Kura-Aras Kültürü sonrasında cılız bir Erken Demir Çağı tabakasına kadar geçen süreçte bu yerleşme yerlerinin terk edildiğini ortaya çıkarmıştır. Orta Tunç Çağı’na tekabül eden bu ıssızlaşma Doğu Anadolu’da oldukça belirgindir. Aynı durum Aragats Ovası’nda da görülmesine rağmen burada yine de Orta Tunç Çağı’na tarihlenen tabakalara ulaşılmıştır. Özellikle Metsamor yerleşmesinde 4 m. ye yakın bir Orta Tunç Çağı tabakası bulunmaktadır. Bu tabakadan ele geçirilen keramikler Aras Boyalıları Kültürü keramik repertuarı ile uyumludur. Nahçıvan bölgesinde bulunan I. Ve II. Kültepe höyükleri ile Şahtahtı ve Kerki gibi nekropollerden elde edilen verilere göre ise İlk Tunç Çağı sonrası yaşamın kesintiye uğramadan devam ettiğini ortaya çıkarmıştır.

Tüm bu bilgi ve bulgular sonrasında Türkiye bilim camiasında ilk kez Altan Çilingiroğlu ile gündeme gelen Van-Urmiye Boyalıları, sonrasında yapılan araştırmalar ile Aras Boyalıları ismini almış ve ait olduğu kültür ise genel bir kabul ile Aras Boyalıları Kültürü olarak adlandırılmıştır. Bu doğrultuda ortaya çıkan tablo İlk Tunç Çağı Kura-Aras Kültürü sonrasında aslında yeni bir kültürün ortaya çıktığıdır. Ancak kültürün Kafkas Dağları’nın güney eteklerinde başlamak üzere güneyde Kuzeybatı İran ve Muş Erzurum hattından doğuda Nahçıvan’ı kaplayan geniş yayılım alanı içinde sadece Anadolu paydaşındaki arazide kültüre ait yerleşim yerlerinin tespiti yapılamamıştır.

Arkeolojik kazı yapılan anahtar yerleşmelerde ise kültüre ait keramikler tabakaya bağlı olmayan buluntulardır.
Bu aşamadan sonra kültür için, yarı göçebe, göçebe, pastoral gruplar vb. tanımlamalar yapılmıştır. Bu tanımlamaların yapılması elde edilen arkeolojik verilerin tanımlanması üzerinden olacaktır. Göçebeliğe gerekçe olarak ise iklim değişikliği ile artan hayvan sürülerinin otlak sıkıntısı çekmesi dolayısıyla yüksek rakımlı yerlere çıkış gösterilmiştir. Aras ve Arpaçay Nehri ile bağlı kolları aracılığı ile tam bir depresyon alanına dönüşen kültürün yayılım coğrafyasının merkezinde bulunan Büyük ve küçük Ağrı Dağları zorlu geçitler coğrafyanın diğer aktörleridir. İşte bu zorlu coğrafyada tamamen bir yerleşik yaşamdan veya göçebelikten bahsetmek mümkün değildir. Bu doğrultuda 2016 yılında başlattığımız Aras Boyalıları Kültürü’ne yönelik yüzey araştırmaları sırasında 2017 yılında Iğdır ile Aşağı Erhacı Köyü sınırları içinde 865 rakımda kültüre ait bir yerleşim yerine ulaşılmıştır. Kültürün yayılım coğrafyasının Anadolu paydaşındaki bu ilk keşif ilk etapta sorun çözmüş gibi görünmüşse de önemli anahtar yerleşmelerin neden terk edildiğini hali hazırda açıklamış değildir. Bununla birlikte akıllara dikey tabakalanmanın terk edilip yatay yerleşme modelinin benimsenmiş olduğu fikri gelmektedir. Çok yoğun miktarda ele geçirilen monokrom Aras boyalılarının tamamı geometrik bezemelidir. Yerleşim yerinden geçen kanal duvarından tabaka takibi yapılamadığı için şimdilik Erhacı Yerleşmesi olarak adlandırmaktayız. Bölgede Orta Tunç Çağı öncesi veya sonrasına ait keramik verisine ulaşılamamıştır.
Bununla birlikte kültür içinde hem Transhümanist hem de Nomadik grupların aynı anda var olduğu düşünülürse bulunan yerleşim yerinin hangi grup tarafından kullanıldığı da şuan için net değildir. Ancak yazının hazırlanmasına sebep olan sempozyumun düzenleneceği tarihten önce aynı bölgede yapılacak yüzey araştırması ile yerleşim yerine bağlı nekropol alanı ve güvenlik gerekçeli savunma tesisinin tespiti yerleşmenin Transhümanist gruplara ait olduğunu ortaya çıkarmaya yetecektir. Keza Transhümanist gruplar bir yerleşim yerine bağlı kısmi göç yapan gruplar oldukları için sürekli gömü yapılan bir nekropol alanına sahip olmaktadırlar. Bununla birlikte bu yerleşim yerinin güvenliğini sağlayacak bir savunma tesisinse ve bu arkeolojik merkezler arasındaki irtibatı sağlayan bir yol ağı şebekesine sahiptirler. Transhümanistler bugünkü köy-yayla modelini karşılamaktadırlar. Köy içinde bulunan hayvancı gruplar kısa süreli göç yapmaktadırlar. Ancak tarımcı gruplar köy içinde sabit kalmaktadırlar. Dolayısıyla bugün köy sistemi içinde yaşayan ve yazları yaylaya çıkan gruplara göçebe denilemeyeceği gibi Aras Boyalıları Kültürü için de göçebe terminolojisinin terk edilmesi gerekmektedir. Ancak Nomadik gruplar ise sürekli yer değiştirmektedirler. Tuzluca ilçesi Çiçekli Köyü sınırları içinde ekip üyelerimiz çok net bir şekilde Nomadik kamp yeri tespit etmiştir. Bu kez büyük hayvan sürüleri için tasarlanan bir savunma tesisi, (ki önceden kale olarak tanımlanmıştır), bir gölet, gölet ile savunma tesisi ararsıdaki yol ağı ile tek bir adet kromlek mezar bu kamp yerinin arkeolojik tespitleridir.
Bu çalışma ile yeni bilgi ve buluntular ışığında Orta Tunç Çağı Aras Boyalı Kültürü’nün ekonomik tercih merkezli yerleşim stratejisi ve tipoloji üzerine değerlendirme yapılacak, Issızlaşmaya yeni bir bakış açısı getirilecek, transhümanist ve nomadik kavramları ışığında kültürün yaşam karekteri değerlendirilecektir.

