Lidya Kültürü ve Uygarlığı
Anadolu'da Lidya Kültürü ve Uygarlığı
Antik Çağfa, bugünkü Batı Anadolu’da bulunan Gediz ve Küçük Menderes nehirlerinin suladığı verimli arazileri kapsayan bölgeye Lidya deniliyordu. Bu bölgenin adı, aynı zamanda burada M.Ö. 7. ve 6. yüzyıllarda güçlü bir devlet olan Lidya Devleti’ne de verilmişti.
Lidyalılar’ın dili Hitit Dili ile benzerlik göstermektedir. Frigler’in yıkılmasıyla Lidyalılar Milattan Önce 680 yılında bağımsız bir devlet kurmuşlardır. İlk kralları Giges’tir. Başkentleri Sardes’tir. Bu o dönemin en büyük ve en zengin kentidir. Giges çok güçlü bir ordu kurup sınırlarını doğuda Kızılırmak’a kadar genişletti. Kimmerlere karşı yürüttüğü savaşlar sırasında Asurlular’la işbirliği yaptı ve Kral Yolu’nu Asur’a kadar götürdü. Milattan önce 585 yılında Medler’le barış yapılarak Kızılırmak Lidyalılar’la Medler arasında sınır oldu.
Lidyalılar parayı ilk kullanan medeyinet olmuştur. Parayı yapmak için altın, gümüş ve elektrolit kullanırlardı. Son kral Kroisos zamanı devletin en parlak ve en zengin dönemi olmuştur. Ancak Pers İmparatorluğu’nun ani bir saldırısı sonucunda bu zengin devlet, tarihe karışmıştır.
Lidya bölgesi doğal kaynaklar açısından çok zengin ve bereketliydi. Gediz, Bakırçay ve Menderes ırmaklarının suladığı vadiler, tarım için elverişli konumdaydı. Yağmurların sürekli ve etkili olması, temel tarım ürünlerinin yanında çeşitli meyve, sebze ve üzüm bağlarının da yetiştirilmesini olanaklı kılıyordu. Tmolos Dağları (Bozdağlar) üzerinde mermer yatakları bulunmaktaydı. Küçükbaş hayvanların ve atların otlaması için çok sayıda otlak vardı. Buralarda beslenen Lidya atları hızlı, dayanıklı ve güçlüydü. Bütün bu malların üretilmesi ve satılması ile ticaret yapan ülkenin ekonomisi çok kuvvetliydi.
Ancak Lidya’yı Dünya’nın en zengini haline getiren ise Paktolos Çayı’nın (Sartçay) yatağında altın bulunmasıydı. Devletin başındaki kral ve onun yanında devletin yönetimine etki eden feodal ağalar olan zengin aristokrasi, sıradan halkı bu kaynakların üretilip işletilmesinde aç karnına çalıştırarak büyük bir ekonomik güce ulaşıyordu. Bu sayede kentlerde yaşayan zenginler, aşırı bir lüks içinde yaşarken, halkın yaşadığı kırsal kesim, yoksulluk ve sefillik içinde bulunuyordu.
Lidyalılar, Hint-Avrupa dil grubuna dâhil olan Lidceyi konuşuyorlardı. Ancak zengin kesim arasında Yunanca konuşmak modaydı. Lidya alfabesi de Yunan alfabesine dayanılarak oluşturulmuştu. Lidyalıların giyiniş tarzları ve askerlerin donanımında ise Yunan etkisi ön plandadır. Piyade kuvvetleri hoplit tarzında giyinip savaşırken, güçlü süvari birliklerinin Lidyalılara özgü uzun mızrakları ve hasır kalkanları vardı.
Lidya sanatı ve mimarisinde de Yunan etkileri görülmekle birlikte, krallar ve zenginler için yapılan Tümülüs mezarları, altın başta olmak üzere çeşitli madenlerin işleme teknikleri, halıcılık, tekstil ve kabartma sanatı Lidyalılara özgüdür. Dinlerine bakıldığında ise, Anadolu’da eski dönemlerden beri süregelmekte olan Kybele Kültü’ne önem verildiği görülür. Bu ana tanrıçanın yanında şarap tanrısı Baki, savaş tanrısı Santas ve güneş tanrısı Pladans, en önemli tanrıların başında gelmekteydi. Fakat özellikle krallığın son dönemlerine doğru Yunan tanrıları daha çok benimsenmeye başlamıştır.
Kaynak: Lidya Devleti – Dr. Eren Karakoç