Anasayfa / Akademik

Gertrude Bell’in Günlüklerinde Isparta ve çevresi

İngilizlerin Ortadoğu haritasını şekillendirmesinde başrolü oynayan ünlü kadın casus; gezgin, yazar, arkeolog, kaşif, kartograf ve yirminci yüzyılın başlarında İngiliz Siyasi Ataşesi; Margaret Lovvthian Getrude Bell'in günlüklerinden Isparta ve Burdur ile çevresine dair bilgiler:

 

Gertrude Bell Hakkında

Gertrude Bell, tam adıyla Margaret Lovvthian Getrude Bell, Arap dünyasında büyük etki sahibidir ve Arap milliyetçiliğinin bölgede hâkim olmasını sağlayan önemli işler yapmıştır. Bunlardan en bilineni Lavvrence ile birlikte Arapları Türk yönetimine karşı ayaklandırmasıdır. Gertrude Bell, Oxford Üniversitesi'nde Orta Doğu dil ve kültürleri üzerine tarih eğitimi aldıktan sonra İngiliz Gizli Servisi için çalışmış, Bağdat'a İngiliz Komiseri olarak atanmıştır. Çalışmaları esnasında, Osmanlı İmparatorluğu sınırlan içersinde de çok değişik yerlerde geziler yapmış, insanlarla tanıştı, arkeolojik kazılarda bulundu. Arapça, Farsça ve Türkçe öğrenmiştir (İpçioğlu 2009: 249-250).

Bell, gezileri boyunca günlüklere ek olarak mektuplar da yazmıştır. Ancak çalışmanın niteliği gereği mektuplar tamamen göz ardı edilmiştir.

23 Nisan 1907 - 6 Mayıs 1907 tarihleri arasındaki günlükler ise bu günkü Dinar, Burdur, İsparta, Eğirdir, Gelendost, Keçiborlu, Senirkent, Yalvaç ve Şarkikaraağaç ile sınırlıdır.

Gertrude Bell’in yayınlanmış kitapları şunlardır: Satar Nameh (1894), Poems from the Divan of Hafız (1897), The Desert and the Sown (1907), The Thousand and One Churches (1909), Amurath to Amurath (1911), The Palace and the Mosque of Ukhaidir (1914), The Arab of Mesopotamia (1917), Review of the Civil Administration in Mesopotamia (1921), Lctters of Germide Bell (I-II) (1927).

Gertrude Bell’in Günlükleri

23 Nisan Salı (23 Nisan 1907): Hava kurşuniydi ve kısa bir süre sonra şiddetli bir yağmur başladı. Saat 06.30’da yağmur altında kaldık. Bir saat kadar ara verdi ama çiflik civarında yine başladı ve saat 12.30 civarında içeri girene kadar şiddetli yağdı. Biiyük Menderes çamunı içinde hörgüçii ve boynu dışında çamura batmış bir deve ve yanında çaresizce yanında duran zavallı yaşlı bir kadın gördük. Hiçbir şey yapamadık. 

Saat 2 sıralarında üzerimizi değiştirdik ve yükümüzü yeniden yükledik. Böcekli’ye vardığımızda saat 4.20 idi. Mr. Barfield ve kızlarından birkaç dakika sonra Spencer Wilkinson ve diğerleri geldiler. Laodicea harabelerine gittik. Hava çok kapalıve çok soğuktu. Geri döndük ve akşam yemeğini birlikte yedik. Çok mutluyum. Mr Barfield Ticaretinin çoğunu Yalvaç ve Karaağaç ile yapıyor. Mallan AvusturyalI acentasına gönderiyor. O da vagonlar dolusu yükü çok ucuz fiyatlara İstanbul’a sevk ediyor. Lord Cromer'in istifa ettiğini duydum.

25 Nisan Perşembe [25 Nisan 1907]:  Gece çok hastaydım, ağrılarım vardı ve çok bitkindim. Fettah bana çay ve bir sıcak su torbası verdi. Fakat Colossae’ye gitmek tamamen imkânsızdı. Büyük bir üzüntüyle gitmekten vazgeçtim. Posta geldi, mektupları okudum ve cevapladım. Saat 1.15’te yola çıktık ve 7’de Dinar’a ulaştık. Tren vakitleri çok değişik ve çoklukla zamanından önce kalkıyor. Manzara muhteşem. Çardak'a tırmandık, yayladan geçtik ve geri döndük. Yaııyana dizilmiş güzel yaylalar dağların yarı beline kadar uzanıyor. 