Kemalettin Köroğlu - Harun Danışmaz
Urartu Krallığı’nın İdari Yerleşim Organizasyonu

Administrative Settlement Organization of the Urartian Kingdom

 

Gününüze kadar Urartu Krallığı’nın yönetim modeli yazılı belgelerden elde edilen sınırlı bilgilerden kurgulanmıştır. Özellikle Urartu ve Assur yazılı belgelerinden 200 yılı aşkın süre boyunca krallığı idare eden kral sülalesi ve bazı eyalet valileri, Urartu sarayında çalışan görevliler bu sistemin parçaları olarak tartışılmıştır. Bütün bu işlerin Van Gölü’nün doğu kısmındaki başkent Tuşpa’dan yürütüldüğü kabul edilmektedir. Ancak bu yönetim modelinin oldukça parçalı coğrafi bölgelere bölünmüş, ulaşımı son derece zor Urartu coğrafyasına nasıl uyarlandığı konusunda belirsizlikler bulunmaktadır. Üzerinde tartışacağımız idari yerleşim organizasyonuna ilişkin bulgular yazıtlarla birlikte bu belirsizliği azaltmakta, devletin yapısını biraz daha belirgin hale getirmektedir. Önerdiğimiz model 3 temel yerleşim biçimi üzerine kurgulanmıştır.

Krallığının doğrudan inşa ettirdiği kentler ve yönetim merkezleri

Krallığın planladığı ancak valilerin inşa ettiği yerel eyalet merkezleri

Krallıkla ilişkisi olduğu anlaşılan aşiret merkezleri

 

Bu yazıda, her üç grubun aynı döneme ait olduğu ve bir sistemin parçası olarak geliştiğini gösteren bulguları tartışacağız. Urartu ülkesine dağılmış merkezlerin genel özellikleri ve buluntuları bu konudaki temel dayanaklarımız olacaktır.

Mehmet KARAOSMANOĞLU, Mehmet Ali YILMAZ
Kaleden Çok Katmanlı Yerleşim Yerine: Altıntepe. Sorunlar, Yeni Keşifler ve Öneriler / From Castle to Multi-Layered Settlement: Altıntepe. Problems, New Explorations and Suggestions

Doğu Anadolu Bölgesi’nin arkeolojik potansiyeli oldukça zengindir. Yerleşime uygun coğrafi özelliklerinin yanı sıra Kafkaslar, İran ve Kuzey Mezopotamya kültür bölgelerinin kesişim noktasındaki konumuyla birçok kültüre ev sahipliği yapmıştır. Doğu Anadolu Bölgesi’nin bazı bölümleri arkeolojik çalışmalar açısından şanslı olsa da (bilimsel kazılarla birlikte kurtarma kazılar vb.) çoğu bölümde çalışmaların eksikliği dikkati çekmektedir. Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Fırat ile Erzurum-Kars Bölümleri arasındaki geçiş bölgesinde yer alan Erzincan Ovası ve dolayısıyla Altıntepe, bölge içinde arkeolojik açıdan şanslı yerlerden biridir. Yürütülen kazılar ve yüzey araştırmaları bölgenin gerek Orta Anadolu gerekse de Güney Kafkasya ile olan ilişkilerini ortaya koymaktadır.

Altıntepe’deki ilk bilimsel kazılar 1959-1968 yılları arasında Prof. Dr. Tahsin Özgüç tarafından gerçekleştirilmiştir. Yayınlanan iki cilt kitap ve birçok makalede genel olarak Urartu Dönemi buluntuları arkeoloji dünyasına tanıtılmıştır. 2003 yılında başlayan ikinci dönem çalışmalarında sadece Urartu dönemiyle sınırlı kalmayıp, Urartu öncesi ve sonrası Altıntepe’nin yerleşim sürecinin anlaşılması için de kazılar gerçekleştirilmiştir. Kuzeydoğu Anadolu’da, özellikle Erzincan Ovası’nın ön tarihi ile ilgili bilgilerimiz Altıntepe kazıları dışında sadece yüzey araştırmalarının sonuçlarıyla sınırlıdır. Bilimsel kazılarla açığa çıkarılan kontekstlerden gelen mimari ve keramik buluntular, Altıntepe’de gerçekleştirilen ikinci dönem kazı çalışmalarıyla elde edilmiştir.
Söz konusu bulgular Altıntepe’nin sadece bir Urartu Kalesi olmasından ziyade çok katmanlı bir yerleşime ev sahipliği yaptığını göstermektedir.
Bu çalışmada, bölgenin sadece Urartu dönemi değil öncesi ve sonrasıyla ilgili sorunları yeni veriler ışığında değerlendirilerek, bazı önerilerle, gelecek çalışmaların doğrultusu üzerinde durulacaktır.

