Halıcı Ahmet Urkay Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nin hikayesi
Tarihi eserler konusunda 'mektepli' olmamasına rağmen uzmanlaştığını iddia eden İşadamı Halıcı Ahmet Urkay, kendi adına özel arkeoloji müze açmak için çaba sarf ediyor.
Pamukkale travertenlerinin bir kilometre yakınında 11 aydır süren heyecanlı bir hazırlık var. İşadamı Ahmet Urkay, 60 yıldır biriktirdiği tarihi ve eski eserler koleksiyonunu bölgede açacağı müzede sergilemek için çalışıyor.
Arkeolog Semih Tulay ile Sanat Tarihçisi Nazmiye Kocabaş, Urkay’ın on binlerce parçadan oluşan tarihi ve eski eser koleksiyonunu sınıflandırdı. Eserler arasında Denizli’de ilk kez bulunan ve yaklaşık 7 milyon yıl önceye tarihlenen mamut dişinden, Osmanlı ordusunun 2. Viyana Kuşatması sırasında savaş meydanında bıraktığı hazine sandığına, Roma döneminde şarap ve zeytinyağı ticaretinde kullanılan testilerden kökboyalı halılara ve Selçuklu ev kapılarına kadar görülmeye değer pek çok parça bulunuyor. Müze açılırsa tüm bu değerli eserleri halkın görebilmesi mümkün olacak.
Ahmet Semih Urkay, eserlerin sergilenmesi için Pamukkale’deki 2 metrekarelik otelini müzeye çevirdi. Ancak bakanlıktan ve belediyeden henüz gerekli izinler sağlanamadığı için müzenin açılmasının birkaç ayı bulacağı tahmin ediliyor.
Teknik ve fiziki olarak ziyarete hazır hale gelen ancak bürokratik nedenlerden ötürü açılamayan müzenin ilk ziyaretçisi Aydınlık oldu.
Koleksiyoner Ahmet Urkay, Arkeolog Semih Tulay ve Sanat Tarihçisi Nazmiye Kocabaş, müzedeki eserler hakkında gazetemize bilgi verdi. Ege bölgesinin en büyüğü olacak müzenin yalnızca teşhir alanında şimdiden 3 bin eser yer alıyor. Müze vakfa devredilen arazi üzerine kurulacak ve resmi adı Halıcı Ahmet Urkay Arkeoloji ve Etnografya Müzesi olacak. Müzenin, Pamukkale’deki travertenler, kaplıcalar ve Hierapolis Milli Parkı’nın yanında bölgenin yeni çekim merkezi olması, turizme de katkı sağlaması bekleniyor.
SEYYAR SATICILIKTAN
Birbirinden değerli eserleri biriktiren Ahmet Urkay, Denizli’de doğan ve maddi olanaksızlıklar nedeniyle ilkokulu bitiremeyen bir Egeli. Küçük yaşlarda girdiği çalışma hayatına 1960’lardan başlayarak seyyar satıcı olarak devam etti.
1960’lar yıllar, Ege ve Akdeniz bölgesinde yabancı turizmin gelişmeye yeni başladığı dönemler. Henüz 20’li yaşlarında olan Urkay da Rodos adasından Marmaris’e gelen turistlere seyyar satıcı olarak günlük eşyalar sağlayarak hayatını kazanmaya başladı. Daha sonra Ahmet Urkay, turistlerin eski halılara meraklı olduğunu fark etti. Urkay, turistlere eski halı satmak için Türkiye’nin hemen yer yerinde eski halı aramaya ve zamanla kaliteli ürünleri kendisine ayırmaya başladı. Halı ile başlayan tarihi eser merakı, el yazmalarına, kazanlara, yazmalara, kapılara, testilere hatta hayvan fosillerine kadar vardı ve bugün bir müze dolusu eser ortaya çıktı.