Çok kar var. Kum dağlarından oluşan Acıgöl’ün öte yakasına geçtik, güzel manzaralı, görkemli Ak Dağ’ın bittiği yerde başlayan Dinar’a geçtik. Dinar’da alımlı, yaşlı bir Rum büyükanne olan Marigo Cubic tarafından işletilen mükemmel, küçük bir han var. Orada bir demilyolu görevlisiyle karşılaştım. Sanırım adı Albone idi. İngiliz olmasına rağmen kötü İngilizce konuşuyordu. Akşam yemeğinde ekmek ve süt vardı. Müdür çağırdı ve sonra yatmaya gittim. Çok soğuktu ve parlak bir ay vardı.

27 Nisan Cumartesi [27 Nisan 1907]:  Şanslı, çokça keyifli bir gün. Önce soğuk ve sonra birkaç saatliğine oldukça sıcak bir hava... Saat 7’de kalktık ve ben yeni gri tayımın üzcrindeyim. Katırcıları doğrudan Buldur’a [Burdur] gönderdim. Fettah ve süvarim Mustafa ile beraber güzel bir yoldan, alçak geçitlerden Keçiborlu’ya doğru at sürdük.

Yüksek tepelerin zirveleri, Uluborlu Dağı ve Eğirdir Dağı muhteşem karlarla kaplı. Üç saatte Keçiborlu’ya vardık. Duvarların, çeşmelerin yapımında kullanılmış bir kaç eski taş ve mezarlıkta kitabe denilen bir kaç satırın yazılı olduğu eski taşlar vardı. Düzlükte yer alan, mezarlıktaki taşların işlenmiş olduğu Gölbaşı’na indik ve Burdur Gölü’nün baş tarafından geçerek Doğu tarafındaki tepelerin arasından at sürdük.

Saat 1 civarında Çerçin [Gökçebağ\ yakınlarında bir pınara geldik ve öğle yemeği için durduk. Sevimli bahçeler şeftali, erik ve kiraz çiçekler içinde. Sonraki köy olan, Eski Yer’de [Askeriye] caminin önünde oluklu, kırılmış bir kolon üzerinde bir yazı gördüm ve kopyaladım. Kışla’da mezerli/cte kırılmış oluklu kolonlar vardı. Saat 3 civarında Buldur’a vardım.

Kamp yapacak bir yer bulduk ve kahve içtiğim hana gittik. Kasabayı bana göstermesi için hancıyı yanıma aldım. Üç büyük kilise gördüm. Sanırım hepsi de antik yerleşimler üzerine yeniden bina edilmişlerdi. Bir okulun da yer aldığı en büyüğünün etrafında eski parçalar dikkatimi çekti. Dışarıdaki mezar taşları 100-ya da 200 yıllıktı. Burası, çıkıntılı bir yarım kubbesi ve bir açık son cemaat yeri olan bir bazilika idi.

Saat 5 civarında geri döndüm ve Fettah’ı çadırları kurarken buldum. Şehirin hemen dışında daha önce bahsettiğim cami tarafında yer alan engin mezarlıklar arasında kamp kurduk. Askerler beni yarın Ağlasun’a ve Isbarta’ya [İsparta] gitmemem için ikna etmeye çalışıyorlar. Çünkü çok erken işe başlamalıyım ve hava çok soğuk. Buradaki askerler nehirden, dağlardan, soğuktan yani her şeyden korkuyor gibi görünüyorlar.

28 Nisan Pazar [28 Nisan 1907]: Saat 5'te kalktım ve saat 6'da dışarıdaydım. Fettah’ı kamp ile beraber Isbarta’ya gönderdim ve benimle tepelere kadar gelmesi için Ahmed adında bir süvari getirdi. Antalya yolu boyunca çok sevimli, karlı dağ tepeleri arasında 9 mil kadar at sürdük. Sonra sola, yukarı doğru bir patikaya döndük ve sevimli bir ehiflik [çiftlik] geçtik. Burası iki çiftliğe daha sahip bir Buldur’luya ait olan Çınar çiftliğiydi.