Gulan AYAZ
Doğu Anadolu Erken Demir Çağ Çanak Çömlek Bulgularının Değerlendirilmesi Sorunu / The Problem of the Evaluation of Early Iron Age Pottery Data in Eastern Anatolia

Son yıllarda Doğu Anadolu Erken Demir Çağ çanak çömlek bulguları üzerine yapılan çalışmalar artmıştır. Bununla birlikte Erken Demir Çağ çanak çömleğine ilişkin ayırtedici ayrımların yapılması ve beraberinde gelen tartışmalarda aynı kısır döngü etrafında dönüldüğü gözlemlenmiştir. Bilindiği gibi dönemi tanımlamada temel referans noktamızı Yukarı Fırat havzasının tabakalı kazıları sağlamaktadır. Bölgenin daha doğusunda, höyüklerdeki tabakaların silikliği ve beraberinde bulguların çoğunlukla mezar kazılarından ele geçirilmiş olması ise özellikle bölge arkeolojisinin daha genç araştırmacılarca bir sorunsal olarak ele alınmıştır.

Üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olarak önümüzde duran bu sorunun, çözüm noktasında elimizdeki önemli veri gruplarından birini yivli seramikler oluşturur. Bu buluşmada fikir terakkisinde bulunmak üzere, yivli seramikleri destekleyebilecek doneler bir kez daha analiz edilerek katılımcılarla paylaşılacaktır.

Oğuz ARAS - Mehmet IŞIKLI
Doğu Anadolu Arkeolojisinde Atlı Kavimler Sorunu /
The Problem of Equestrian Tribes in Eastern Anatolian Archaeology

 

Doğu Anadolu konumu itibariyle İç Anadolu, Kafkaslar ve Mezopotamya arasında kavşak niteliğindedir. Bu nedenle yüzyıllarca halkların kısmi ve toplu nüfus hareketleri bu bölge üzerinden gerçekleştirilmiştir. MÖ 8 ile 6. yy arasında Anadolu’daki varlıkları kısmi arkeolojik verilerle desteklenen, Kimmer ve İskitlerin bu hareketliliğin bir sonucu olarak Anadolu’ya kadar geldiği düşünülmektedir. Söz konusu bu hareketli gruplar Demir Çağı’nda tüm Anadolu’yu boydan boya geçmiş ve önüne çıkan bütün uygarlıklarda derin izler bırakmıştır. Bizi bu noktada ilgilendiren ise Doğu Anadolu, dolayısıyla Urartular üzerinde var olan etkileridir. Urartu yazılı kaynaklarına baktığımızda İskit halkları ile ilgili bilgi(lerimiz) tartışmalı olmakla birlikte bir elin parmağını geçmeyecek kadar azdır.

Minua oğlu Argişti ve Argişti oğlu Rusa dönemlerine tarihlenen yazıtlarda adı geçen ‘İsqugulu Ülkesi’nin, ses benzerliği göz önünde bulundurularak İsqugulu-İskit Ülkesi olduğu düşüncesi ortaya atılmıştır. Bunların yanı sıra, özellikle II. Rusa döneminde yakın ilişkilerin kurulduğu ve atlı kavimlere barışçıl yaklaşıldığı bilinmekle birlikte bu atlı askerlerin paralı asker olarak sınır güvenliğini sağlamak amacıyla stratejik noktalara yerleşimlerine izin verildiği ve Anadolu’nun içlerine doğru geçişlerinin serbest bırakıldığı öne sürülen görüşlerden biridir. Ayanis Kalesi’nde açığa çıkartılan yeni arkeolojik bulgular ışığında Urartu Kalelerindeki atlı kavimler etkileri değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Hanifi BİBER
Muş ili ve ilçeleri 2009 - 2014 Yılları Arkeolojik Yüzey Araştırmaları /
Archaeological Surveys of Muş Province 2009–2014

 

Muş ili doğası, iklimi, tarihi ve kültürel yapısıyla Doğu Anadolu Bölgesi’nin önemli kültür ve turizm merkezlerinden birisi olarak dikkat çeken illerimizden biridir. Ancak il sınırları içerisinde bu güne kadar sınırlı sayıda birkaç araştırma dışında çalışma yapılmamıştır. Bu nedenle Muş’un tarihi geçmişi hakkındaki bilgilerimiz oldukça yetersizdir.
Eldeki sınırlı verilerden edinilen bilgilere göre Tarih Öncesi Çağlar’dan itibaren insanoğlunun yerleşimine sahne olduğu anlaşılan Muş İli sınırları içerisinde bulunan kültür varlıklarımızın sayısı ve güncel durumları da ne yazık ki yeterince bilinmemektedir.

Bu nedenle Muş ve çevresinin Prehistorik Çağlardan Orta Çağ’a kadar olan dönemlerden günümüze ulaşmış kültür varlıklarını tespit etmek ve Muş İli’nin söz konusu dönemlerdeki siyasal ve kültürel yapısı hakkında bilgi sahibi olmak amacıyla 2009-2014 yılları arasında (2013 yılı hariç) tarafımızdan beş yıl süren araştırmalar gerçekleştirilmiştir.
Yüzey araştırmalarımızda İlk Çağlardan Roma Dönemi sonlarına kadar yaklaşık 160 arkeolojik merkez tespit edilmiştir. Bunlardan 50 höyük, 20 kale, 21 Nekropol ve tek mezar, 6 düz yerleşme, 3 baraj ve gölet ile 1 taş ocağı olmak üzere yaklaşık 100 adeti dikkate değer özellikler arz etmektedir. Bu çalışmada söz konusu merkezler ana hatlarıyla tanıtılmaya çalışılmış ve bölgede yapılan arkeolojik çalışmalarda karşılaşılan bazı problemlere değinilmiştir.

Nilgün COŞKUN
Dağlık Şırnak Bölgesi Dirheleri /
Dirhes in the Mountainous Region of Şınak

Dağlık Şırnak Bölgesi, Cizre-Silopi Ovaları ile Van Gölü Havzası arasında kalan ve yükseltisi doğuya doğru artan bir kuşaktır. Yürütülen “Şırnak İli Merkez ilçe, Güçlükonak, Uludere ile Beytüşşebap İlçeleri Yüzey Araştırması” ile bölgenin arkeolojik sıradüzeni ile ilgili ilk verilere ulaşılmıştır. Daha önce Doğu Anadolu Bölgesi’nde, Urartu kültürel sınırları içinde yapılan çalışmalardan bilinen dirheler, yüzey araştırmamız sırasında en sık karşılaştığımız mimari unsurlardır.

