Homo naledi insanımsı türünün besinlerine dair ipuçları
Homo naledi türüne ait bireylerin Güney Afrika’daki diğer insansı ve insanımsı türlerden çok daha farklı beslenme şekline sahip olduğunu tahmin ediliyor.
Homo Naledi adı verilen insanımsı türe ait fosil kalıntılar ilk kez 2015 yılında Güney Afrika’daki bir mağaranın derinliklerinde bulundu.
Adı Sesotho dilinde “yıldız” anlamına gelen Homo Naledi, nam-ı diğer “Yıldız İnsan” Güney Afrika’nın Guateng eyaletinde yer alan Rising Star mağaralar sisteminde keşfedilmişti.
Bilim insanlarının 2015 yılında tamamen yeni bir insanıımsı tür olan Homo naledi’nin keşfedildiğini bildirmesi hem akademik çevrelerde hem de kamuoyunda heyecan uyandırmıştı. O tarihten itibaren bu gizemli insanımsı tür hakkında giderek daha fazla şey öğreniyoruz.
Evrim ağacında insanımsı türler arasında yer verilen Homo Naledinin davranış ve beslenme şekline dair ilk kanıtlar arkeolog ve paleontologlar tarafından incelendi.
Amerikan Fiziksel Antropoloji Dergisi’nde Ian Towle, Joel D. Irish, Isabelle De Grooteimzaları ile yayınlanan "Behavioral inferences from the high levels of dental chipping in Homo naledi" (Homo naledi'deki derin seviyeli diş çürümesinden davranışsal çıkarımlar) başlıklı makale bu türün Güney Afrika’daki diğer insansı türlerden çok daha farklı beslendiğini gösteriyor.
Homo naledi türünün kısmen daha genç olması, yaşam çevrelerini insanlarla, doldurdukları ekolojik niş üzerinde merak uyandıran bir tartışma yaratacak şekilde paylaşmış olma ihtimalinin yüksek olduğunu işaret ediyor. Türe ait iskeletlerin günümüze kadar korunmuş olması da ayrıca ilgi çekici- türü ilk olarak tanımlayan araştırma ekibi, Homo naledi türünden bireylerin ölülerini kasıtlı olarak o mağaraya koymuş olabileceklerini öne sürüyor.
Araştırma kapsamında, türe ait çene kemikleri ve dişlerin incelendiği ve incelemeler sonucunda, diğer ilişkili türlere kıyasla çok daha fazla diş kırığına rastlandığı bildiriliyor. Kırıkların boyutu, sayısı ve pozisyonu türe ait bireylerin davranış ve beslenme şekillerine dair önemli ipuçları sunuyor. Araştırmacılar kırığın ölümden önce mi yoksa sonra mı oluştuğu kolaylıkla anlayabiliyor- kırığın görüldüğü yüzeyde aşınma olması bu kırığın birey hala hayattayken meydana geldiğini işaret ediyor.
Ön dişlerdeki kırıkların, dişleri alet olarak kullanma gibi kültürel davranışlar sebebiyle oluşmuş olması muhtemel, öte yandan küçük boyutlu kırıkların ağırlıklı olarak arka dişlerde ve diş aralarında görülüyor olması bunların beslenme şekliyle alakalı olarak ortaya çıktığını gösteriyor.
Homo naledi türüne ait kalıntılarda, dişlerin %40’ında hasar görüldüğü, bu oranın da son derece yüksek olduğu belirtiliyor. Ancak, söz konusu kırılmaların dişler üzerindeki dağılımının dengeli olmadığı, yarısından fazlasında en az bir kırık diğerlerinde ise birden fazla kırık bulunan arka dişlerin diğer dişlere nazaran çok daha fazla hasar gördüğü söyleniyor. Bununla beraber, %30’unda bir veya daha fazla kırığın bulunduğu ön dişlerin de diğer insan türleriyle kıyaslandığında daha fazla hasar görmüş olduğu bildiriliyor. İnceleme sonuçları H. naledi’nin düzenli olarak küçük, sert nesneleri çiğnediğini ortaya koyuyor. Gerçekte, en fazla hasar gören yer dişlerin arasında kalan bölgeler olduğundan, kırıkların çiğneme dışında bir işlemden kaynaklanmış olması pek muhtemel gözükmüyor.
