İstanbul'un UNESCO'ya girişinin 35. yılında koruma alanları ve sorunları
UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girişinin 35. Yılında İstanbul’un Tarihi Alanları’nın durumunu "Kültürel ve Doğal Mirası İzleme" Platformu yöneticisi Arkeolog- Editör Nezih Başgelen yorumladı.
İstanbul'un UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girişinin 35. Yılında İstanbul’daki Unesco Alanları’nın durumu
Etrafı surlarla çevrili yedi tepeli bir yarımadanın üzerinde kurulan İstanbul, bir dünya başkentine
yaraşır benzersiz konumuyla her köşesinde zengin bir geçmişin soluk aldığı, eski doğunun büyülü, görkemli bir beldesidir.
Istanbul’u tüm dünyaca ünlü ve çekici kılan, sur içindeki benzersiz kültürel mirası ve tarihi yarımadanın topografik konumunun sıradışı değerleridir. Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde üç kıtayı yönetmiş tarihsel yarımadanın kalbi Topkapı Sarayı, Ayasofya, Hipodrom, Sultanahmet ile Süleymaniye ve çevresinde atar. Bu yüzden Türkiye’de öncelikli olarak İstanbul, 1985 tarihinde UNESCO Dünya Miras Listesi’ne;
1- Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nı içine alan Arkeolojik Park;
2-Süleymaniye Camisi ve çevresini içine alan Süleymaniye Koruma Alanı;
3- Zeyrek Camisi ve çevresini içine alan Zeyrek Koruma Alanı ve
4- Tarihi Surlar Koruma Alanı olarak 4 ana bölümde dahil edilmiştir.
Buna karşılık İstanbul Tarihi Yarımadası ancak 2005 yılında bir koruma planına sahip olabilmiştir. Yerel idareler bünyesinde Kültür Varlıkları Projeler Müdürlüğü, Koruma, Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEB) 2005’te, Alan Başkanlığı ise 2006’da oluşturulabilmiştir.
Öte yandan İl Özel İdaresi bünyesinde emlak vergisiyle oluşturulan fonla, kültürel mirasın restorasyonu amacıyla özellikle Tarihi Yarımada’daki yerel idarelere çok büyük kaynakların yönlendirildiği buna karşılık hızlı ve denetimsiz restorasyon projelerinin Unesco yetkililerinin de uyardığı gibi “ tarihi yapılarda yapıyı korumak yerine yeniden inşasına varan ciddi problemler “ yaratttığı , Istanbul'un pek çok güzide tarihi eserinin “parayla tahribatına” yol açtığı üzülerek izlenmiştir. Unesco raporlarına da yansıdığı gibi Tekfur Sarayı'nda yaşananlar bunun tipik bir örneğidir.
Bu 35 yıllık süreç içinde uygulanan bazı büyük projelerin uygulamaya geçtiğinde Tarihi Yarımada’daki korunması gereken alanları da ciddi riskler altına soktuğu da görülmüştür.
UNESCO Dünya Miras Alanı olan Kara Surları’nın önünde ve arkasındaki koruma zonundaki yapılaşma girişimleri ise kaygı vericidir. Uluslararası ilgili kurumlar İstanbul'un Karasurları’nı ve Süleymaniye Çevresini korumada gerekli özenin gösterilmediğini raporlarında sürekli vurgulamaktadır.
Kentsel Dönüşüm gerekçesiyle Sulukule ile Ayvansaray’da yapılanların koruma mevzuatı ve hukuku açısından kabul edilemez uygulamalara dönüşmesi içte ve dışta pek çok kesimde tepkiyle karşılanmıştır.
Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nın yer aldığı Arkeolojik Park’ta (Sultanahmet semtinde) yapılan yeni inşaatlar ve temel kazılarında etkilenen arkeolojik değerler ise kaygı vericidir.
Galata Kulesi’nden Eyüp’e, tepelerini selatin camilerinin taçlandırdığı, şehrin büyüleyici “Altın Boynuz” Haliç peyzajı ve İstanbul’un tarihi peyzajının en karakteristik parçası olan Tarihi Yarımada’nın silüeti de gene son yıllarda pek çok yönde büyük ölçüde zarar görmüştür.
Istanbul 8500 yıllık kültürel birikimiyle, hiçbir yerde olmayan çeşitliliğiyle, kültürel ve doğal çevre açısından en güzel örneklere sahip bir yerdir. Unesco tarafından da Dünya Mirası olarak tescil edilmiş bu değerler ayni zamanda İstanbul‘un yönetiminden sorumlu olanlara da vazgeçilemez yükümlülükler ve sorumluluklar getirmektedir.
Binlerce yılın birikiminden gelen , Dünya Kültür Mirası’nın da bir parçası olan İstanbul’un Tarihi Yarımadası’nın bu dönemde akılcı artı değerler katılarak gelecek kuşaklara aktarılması üzerimizdeki önemli bir sorumluluktur.
Nezih Başgelen
Arkeolog- Editör
Kültürel ve Doğal Mirası İzleme Platformu” yöneticisi