Çalışma alanımızın batısını oluşturan Güçlükonak İlçesi, batıdan ve güneyden Dicle Nehri ile sınırlandırılmıştır. Gabar Dağı’ndan kaynağını alan ve güneyde Dicle Nehri ile birleşen nehir vadilerinin yüksek yamaçlarında, derin vadileri kontrol edecek biçimde konumlandırılmış dirhelerin nerdeyse tamamı birbirini görecek biçimde inşa edilmiştir. Bölgede dirhelerle birlikte, eş zamanlı kullanılmış olabilecek kaleler de tespit edilmiştir. Yüzey araştırması alanımızın en doğusunda bulunan ve oldukça yüksek dağlarla kuşatılmış Beytüşşebap’ta ise dirheler sayıca çok daha fazladır ve büyük yapı grupları halinde yerleştirilmiş olanlar da vardır. Beytüşşebap’ta da dirhelerle ilişkili olabilecek yerleşimler ve mezarlar tespit edilmiştir.

Çok iri ve kaba taşlardan yapılan, kare ya da kareye yakın planlı kule benzeri yapılar olan dirhelerin kendi içlerinde hiyerarşik, fonksiyonel ve dönemsel farklılıklarının olup olmadığı, bu gelişkin sistemin merkezi bir siyasi örgütlenme tarafından yaptırılıp yaptırılmadığı, kültürel ve fiziki sınırları şu an tamamen bilinmezdir. Coğrafi olarak, M.Ö. I binyılın ilk yarısında, Yakındoğu’nun iki büyük siyasi gücü olan Yeni Assur ve Urartu devletlerinin arasında kalan dağlık Şırnak Bölgesine dair tüm bu soruların cevabı ancak bölgede yapılacak sistemli araştırmaların devam etmesi ile mümkün olabilecektir.


Sami PATACI
Son Dönem Araştırmaları Işığında Ardahan ve Kuzeydoğu Anadolu Arkeolojisi /
Ardahan and Northeast Anatolian Archaeology in the light of Recent Research

 

2013 yılından bu yana, Ardahan ili sınırlarında 80’nin üzerindeki arkeolojik alan tarafımızca araştırılmış, bu alanların önemli bir kısmı ayrıntılı bir şekilde belgelenirken küçük bir kısmında henüz detaylı çalışma imkânı bulunamamıştır. Altı sezonluk yüzey araştırmalarının ve diğer projeler kapsamında yürüttüğümüz çeşitli incelemelerin sonuçları, ulusal ve uluslararası nitelikte 18 bilimsel yayında paylaşılmıştır. Yüzey araştırmalarında ilin dönemlere ve arkeolojik kültür varlıklarının işlevine göre detaylı haritaları hazırlanmış; arkeolojik alanların yerden ve havadan fotoğraflanması, 3d modellemelerinin yapılması, mimari kalıntıların ve küçük buluntuların teknik çizimlerinin oluşturulması gibi çalışmalara ağırlık verilmiştir.
Ardahan’ın hemen hemen her noktasında arkeolojik kültür varlıkları ile karşılaşmak mümkündür; Çıldır Gölü’nün kuzey kıyısındaki Akçakale Adası, Ardahan’ın belki de en önemli Eskiçağ arkeolojik alanıdır. 2013-2015 yüzey araştırmalarında, bir Erken Tunç Çağı kültürü olan Erken Transkafkasya (Kura-Aras) Kültürü ve sonrasına ait izler ilin merkez ilçesindeki bazı yerleşim alanlarında tespit edilmiştir. Ardahan Ovası’nın çevresinde yer alan Çeğilli, Yokuşdibi, Değirmenli, Sulakyurt, Kartalpınar, Çamlıçatak ve Alagöz yerleşimlerinde rastladığımız arkeolojik alanlar Tunç Çağı açısından bizlere yeni veriler sunmaktadır.

Yüzey araştırmalarının sonuçları doğrultusunda kesin bir değerlendirme yapabilmek doğru olmayacaksa da altı yıllık tecrübemize dayanarak Tunç Çağı’nda Ardahan’ı iskân eden ve olasılıkla yarı göçebe olması gereken toplulukların, pastoral bir yaşam tarzına bağlı olarak hayvancılıkla uğraştıklarını düşünmekteyiz. Yüksek topografik alanlarda tespit edilen mevsimlik yerleşimler ve hayvanlar için oluşturulmuş barınaklar/ağıllar, günümüzde de bölge insanının en önemli geçim kaynağı olan hayvancılığın en azından Erken Tunç Çağı’ndan itibaren uygulanmaya başladığını göstermektedir.
Erken Transkafkasya Kültürü ile başlayıp gelişen yaşam tipi ve bölgenin sert kış koşulları Ardahan’ın uzun dönemler boyunca kentleşmesini engellemiştir. Eskiçağ toplulukları Ardahan’da birbirine yakın coğrafi noktalara ve özellikle Kura Nehri’nin yakın çevresine aralıklarla konuşlanarak köy yerleşimlerini meydana getirmiş; ancak geniş insan toplulukları geç dönemlere kadar belirli bir mıntıkada yoğunlaşmamıştır.