Reklamdan sonra devam ediyor
‘BÜYÜK BİR TUTKU’
Urkay, tarihi eserler konusunda ‘mektepli’ olmamasına rağmen uzmanlaşmış. Eski bir halıyı gördüğünde hangi bölgeye ait olduğunu hemen anlıyor. Eski kazanların hangi bileşimlerden yapıldığını dokunarak söyleyebiliyor. Ahmet Urkay, halı biriktirerek başladığı ve arkeolojik müze açacak seviyeye getirdiği uğraşını “Büyük bir tutku” diye tanımlıyor. Urkay, 60 yıllık serüveninin müzenin bahçesinde Aydınlık’a şöyle anlattı: “İlk olarak Uşak ve Meğri halıları topluyordum. Bunlar Türk halıları. Türk, halılarını ticaret için değil kızına çeyiz diye yapar. O yüzden tek parçadır. İran’da ise halılar ticaret için üretilir. Aynı halıdan çok bulabilirsiniz. Ama hepsi çok dayanıklıdır, dip boyasıyla yapılmıştır, elle dokunmuştur. Burada (müzede) 300 yıllık halılar var ama hiç solmamıştır... Halı ararken başladım, ticaretini yaptım ama çok özel parçaları kendime ayırdım. Buradaki her eşyanın da bir hikayesi var.”
‘HEPSİNDE ANILAR VAR’
“Mesela bir tanesini anlatayım. Halı ve tarihi eserler için Türkiye’nin çok şehrine gittim. Başta da İstanbul’a. İstanbul Üsküdar’da çok güzel çeşme aynaları gördüm. Tabii bütün eşyaları da görerek alıyorum. Bunları da gördüm, İstanbul’un çok eski parçaları. Üsküdar’ın tüccarları Osmanlı eşyalarını biriktirmiş, bir bahçenin içinde duruyorlar. Orada bir çeşme bahçesi oluşturmuşlar. Tabii onları görünce aklıma anılar geldi. O çeşmeden eski mahallelerde insanlar su içiyordu. Her birinde insanların birçok anısı var. Bu duygularla onların tamamını aldım. Toplam iki kamyon çıktı. Şimdi onlar tarihi ve bir eşi daha olmayan parçalar olarak müzede duruyor. İnsanların, belki oradan su içenlerin torunlarının, gelip kendisini görmesini bekliyorlar.”
‘500 YIL SONRA DA GÖRÜLSÜN’
“Şimdi eski eser bulmak çok zor. Eskiden köylere gittiğinizde bile dövme bakır bulabiliyordunuz. Buradaki eserlerin hepsi Türkiye’den, Anadolu’nun köy ve kentlerinde dedelerimizin ninelerimizin kullandığı kültür varlıkları. Bir ressam özenerek resim yapar. Burada insanlar özenerek halı, uçkur, peşkir yapmış. Aynı sanat eseri gibi... Bu kültür varlıklarını yaşatmayı Türk milleti olarak çok ciddiye almalıyız. Her yerde sergi açmalıyız. Ben bugün 80 yaşındayım. Bana para lazım değil. Ama elimdeki eserleri, 100, 200, 500 yıl sonraki insanların görmesini istiyorum. Ben gelecek nesiller için bunu biriktirdim. Bu kültürümüz kaybolmasın, gelinsin bakılsın diye açmaya çalışıyorum. Çarçur edilip gitsin istemiyorum.”
‘MİLLETE TESLİM ETMEK İSTİYORUM’
“Daha önce bu müzenin benzerini Marmaris’e kurmaya çalıştık. Orası şehir dışındaydı, engel çıkardılar. Şimdi burada kurmaya çalışıyorum. Müze için vakıf kurduk. Müzeyi hemen açmak istiyorum. Ama aylardır ilgili kurumlardan gerekli yazılar gelmiyor. Önümüze bazı bürokratik engeller çıkabiliyor. Bürokrasi ağır çalışıyor. Ben şimdi vefat etsem buradaki eserlerin çoğuna yazık olacak. Çocuklarım benim kadar bu eserlerin kıymetini bilmez. O yüzden vakıf adı altında müzeyi bir an önce açıp millete teslim etmek istiyorum.”