Taşkapu'yu [Taşkapi] geçtikten sonra yüksek bir geçidi tırmandık ve küçük tepelerle çevrili Başköy’e indik. Ağlasun’a varmak yarım saatimizi daha aldı. Köy çok güzel bir yerleşime sahip ve tamamen Sagalassos’tan gelene taşlarla yapılmış. Bir çeşmede, kanatlı meleklerin çelenkler taşıdığı lahitler dikkatimi çekti.

Bir başka asker daha aldık ve Sagalassos’a doğru bir saat at sürdük. Bir kaç kırık lahit geçtikten sonra aniden tiyatroya geldik. Atlardan indik ve harabeler arasından kutsal yolu izleyerek tapınak harabelerine doğru yürüdük. Köyde yaşlı bir adam bize karın yolu kapatmış olduğunu anlattı ancak askerler geçebileceğimizi söylediler. Saat 2.15’te Sagalassos’tan ayrıldık. 2.45’te karlı, kaygan ve ıslak geçidin tepesindeydik. Yarım saat kadar karlara batmış halde uğraştık. 

İlerlemek çok güçtü. Sonra iki saat boyunca vadiden aşağıya indik. İki yerde büyük taşlardan yapılmış çeşme ve köprüler dikkatimi çekti. Saat 5.15’te Isbarta’ya vardık. Karşımızdaki görkemli Eğirdir Dağı karlarla kaplıydı. Eğirdir Dağı karşısına, bir bağın içinde kurulmuş kampımı buldum ve yerel idareye haber vermeyi kısa bir süre göz ardı ettim. Yemeğimi dışarıda yedim ve yazılarımı dışarıda yazdım. Süvarim Ahmed Tahtacıların dinsiz olduğunu; camileri, kiliseleri ya da kitapları olmadığını ve namaz kılmadıklarını söylüyor. Onlar bütün bu dağlarda mevcutlar. Çadırlarda yaşıyorlar. Tepelerde pek az bodur çamlar var. Bugün Fettah’ın doru atını sürdüm.

29 Nisan Pazar [29 Nisan 1907]: Saat 5’te uyandım. Saat 6’ya gelmeden kumandanla görüşmeye gittim. Dün gece kitabeler için yardım etmek üzere çadırlarımızın yakınında uyuyan yardımsever ayakkabıcı ile üç saat geçirdim. Resmini çektiğim bir Mithra taşı ve zaten fotoğraflamış olduğum ender bir mermer plakadan başka pek bir şey bulamadım. Aziz Nikola’ya adanmış eski bir kilise gördüm.

Saat 9’da bir zaptiye ile birlikte İsparta'dan ayrıldım. Eğirdir sadece 20 millik bir yoldaydı. Göl, çok güzeldi. Ağlasun Dağlan’nın aksi gölün içine düşmüştü. Yarım mil boyunca kasabada kalacağımız bir yer bulamadık. Paşalardan ve çocuklardan çok uzakta, kasabanın dışında kampımızı kurduk. Her yeri yakarcasına sıcak vardı. Kasabaya geri dönerek boşuma giden Medrese kapısını gördüm ama güneş olmadığı için fotoğrafını çekemedim. Üstü kapalı bir avlunun içinde başları kırılmış dört melekli bir sütun başı vardı. Caminin karşısında yarımadanın sağ kapısına doğru sıradan bir minare yükseliyordu. Kapıdan geçip biraz ilerleyince oldukça harap bir kaleyle karşılaşıyorsunuz. Kaleden geriye kalanlar kapı kuleleriyle iki yandaki duvarlar. Oradaki daracık alana yürüyüp oradan bir kayıkla adalara doğru kürek çektim. İlk adada çok küçük ağaçlar, yalnızca meyve ağaçları vardı. İkinci ada evlerle kaplıydı.