Geçmiş yıllardaki bazı araştırmaların sonuçlarında, Ardahan’ın yer aldığı bölge için Urartu, Kimmer ve İskit gibi kültürlerin varlığından söz edilmiş ve il sınırlarındaki Demir Çağı kalelerinin bazı araştırmacılarca Urartu Krallığı tarafından inşa edildiği düşünülmüştür. Ayrıca ilin Hanak ilçesinde bir Urartu yazıtı keşfedilmiştir. Bir başka Urartu yazıtı, Çıldır Gölü’nün güneyinde, Kars ili sınırlarında; ancak Ardahan’a çok yakın bir noktada tespit edilmiştir. Ne var ki bu yazıtların içerdikleri verilere bakıldığında, şehrin yer aldığı coğrafyanın Urartu Krallığı'nın kültürel yaşam sahası içerisinde yer aldığını ispatlayabilecek türden buluntular olmadıkları kanaati uyanmaktadır. Yazıtlar, Ardahan'ın da içinde yer aldığı bölgedeki şehirlerin Urartular tarafından nasıl yağmalandığının, halkının köleleştirildiğinin, kalelerinin yıkıldığının birer kanıtıdır. Eskiçağ yazıtlarında, eğer imar faaliyetleri gibi yıkıcı değil yapıcı eylemlerden bahsedildiği takdirde bir şehrin kesin olarak herhangi bir uygarlığın kültür sınırları içerisinde yer aldığı ispatlanabilmektedir. Ardahan, Urartu Krallığı açısından yerleşim alanı statüsünden uzak; ancak haraç alma ve yağmalama faaliyetleri için uygun bir ara bölge olmalıdır. Demir Çağı Ardahan’ı içe kapanık, yerel bir vaziyete sahipmiş gibi gözükmektedir.
Ardahan yalnızca Eskiçağ arkeolojisi bakımından değil, Ortaçağ arkeolojisi açısından da oldukça önemlidir. Özellikle Posof ilçesi sınırlarında İ.S. 9. ve 13. yüzyıllar arasına tarihlenmesi gereken çok sayıda arkeolojik alan mevcuttur. Ne yazık ki ne Eskiçağ ne de Ortaçağ buluntuları için şu ana kadar kapsamlı arkeolojik kazılar ve restorasyon ve konservasyon çalışmaları faaliyete geçirilebilmiştir. Kültür varlıkları tahrip olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Define bulma amacıyla yapılan kaçak kazılar bu tahribatın nedenlerinden biridir.

Gülşah ALTUNKAYNAK
Mehmet Ali ÖZDEMİR
Kurtarma Kazılarının Doğu Anadolu Arkeolojisine Katkıları: TANAP Projesi / Alaybeyi Kazıları Örneği /
The Contributions of Rescue Excavations to the Eastern Anatolian Archaeology: The TANAP Project / Alaybeyi Excavations Example

 

Ülkemiz toprakları, sahip olduğu arkeolojik potansiyel ile yakın doğu arkeolojisine yön verecek zenginliğe sahiptir. Doğu Anadolu Bölgesi ise bu alandaki rezervini uzun yıllar bünyesinde saklamak zorunda kalmıştır. Cumhuriyetin yetiştirmiş olduğu ilk arkeologların bölge arkeolojisine ilgileri üst düzeyde olmasına rağmen, ilerleyen yılarda aynı heyecan devam etmemiştir. Arkeoloji terminolojisinin ilk oluştuğu yıllarda, hâkim görüş, en erken ve en gelişkin uygarlıkların daha alçak ve daha verimli ovalarda olması gerektiği şeklindeydi ve bu görüşten yola çıkan araştırmacıların odak noktasını da ağırlıklı olarak Mezopotamya toprakları oluşturmaktaydı. Bunun yanı sıra, Doğu Anadolu’nun sert iklim ve coğrafi şarlarının getirdiği zorluklar, bölgedeki çalışma azlığının önemli nedenlerinden birisi idi.
1960’lı yılların sonuna doğru başlayan büyük projeler kapsamında gerçekleştirilen kurtarma kazıları ise o güne dek hâkim olan bu görüşün yeniden ele alınması gerektiğine işaret etmekteydi. Zira Keban projesi kapsamında tespit edilen arkeolojik potansiyelin, ancak %30’luk kısmı kazılmasına rağmen, bölge topraklarının, en erken ve dönemi için en gelişkin kültürlere ev sahipliği yaptığı açıkça görülmüştü.

Baraj yapımı çalışmalarıyla, bölgenin özellikle güneyinde hız kazanan kurtarma kazıları sayesinde, Doğu Anadolu Arkeolojisinin ana hatları ortaya çıkarılmış ve dip tarihinin ne denli zengin olduğu anlaşılmıştır. Modern çağın öncelikli gereksinimlerine paralel olarak devam eden kurtarma kazılarında, 2000 li yılların başından itibaren, daha yüksek ve dağlık kesimler önem kazanmaya başlamıştır. Petrol ve doğal gaz borularının geçiş güzergâhında bulunan Erzurum Kars Bölümü de bu durumdan en fazla nasibini alan yöreler arasına girmiştir. Son 16 yılda, bu kapsamda yapılan pek çok kazı ve araştırma, kuzeydoğu yaylalarının, sürprizlerle dolu bir arkeolojik süreç yaşadığını ortaya koymuştur. Bu çalışmaların son örneği ise 2014 yılından itibaren yürütülen TANAP Projesi kapsamında yapılan, Alaybeyi Kazılarıdır. Erzurum ve civarında en erken yerleşimin M.Ö 5. kadar gittiğini gösteren Alaybeyi Kazıları, daha önce tanımlanmış olan Erken Tunç Çağ ve Demir Çağ kültürlerine ise çok çarpıcı boyutlar kazandırmıştır.