Elde edilen sonuçlar bağlama döküldüğünde, H. naledi’nin sert besinlerle beslenmiş oldukları düşünülen (ancak, beslenme alışkanlıklarının tam olarak nasıl olduğu bilinmeyen) insansı türler Australopithecus africanus’tan iki kat, Paranthropus robustus’tan ise dört kat daha fazla kırığa sahip olduğu görülüyor.
Günümüzde varlıklarını sürdüren büyük maymunlarla karşılaştırıldığında, bu zıtlık daha da belirgin hale geliyor. Gorillerde dişlerin %10’unun şempanzelerde ise yalnızca %5’inin kırık olduğu belirtiliyor. Ek olarak, H. naledi’ye ait kalıntılarda küçük boyutlu birden fazla kırığa, örneğin tek bir diş üzerinde beşten fazla kırık, rastlanabiliyor. Karşılaştırmalı incelemelerde elde edilen sonuçlara göre, bu oran oldukça fazla. Bu durum ayrıca, H. naledi’nin eşsiz bir beslenme şekline sahip olduğunu da destekliyor.
Diş kırıkları açısından H. naledi’ye en benzeyen tür dişlerinin %25’inde kırıklar görülen babunlar. Babunların dişlerindeki kırılmaların yiyecek aradıkları çevreden ayrıca çok miktarda iri taneli kum ve diğer sert nesneler tüketmelerinden kaynaklandığı düşünülüyor.
Inuitler, Avustralya Aborjinleri ve insan fosilleri de dahil olmak üzere modern insanlara ait birtakım örneklerde de H. naledi’dekine benzer bir kırılma oranı görülüyor. Ancak, kırılma oranı benzer olsa da kırılma şekli ciddi ölçüde farklılık gösteriyor, zira modern insanlarda kırıklar büyük ölçüde ön dişlerde meydana geliyor. Benzer kırılma şekillerine sahip az sayıdaki arkeolojik numune H. naledi’deki kırılmaların dişlerin alet olarak kullanılmasından ziyade beslenme şekliyle alakalı olduğunu ortaya koyuyor.
Merak uyandıran diğer bir bulgu ise H. naledi’nin, diş türü fark etmeksizin, sağ dişlerinde sol dişlerine kıyasla tutarlı bir şekilde daha fazla (sağda %50, solda %38) hasar bulunuyor olması. Bu duruma getirilen açıklama, H. naledi türüne ait bireyin tek elini kullanıyor olmasının onu, tüketeceği besin öğesini ağzının sağ kısmına yerleştirmeye ittiği yönünde. Ancak, bunun tek taraflı çiğneme yatkınlığıyla alakalı olabileceği de düşünülüyor. Türe ait daha fazla kalıntı ortaya çıkarıldığında, kırılmalar ve beslenme şekli arasındaki ilişkinin de aydınlatılacağına inanılıyor.
Araştırma sonuçları H. naledi’nin yüzeyine iri kum taneleri yapışmış çiğ yumrular gibi birtakım yiyeceklerle beslenmiş olabileceğini gösteriyor. Ancak, kabuklu yemiş veya tohum gibi özellikle ufak ve sert yapılı besin öğeleri yemiş ya da büyük boyutlu yiyecekleri bir şekilde daha küçük parçalara ayırmış olmalarının da ihtimaller arasında yer aldığı söyleniyor.
Şimdilik kesin olan tek şey H. naledi’nin şu ana kadar incelenmiş diğer insanımsı türlerden önemli ölçüde farklı beslenme şekline sahip olması. Dişlerdeki mikroskobik aşınmalar üzerinde yapılacak ileriki araştırmaların ve diş tartarlarındaki bitki kalıntılarının incelenmesinin kırıkların asıl oluşum nedenini ortaya koyacağına, böylelikle bu gizemli türe dair merak edilenlerin açığa çıkarılacağına inanılıyor.
Perrin Margaryan - Arkeofili.com