İki kilise gördüm. Üç gemi büyüklüğündeki Sen Teodoros kilisesinin doğu ucu dışarı taşırılarak bir giriş holü yapılmış, kilise duvarına yaslatılarak üstü kapatılmıştı. Burası büyük bir hac yeri... Yılda bir kez millerce uzaktan insanlar geliyor. Güney duvarının dışında ama yeni yapılan en dış duvardan içerde içimi çok güzel derin bir kuyu var. Her türlü hastalığı iyileştirdiği söyleniyor.
Yeniden kampa dönüp Fettah'ı buldum. Bitkindi, katırcılar işi bırakmıştı. Ne edip edip at bulmalıyız. Fettah, çadırındaki sandıklara dokunmaması için zaptiye Halil’e kesin talimatlar vererek kasabaya gitti. Geceleyin zaptiye Halil Yemen’de geçen on yılını, iki kez yaralanıp Allah'ın sayesinde ölmediğini, “Eğirdir’den 1000 kişinin gidip ancak 300 kişinin geri döndüğünü” anlattı.

Sadece iki yıllık evliymiş ve bir kızı varmış. Gizlice kampa sokulan bir Arab’ı öldürdüğü için çavuş yapılmış. Orada insanlara para verilmiyormuş fakat eve döndüğünde bütün tahsisatını almış. Kardeşi de evde karısını ve küçük çocuklarını çaresiz bırakıp orada ölmüş. Babalarının tahsisatından metelik bile alamamışlar.

30 Nisan Salı [30 Nisan 1907): Saat 6’da bütün kampla birlikte işbaşmdaydık. Yeni zaptiyemiz Mahmut’la birlikte at sürüyorduk. Hükümete bağlı olarak balıkçılık işlerinin yapıldığı Köprü'yü geçerek henüz tamamlanmamış yeni bir yoldan gölün doğusundaki tepelere tırmandık. Birinin göle yuvarlanması yüzünden yük taşıyan atlar çaresiz arkada kaldı. Sorkuncak’ı görmek için yoldan ayrılarak tepeler arasındaki bozuk patikalardan göle doğru ilerledim. Ancak burada da kitabeler yoktu. Sonra yukarı çıkıp yeni yoldan pek büyük olmayan virane bir yerleşim yeri olan Kalınkilise’ye gittim. Burada köy yok. İki kilise buldum.

Saat 12’ye doğru Sarıidris’in hemen dışında yük atları ile Fettah’a yetiştim. Bir akarsuyun yanında ağaçların altında öğle yemeğini yemek için durduk. Sonra atlarla köye gidip yumurta aldık. Katırcılar tahıl, yem almak için çoktan oradaydılar. Geç olduğu için o gece Yaka’ya ulaşamayacağımız belliydi. 40 yaşlarında birkaç adamın çalıştığı ya da çalışmaktan çok yemek pişirip yediği, öbür yanında beş-altı erkek ve birkaç çocuğun çalıştığı yoldan, vadiden aşağı indik.

Gölün kıyısındaki ovaya inerek bir Selçuklu hanının yanında kamp yaptık. Yakında bir kumsal var ve nefis bir yer. Katırlar ve yük atları sekiz-dokuz saat kadar yol yürümüşlerdi. Çadırımın tam karşısında Ağlasun Dağı'ııı görüyordum. Gölde biraz yıkandım.

1 Mayıs Çarşamba [1 Mayıs 1907]: Saat 6'da uyandık ve Gelendos [Gelendost] yakınındaki tepelerin eteklerine doğru at sürdük. Burada, Yaka’nın güney doğusunda, Ramsay’in sözünü ettiği ve Latin kitabeleri üzerine iki saat harcadığı çeşmeyi buldum. Saat 11.30 civarında, Afşar yakınlarında eşyalarıma ve Fcttah'a yetişerek 12.30’da attan indiğimiz Çaltı’ya doğru hızlıca at sürdük.

Eşyalarımız saat 2'de yanımıza gelene kadar orada kaldık. Sonra köyün altındaki çeşmenin yanında kamp alanı bulduğumuz Tokmacık'a doğru ilerledik. Köydeki bütün çeşmeler eski taştandı. Taşların varlığı, kasabanın altında geniş bir alanda binaların varlığına işaret etmekteydi. Cami duvarında da benzer bir taş var. İnsanlar köyün karşısındaki tepede bulunan bir kala [kale] var diyorlar. Ak Dağ altında, göl kenarından dolaşan bir yol yok. Bu yüzden de dolaşımlı bir yol çekiyor. Yürüyerek dolaşılabilir ama atla gidilemez.