Aylin Ü. ERDEM
Etnoarkeolojik Veriler
Işığında Urartu’da Beslenme Alışkanlığı /
Dietary Habits in Urartu in the Light of Ethnoarchaeological Evidence

 

Urartu coğrafyasının sunduğu olanaklar ve buna bağlı olarak gelişen ekonomik geçim modeli aynı zamanda beslenme stratejisinin de önemli bir belirleyicisidir. Dolayısıyla ağırlıklı olarak tarım ve hayvancılık ekonomisine sahip olan Urartular’ın beslenme modelinde tarımsal ve hayvansal ürünlerin önemli bir yer teşkil ettiği yadsınamaz. Şimdiye kadar yapılan arkeolojik çalışmalarda Urartular’ın beslenmesine yönelik çeşitli kalıntılar elde edilmiştir. Ayanis, Karmir-blur, Bastam ve Çavuştepe gibi merkezlerden elde edilen veriler buğday, arpa, akdarı gibi tarımsal ürünlerin yanında koyun-keçi ve sığır gibi küçük ve büyük baş hayvan kemiklerinden oluşan hayvansal ürünlerin tüketildiğini açıkça ortaya koyar.

Bu çalışmanın öncelikli amacı, Urartu’da varlığını bildiğimiz tarımsal ve hayvansal ürünlerin hangi tür işlemlere tabi tutularak ne türde bir tüketim döngüsüne ve çeşitliliğine sahip olduğunu ortaya koyarak Urartu’nun beslenme stratejini anlamaya çalışmaktır. Bu çerçevede hem arkeolojik, hem de etnografik veriler üzerinden tartışılarak bir değerlendirme yapılacaktır.

Atilla BATMAZ
Van Gölü Havzası’nda
Seramik Etnoarkeolojisi:
Kavakbaşı Köyü Örneği Bitlis /
Ceramic Ethnoarchaeology around Lake Van: A Case Study in Kavakbaşı Village, Bitlis


İlker ÖZKAN
Duygu KAHRAMAN
Atilla BATMAZ
Parlak Kırmızı Urartu Astarını Modern Teknikler ile Üretme Denemeleri /
Production Experiments on the Red Slip of Urartian Pottery Using Modern Techniques


Ayşegül AKIN ARAS
Mehmet IŞIKLI
Doğu Anadolu Arkeolojisinde Arkeometrik Çalışmalar /
Archaeometric Studies in Eastern Anatolian Archaeology

 

Etnoarkeoloji, arkeolojik sorulara cevap bulmak için kullanılan ve günümüzde arkeologların eskiye oranla daha sık kullandığı bir bilim dalı haline gelmiştir. Bugün yaşayan kültürlerden hareketle geçmişe ışık tutmayı hedefleyen bu disiplinin kendi içinde genişlediği, alt kollara ayrılarak daha özel araştırma alanları oluştuğu gözlenmektedir. Bu kollardan bir tanesi olan “Seramik Etnoarkeolojisi” farklı coğrafyalarda yaygın olarak kullanılmaktayken Anadolu kültürleri için nadiren kullanıldığı görülmektedir.


Bu çalışmanın amacı Doğu Anadolu’da geleneksel çanak çömlek üretimini devam ettiren köylerden biri olan Kavakbaşı (Bitlis) Köyü’nde gerçekleştirilen etnoarkeolojik bir çalışmanın ön sonuçlarını sunmaktır. Bu kapsamda köyde, bir mile bağlı, yataksız hem el ayak hem de elle döndürebilen çarkta çekilerek aviskok denilen kırmızı kille astarlanıp açık pişirim uygulanan çanak çömleğin üretim süreçleri ve üretim organizasyonu ele alınacaktır.

 

Bu çalışmanın amacı, parlak kırmızı Urartu astarını modern teknikler ile laboratuvar şartlarında elde etmektir. Bu amaçla Van ve Bitlis bölgesinden yerel killer incelenmiştir. İlk olarak, yerel killer ve kırmızı astar kimyasal ve mineralojik analizlerle tanımlanmıştır. Uygun pişirme sıcaklığını belirlemek için farklı sıcaklıklarda kil numuneleri pişirilmiş ve pişmiş numuneler XRD analizleri ve renk ölçümleri ile değerlendirilmiştir. Çalışmanın bir sonraki aşamasında, karışım reçetesi ve uygun deflokülantlar belirlenmiştir. Hazırlanan karışımlar bisküvilerin yüzeylerine uygulanmış, sonuçlar renk ölçümleri kullanılarak karşılaştırılmıştır.

Arkeometri bilimi günümüzde arkeolojik çalışmaları “kazmak”tan öteye götüren disiplinler bileşimidir. Arkeolojik buluntuların kimyasal ve fiziksel yöntemlerle pozitif bilimler açısından incelenmesini arkeometri bilimi sağlamaktadır. Bu interdisipliner bakış açısıyla arkeometri, şüphesiz arkeolojinin içerisinde vazgeçilmez bir konumda yer almaktadır.

Anadolu Arkeolojisinin gelişim sürecinde araştırma ve kazıların azlığı bilinen bir gerçektir. Maalesef bu durumun arkeometrik çalışmalara yansıması da aynı olmuştur. Bu noktada 1931 yılında Türk Tarih Kurumu’nun kurulması önemli bir adım olmuş ve Anadolu genelinde birçok araştırma ve kazı çalışması yürütülmeye başlanmıştır. Ancak Doğu Anadolu özelinde baktığımızda bu çalışmaların kısa süreli ve sistematik olmayan çalışmalar olduğu gözlenmiştir. 1960’lı yılların sonuna doğru eksikliklerin giderilmeye başlanması ile birlikte Doğu Anadolu’da yürütülen çalışmalar hız kazanmıştır. Kurtarma kazısı kapsamında 1967 yılında başlayan Keban Projesi Anadolu Arkeolojisi’nde arkeometrik çalışmaların yaygınlaşmasına öncülük etmiştir. Daha sonraki süreçte de Doğu Anadolu Arkeolojisi (Tülintepe, Değirmentepe) ülkemizde arkeometrik çalışmaların gelişmesinde katkı sağlamaya devam etmiş, 1979 yılında TÜBİTAK bünyesinde ve ODTÜ katkıları ile kurulan Arkeometri Ünitesi bu çalışmalara farklı bir boyut kazandırmıştır.