2 Mayıs Perşembe [2 Mayıs 1907]: Uzun sıcak bir gün oldu. Sabahleyin 5.45’te yola çıkıp akşam 6.45’te vardık. Tokmacıklı Nazilli’yi yanıma aldım. Girit’te askerlik yapıp birkaç ay da Ycmcn’dc kalmış. Yırtık pırtık eski bir asker üniforması giymişti. Oldukça zeki olup bütün yolları biliyor ve neleri görmek istediğimi de bir seferde anlıyor. Zaptiye Mahmut hiçbir işe yaramıyor, gündüzleri hiçbir şeyin farkında olmuyor, geceleri de hep uyuyor. Dün gece soygunculardan korkarak hepimiz kampı terkettik. Mahmut uyudu, Fcttalı tek başına nöbet tuttu. Tepelere doğru tırmandık. Köyün 20 dakikalık yukarısından sağa dönüp, birkaç dakikada tepelerde bir kayaya oyulmuş bir mezara geldik. Daha sonra tepenin yamacını dolaşarak Kiepcrt’in bahsetmediği bir Yürük köyü olan Tırtar’a vardık. Bir çeşmede, aralarında bir çelenk olan iki öküz başının kazılı olduğu bir lahit parçası bulunuyordu.

Bu köyler kurulalı on beş yıl olmuş. Ahali şimdi metruk ve viran olan Gazire’den gelmiş. Gölün neden olduğu bataklık yüzünden sıtma hastalığı insanları yerinden yurdundan etmiş. Bir Yörük evinde nefis süt ve çay içtik. Tepeden inince doğru Gaziri harabelerine ulaştık. Göl boyunca dolaşarak ilerledik. Tepelere doğru yayılan Yürüklerle sürülerinin kapladığı, yeşil çimenlerin süslediği çevreyle koylar çok nefisti.

Kırk dakikada kayaların göle dimdik indiği hac yerine vardık. Kayaların üstünde şimdiye dek gördüğüm en büyük kartal duruyor. Eylül ayının girişiyle başlayan Hac mevsiminde iki gün burada kalınıp mağarada ekmek-şarap ayinleri yapılıyor. Kayalar bazı yerlerin dışında sanki akan mavi bir boyayla kaplanmış gibi. Gölün karşı tarafında bulunan Borlu Dağı'nın karlı dorukları çok güzel görünüyor. Saat 11.45’te öğle yemeğimi yedim. Daha sonra Gazire’ye döndük.

Gölün taşıp su altında bıraktığı yerleri gördük. Bataklığın ucunda bazı balıkçıların kaldığı kamıştan bir kulübe vardı. Buradan bir kayık tutup göldeki kamışların arasından bataklık kokusu yayan sulardan kürek çekerek, sazların elverdiği bir yerden adaya çıktık. Ada, altı ayak kalınlığında, çakıl ve harçla yapılmış Bizans duvarlarıyla çepeçevre kuşatılmıştı. Koruma kuleleri olmayan sade duvarlar. Sütunun yanından kürek çekerek geçerken eski bir taşın 18 inç kadar derinlikteki suyun içinde yattığını gördüm. Sağ elinde su kabı gibi bir nesne tutan, bir kadın figürü olan, geniş bir dikili taş.

Gölün batısındaki köylerin birinden olan sandalcılarımız, Türk-Rus savaşında bulunmuş. Tüm Balkanlar’dan ve ahalisinden söz etti. Sonunda kulübeye dönüp atlarımıza binip Gökçeali’ye gittik. Yol buradan Tokmacık’a tırmanıyor. Gökçeali iki çiftlikli küçiik bir köy. Ahalisi Rumlardan ve Miisliimanlardan oluşuyor. Bir Rum hoş geldin demek için geldi ve süt ikram etti. Karısı, çok güzel bir kadındı ve biraz Fransızca konuşabiliyordu. Benim Tüıkçem de hayli akıcıydı.

Bana köyün üzerinde bir ören olduğu söylendi ama gitmedim. Benim Rum zahiresini Eğirdir ve Dinar yoluyla İzmir’e gönderiyor. Tren yolunun Eğirdir’e gelmesinden hoşnut fakat gölde buharlıların da olmasını arzu ediyor. Uygun bir rüzgarla kayıklar 3 ya da 4 saatte Eğirdir’e varabiliyor. Kımdanlı’ya [Kumdanlı] doğru at sürdük ve 6.45'te biraz yorgun, oraya ulaştık. Çadırlar köyün üzerine kurulmuştu.

3 Mayıs Cuma [3 Mayıs 1907]: Ramsay’in büyük yazılı taşlarını gördüm ve kitabeler için köyü araştırdım. Yeni bir tane buldum. Pek çok eve gittim fakat başka yazılı taş bulamadım. 8.30 civarlarında Yalovach’a [Yalvaç] doğru bir saat civarında at sürdük. Sonra tepelere doğru sağa döndük, Celeptaş denilen, haritada gösterilmemiş küçük bir Yürük köyünden ve küçük bir ören yerinden geçtikten sonra tepelerden Ayuplar’a [Eyüp!er] doğru indik. Cami çeşmesindeki Yunanca yazı beni şaşırttı.

Köpekler mevkisine doğru at sürdük ve 11.45’te oraya varmadan az önce attan indik. Köpekler’de basit köşeli taşların dışında bir şey yok. Eyüpler’in üstünde, taşlık bir tepenin zirvesinde kale duvarları olduğu söyleniyor. O mcvkiye Hisarlık diyorlar. Bu nedenle çok uzun ve tekdüze, geniş buğday tarlalarından oluşan bir vadi boyunca aşağı indik. Nazmi’den ayrıklık ve kuzeye, Yalvaç’ın çamurlu tepelerine doğru yöneldik.

2.10'da ilk yerleşim yerlerine ulaştık ve 2.45’te çadırım kasabanın üstündeki tepeye kuruldu. Uyudum ve yazı yazdım.

4 Mayıs Cumartesi [4 Mayıs 1907]: 7.30 civarında eski yerleşim yerine gittim. Ramscy için bazı notlar alıp bazı resimler çektim. Duvarların izleri neredeyse tamamen yok olmuş. Bütün büyük taşlar Yalvaç'a taşınmış. Halk hala, buraları kazmaya ve taşları şehre taşımaya devam ediyor. Dar bir boğaz halinde akan çay şehrin üstünde küçük bir düzlüğe açılıyor. Çay sayesinde söğütler, kavaklar ve meyve ağaçları yapraklara bürünüyor. Boğaz, Giiney-Güney-Doğu ve Kuzey-Kuzey-Batı yönünde uzanıyor.
Öğle yemeğine kadar çadırımda kaldım ve kasabaya gittim. İnsanlar tarafından kalabalık kitleler halinde takip edilip fena halde rahatsız edildim. Hanın çeşmesinde kullanılmış bir oyma lahit parçası gördüm. Hemen yakında eski bir cami ve büyük bir çınar var. Kasaba her biri diğerinden bahçelerle ayrılmış 12 Mahalle'ye bölünmüş. Kaymakam tarafından kabul edildim ve kahve-sigara ikramıyla karşılandım. 3 Mecidiye’ye bir at satın aldım.

5 Mayıs Pazar [5 Mayıs 1907]: 6.15’te ayaktaydık ve ben yeni atımın üzerindeydim. Güzel köylerde ve vadilerde inişli çıkışlı yollarda at sürerek, nihayet 10.45’te Karaağaç’a [Şarkikaraağaç] indik. Küçük, alımlı, yeşil bir çim parkı ve bir hanı olan sefil bir yer. İki camiyi görmek için dışarı çıktım. Mihrabdaki ve duvara yaslanmış kürsülerdeki hayli şahane ağaç işlemelerinden başka ilginç bir şey yok. Sonra hana geri döndüm ve öğle yemeğimi yiyip bekledim. Saat 1 civarında mahşeri bir gökgiirültülii fırtına, sağanak yağış, dolu yağışı.

Yağmur saat 7’ye kadar yağmaya devam etti. Eşya yüklü arabanın parçalandığı ve bir başka araba araba için Yalvaç’a geri dönmek zorunda kaldıkları haberini aldım. Yağmursuz bir zaman aralığında kasabada yürüdük. Selçuklu ihtişamından hiç iz, yok, bir ev bile. Fakat çokça eski taşlar ve mezerlikte kitabeler var. İyi değilim, hazımsızlık çekiyorum. Saat 7.30’a kadar uyuduktan sonra akşam yemeğinde pirinç yedim. Yemekten sonra yine uyudum.