Doğu Anadolu Bölgesi’nin Geç Kalkolitik’te başlayıp Urartu’ya kadar devam eden sürecinde kısa ve uzun süreli olmak üzere birçok kazı gerçekleştirildiği görülmektedir. En önemlisi de yürütülen kazı çalışmaları sonucunda zengin arkeolojik buluntu topluluğu oluşmuştur. Elde edilen arkeolojik buluntuların arkeometrik yöntemlerle ele alınması yerleşimlerin kendi içerisinde olduğu gibi bölgede yer alan başka yerleşimler ve hatta diğer çağdaş kültür bölgeleri ile olan etkileşimlerini ve iletişimlerini ortaya koymayı sağlayacaktır. Bu noktada arkeometri çalışmalarında ilk adımların atıldığı Doğu Anadolu Arkeolojisi’nde arkeometrik yaklaşımların kazı çalışmalarına uygulanabilirliği ve Doğu Anadolu Arkeolojisine katkıları tartışılacaktır.

Caner IŞIK,- Nuran Erol IŞIK
Van Gölü Havzası’nda Kültür Araştırmacısı Olmak /
Being a Cultural Researcher in Van Lake Basin

Van Gölü ve çevresi kadim medeniyetlere beşik olmuş ve günümüzde de birçok farklı kültürel çeşitliliği içeren bir havzadır. Geçmiş medeniyetlerin kültürel dünyanın şekillenmesinde mutlaka etkileri vardır. Bu etki detaylı ve derinlikli kültür incelemeleri ile ortaya çıkarılabilir. Kültür senkretik bir yapı olarak iç içe geçmiş birçok unsurun bileşimi olarak değerlendirilmelidir. Söz konusu senkretik yapının çözümlenmesi ise ancak etik-emik değerlerin dikkate alınması ve bu değerlendirmelerin gerekçelerini oluşturacak malzemenin toplanması ile mümkündür. Bu da alan araştırmasını, katılımlı gözlemi, derleme çalışmalarını zorunlu kılar.

Alan araştırması sosyal bilimsel bir çalışmada hem verinin güncelliğinin sağlanması hem de doğrudan deneyimlenen bilginin ortaya çıkarılması için zorunludur. Fakat alan araştırması yapılan alan Van gölü havzası olunca beklenmedik, önceden hesaba katılmayan, araştırmayı zorlaştıran dirençler ortaya çıkmaktadır. Bu dirençler üç başlık altında sınıflandırılabilir. İlki araştırmacının kendinden kaynaklanan dirençlerdir, bunlar araştırmaya, bilime ve alana dair öğrenilen bilgilerdir. İkinci direnç resmi kurumlar ve kolluk güçlerinin güvenlik gerekçesi ile araştırmanın sekteye uğraması durumudur. Üçüncüsü ise baş edilmesi gereken fakat baş edilmesi en güç olan, araştırma yapılan grubun sosyal direncidir.

Araştırma söz konusu dirençlerin azami oranda etkisiz kılınması ile gerçekleşebilecektir. Fakat araştırma alanı kültür olması ve kültürün derinlemesine analiz gerektiren bir yapı arz etmesi beklenilen düzeyde bilgi teminini güçleştirmektedir. Anladığınız konuları yazmak, yazdıklarınızı gerekçelendirmek zor olmaktadır. Bilimsel kaynak gösterme ve kaynak kişi bilgilerini verme sıkıntı yaratabilmektedir. Bununla birlikte bu güvensiz durumdan faydalanmak isteyen ve bilimsel kaygıların dışında ideolojik manipülasyonlarla hareket eden araştırmacılara da uygun ortam sağlanmaktadır. Her durum da sağlıklı bilimsel analiz yapmak zorlaşmaktadır. Güvenlik gerekçeleri ile araştırılamayan alanlar, manipülatif, ideolojik bilgi üreten yapılar tarafından çok rahat bir biçimde kullanılabilmektedir.

Çalışmamızda söz konusu bölgede yapılmış, derleme ve alan araştırmaları verilerinden hazırlanan örnek olaylarla açıklamara yer verilerek, alan araştırmasının güçlükleri, alan deneyimi ile birleştirilip analiz edilmeye çalışılacaktır.

Tevfik Emre ŞERİFOĞLU
Bengi Başak SELVİ
Kültür Politikaları Ekseninde Doğu Türkiye’de Arkeolojinin Dünü ve Bugünü: Sorunlar ve Çözüm Önerileri /
Archaeology in Eastern Turkey: Problems and Proposed Solutions

19. yüzyıl sonundan günümüzde uzanan süreçte modern Türkiye’nin doğu bölgelerinde bölgesel politik belirsizlik, sosyo-ekonomik krizler ve ulus devlet oluşumu sürecinde dayatılan kültür politikaları sebebiyle arkeolojik çalışmalar nicelik ve nitelik açısından belli sınırlar içine hapsolmuş, arkeoloji alanında ülkenin geri kalanında görülen gelişmeler farklı bir etnik ve sosyo-kültürel yapıya sahip bu bölgelere beklenen ölçüde yansıyamamıştır. Bu tebliğde 19. yüzyıl sonu itibariyle bölgede gerçekleştirilmiş çalışmalar araştırma konuları itibariyle ele alınacak, bu çalışmaların niteliklerindeki dönemsel değişimiler irdelenecek, bölge içerisinde neredeyse hiç arkeolojik araştırma yapılmamış yörelere değinilecek ve araştırmaların nicelik açısından yoğunluğu ülkenin diğer bölgeleriyle karşılaştırılacaktır. Ortaya konan farklılıkların muhtemel sebepleri tartışılacak, bölgedeki mevcut durum da ele alınarak geleceğe dönük bazı çözüm önerileri sunulacaktır.

Serkan ERDOĞAN
Mazgirt/Kaleköy Kalesi Urartu Kaya Mezarına İlişkin Yeni Bulgular /
The New Discovery of a Urartian Rock-Cut Tomb in Mazgirt/Kaleköy Fortress

Kaleköy Kalesi, Tunceli il merkezinin 26 km. güneydoğusundaki Mazgirt ilçesi yakınlarında konumlanmıştır. Kale, ilçe merkezine yaklaşık olarak 750 m. çapında oval görünümlü 80 m. yüksekliğindeki bir tepe üzerine kurulmuştur. Kaleköy Kalesi’ndeki iki odalı kaya mezarı, kayalık bir podyum üzerine yükselen kale sitadelinin güney cephesinde yer almaktadır.
Kaya mezarı, mimari döşem ve süslemeleri ile Urartu Krallığı’nın en göz alıcı kaya mezar örneklerinden birini temsil etmektedir. Kaya yontuculuğunda düz ağızlı kazıyıcılar ile biçimlendirilmesine dayalı Urartu yapım tekniği, kaya mezar odalarının pürüzsüz bir yüzeye sahip olmasını sağlamıştır. Urartuca kitabesi bulunan dromos tarzındaki girişi, mezar ile ilişkili sarnıca/kuyuya açılan kapı düzenlemesi ve ana oda içerisindeki fistolu kornişler ile muntazam nişlerle bezeli olması kaya mezarının seçkin yerini doğrulamaktadır. Mezarın genel görünümünü, yapının ön cephe mimarisini oluşturan kavisli/kemerli biçimde sonlanmış görkemli giriştir. Tek kanatlı bir kapıdan giriş sağlandığı anlaşılan ana oda, 5.95/5.65 m. x 3.60/3.10 m. boyutlarında düzensiz bir dikdörtgen plana sahiptir. Mezarın ana odasının önemli bir mimari süsleme öğesi durumundaki fistolu kornişler ahşap öykünme tarzına uygun olarak (yarım) yuvarlak formlu kiriş uçlarından uyarlanmış olmalıdır. Daha özensiz yapılmış yan odanın ebatları 3.55 m. x 3.50 m. olup planı kare şekline yakındır.
Kaya mezarının ana oda tavanında ve yan odaya açılan kapı sövesindeki fisto işlemelerine eşlik eden kırmızı boya izleri, mezarın açık renkli bir zemin üzerine kırmızı renkli geometrik motiflerin işlendiğine işaret etmektedir. Ana oda tavanının arka tarafında (kuzey bölümünde) üç sıra halinde - her biri yaklaşık 0.80 - 0.90 m. uzunluğunda ve 0.40 m. genişliğinde - kırmızı boya izleri saptanmıştır. Ana odanın doğu duvarından yan odaya açılan kapı, dış ve iç olmak üzere fisto süslemeli kornişlerden oluşan iki çerçeveden meydana getirilmiştir. Belirgin olarak kapı iç çerçevesinin üst bölümünde, her fisto süslemeli silme öğesine eşlik edecek tarzda, kırmızı renkli boyadan yapılmış yarım halka biçimli duvar boyası süsleme izleri tespit edilmiştir. Oda tavanı ile aynı kırmızı renk tonundaki boya izleri kapı çerçevesinin öteki silmelerindeki fisto yerlerinde daha silik bir görünüm vermesine karşın, yan oda kapı iç ve dış çerçevesinin bütünüyle sözü edilen duvar boyası süslemesiyle bezeli olduğu anlaşılmaktadır. Buradaki kırmızı duvar boyasıyla yapılmış yarım halka biçimli süslemenin ortasına aynı kırmızı rengi taşıyan oval görünümlü bir nokta kondurulmuştur. Bu kırmızı renkli süsleme öğeleri, ana oda tavanı ile fisto kabartmalı ikinci odanın kapı silmesi ve bunun üzerindeki fistolu yan üst duvar kornişi ile yine fisto süslemeli tavan kornişini takip ederek bütünlüklü bir duvar boyası dekorasyonu oluşturduğu izlenimini vermektedir. Söz konusu izler güneş ışığını alamayan dış ortam etkilerinden uzak, kör bir noktada yer almaktadır ve en azından söz konusu kırmızı boya izleri, tavanın orta yerine kadar uzanmış görünmektedir. Bu kırmızı renkteki birbirine paralel boya dekorasyonu beyaz renk gibi açık renklerdeki bir arka plan duvar boyası üzerine yapılmış olmalıdır. Mezar ana odasının içerisindeki belirli aralıklarla izlenilen yuvarlak formlu oyukların mantar başlı çiviler (sikkatu) aracılığıyla dekoratif işlevli kare biçimli plakaların tutturulmasına yönelik olabileceği düşünülmektedir.
Kaya mezarı dromosu ile aynı ön alan kullanımına sahip bir sarnıca açılan, kayaya oyulmuş kültsel işlevli bir kapı Urartu mimarisinde tekil bir örneği temsil etmektedir. Söz konusu kapı ve sarnıç düzenlemesi ölüm sonrası yaşam bağlamında Hitit yeraltı dünyası anlayışı ile bağlantılı görünmektedir.
Mimari süsleme öğeleri, duvar boyaları ve iç dekorasyona ait izler Kaleköy kaya mezarının Urartu başkenti Tušpa’daki kral mezarlarıyla boy ölçüşebilecek niteliklere sahip olduğunu göstermektedir. Kaya mezarı içerisinde yatanın ya da yatanların kimliği bilinmemekle beraber onların önemli görevlerde bulunmuş olmaları gereken Urartu hanedanından gelen kimselerin olmaları beklenebilir. Dolayısıyla Urartu kaya mezarları arasında Kaleköy Kalesi kaya mezarı, krali mezar tipi kategorisinde değerlendirilmelidir. Bu çalışmada, Kaleköy Kalesi Urartu kaya mezarının bilinmeyen özelliklerinin yapılan yeni gözlemler sonucu ortaya çıkarılması hedeflenmiştir.