Burada İstanbul’dan sürgün edilmiş bahtsız bir Ermeni var. İstanbul’da Ferik Paşa’ya ait bir dükkânda çalışıyormuş. Burada yapabileceği hiç bir şey yok ve yarı aç yaşıyor. Bir buçuk yıldır burada. Bana, kaygı içinde Sultan'ın ölüp ölmeyeceğini ve benim onun için konsolosumuzla görüşüp görüşcmcycciğimi soruyor. Ortak ve güçlü inancımız nedeniyle ona biraz para verdim.

6 Mayıs Pazar [6 May 1907]; Sabahleyin 6’da ayaktaydık ve dünkü yağmur ovayı fena halde çamura çevirmişti. Fettah ve ben zaptiye Halil ile Roma devri yolu boyunca alçak geçide kadar at sürdük. Burada Fettah arabayı beklemek için durdu. Ben Halil ile yola devam ettim. Fele denen bir yerde, geçidin doğu ucunda bazı adamlar büyük taşlar kazıyorlardı.

Beyşehir’in güzel manzarası var. Bütün şehir çayırlar içinde; sığırlar otluyor ve kirazlar çiçek açmış. Kıreli Kasabası’na vardığımızda saat 10.15’ti. Handa iki saat bekledik ve sonunda arabanın yine çamura battığı ve Fettah’m yeni bir araba daha getirmek için geri dönmek zorunda kaldığı haberi geldi. Öğle yemeğinde yumurta, ekmek ve yoğurt yedik. Dünyanın belki de en büyük, kasabadan da büyük mezarlığının yukarısından, Fettah’m iki araba ile gelmekte olduğunu gördüm. Birinci arabayı çamurdan iki öküzle çıkarabilmişler. Fettah Karaağaç’a dönmüş, Kaymakam’a gitmiş ve ondan ikinci arabayı almış. Kırcli'dc zaptiye yoktu. Ben de saat 2’de Halil'i alarak Eflatun Pınar yoluna düştüm.

Günlüklerin Değerlendirilmesi

Bu çalışma, Gcrtrudc Bcll’in günlüklerinin iki haftalık bir kısmının kapsıyor. Günlükler genellikle gün sonunda yazıldıkları için. Hayli yalın cümlelerle ve gramer kaygısı çekilmeksizin yazılmıştır. Bell’in, gezdiği yerlerin insanlarıyla en az arkeolojik eserler kadar ilgili olduğu görülmektedir. Günlüklerdeki ifadelerinden yerel otoritelerle yakın bir bağ kurduğu anlaşılmaktadır.

Bell'in günlüklerinden 1907 yılı İsparta sosyal özelliklerihakkında veriler de elde edilebilmektedir. Bu anlamda Müslim ve hatırı sayılır miktarda gayr-i Müslim yurttaşların köylere kadar yaygınlığı ve ticaret, turizm ve demiryolu işletmeciliği gibi sebeplerle Türk topraklarında bulunan yabancı ülke vatandaşlarının varlığı görülebilmektedir. Ülkenin fiziksel altyapısının ilkel denebilecek kadar yetersiz olduğu ve insanlarının uzun yıllar süren savaşlar sonucuna bitkin düştüğü de bu günlüklerle tekrar dikkati çeken olgular olmaktadır.
Günlükler konusunda dikkati çeken bir başka konu ise Bell'in yerel diller, kültürler ve etnik özellikler konusunda bilgi sahibi olmasıdır. Öte yandan günlüklerinde Yerel dilden alınmış kelimeleri kolayca kullanmasıdır. Bu anlamda çalışma konusu olan günlüklerde “Buldur”  “Isbarta” “tepe” “araba” “zaptiye’ “Kundanli” “Yalovaç” “mahalle" farklarını da kullanmaktadır

Esasen günlükleri destekler nitelikte olana mektuplar da incelenerek, daha geniş ve daha dingin zamanlarda yazılmış olacağı düşünülen bu metinlerde dönemin Türk toplumu hakkında en azından İsparta yöresi özelinde bilgiler edinmek ve tek amacı gezip görmek ve Ramsay ve Kiepert haritalarının rehberliğinde eski eserleri tespit etmek olmayan bir yabancının kaleminden okumak mümkün olacaktır.

Doç. Dr. Ümit Akça -  (SDÜ. Fen-Edehiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi)