Müzedeki cam odada bir ay boyunca kitap yazan yazar, dünyaya döndü!
Müzede kurulan cam odada bir ay geçirerek yazdığı kitabını bitirdikten sonra normal hayata dönen Belçikalı yazar Saskia De Coster, bir ay boyunca yaşadığı tecrübeyi, hissettiklerini ve müzedeki hayatını anlattı.
Belçikalı yazar Saskia De Coster, şubat ayının tamamını Anvers kentindeki Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi'ndeki sergi salonlarından birinde kurulan kübik bir cam odada gönüllü esaret altında geçirdi.
Odada sadece bir masa, sandalye, kitaplar ve dizüstü bilgisayar bulunuyordu. Cam odanın arkasında perde ile ayrılmış bir bölümde ise geceleri uyuması için yatak yer alıyordu.
De Coster, bir ay boyunca dış dünyayla bağlantısını kesti; sosyal medya, telefon, radyo, televizyon kullanmadı. Müzede kendisi için ayrılan bir duşu kullanan De Coster, yemeklerini de yine müze içinde bulunan bir odada yedi.
Belçikalı yazar, 1 Şubat'ta girdiği birkaç metrekarelik şeffaf dünyasında "Sadece Gerçek" adını verdiği son kitabını bitirdi, bu sırada kitabını yazarken camın arkasından müzeyi gezenler kendisini izleyebiliyordu.
Saskia De Coster, cam odadan çıktıktan hemen sonra "Yazar Mevcut" adını verdiği, Belçika sanat ve edebiyat çevrelerinde ilgi çeken performansında bir ay boyunca yaşadığı tecrübeyi, hissettiklerini ve müzedeki hayatını AA muhabirine anlattı.
"Benim için çok büyük bir zorluktu. Önce nasıl olacağını bilmiyordum." diyen De Coster, ilk başta müzeye gelenlerin kendisini izleyebileceği, ne yazdığını görebileceği bir ortam hazırlamayı planladığını söyledi. De Coster, "Ancak bir ay boyunca fark ettim ki bu sadece tek yönlü bir şey değil. Benim de izleyicilere ihtiyacım olduğunu anladım. Beni izleyenler bana cesaret ve enerji verdi." dedi.
"İnsanların bana bakışları çok ilham vericiydi. Yani sadece yazar değil, izleyici de mevcuttu." ifadesini kullanan De Coster, bunun kendisi için beklenmedik olduğunu dile getirdi.
De Coster, bir aylık münzevi hayatın, dış dünya ile etkileşimi kesmenin bir yazar için ilham verici veya yaratıcı olup olmadığını anlatırken şunları söyledi:
"Sanırım bana ikisi de lazımmış. Sadece bir keşiş gibi, bir münzevi gibi olamam, ki aslında bu konuda çok iyiyimdir. Dışarının hır gürü olmadan, buradaki muhteşem sanat eserleri içinde olmak bir bakıma özgürlük veriyor. Ama aynı zamanda insan ilişkileri, insanların etkileşimleri hakkında yazmak istiyorum. Yani bir taraftan münzevi olmak, kendi başıma bu kapalı ve özgür dünyada olmak beni besliyor. Sadece bu müze, sadece kendim. Hiçbir sosyal temas yok. Odaklanabilmek harika. Sosyal medya yok ve odaklanabiliyorum. Diğer taraftan ise insan etkileşimi, ilişkiler, dünyada olan biten yemek içmek gibi. Bunlara da ihtiyacım var. Hiç yoktan bir şeyler yazamam."
De Coster, müzedeki bir ayında tamamladığı kitabında da ilişkiler konusunda yazdığını, hayatları bir anda altüst olan kişileri, bardağı taşıran son damlaları anlattığını dile getirdi.
Belçikalı yazar, tek başına geçirdiği bir ay içindeki günlük hayatını anlatırken de sürekli müzenin güvenliğiyle bağlantı halinde olduğunu belirtti.
"Bu bana biraz güven hissi verdi çünkü burası geceleri biraz ürkütücü oluyor." diyen De Coster, müzenin içinin hep esintili olduğunu, sürekli esintinin sesini duyduğunu, geceleri oldukça karanlık bir gotik sahneyi andırdığını ifade etti.
De Coster, müzenin geceleri bir korku filmini andırdığını belirterek, "Aynı zamanda (Peter Paul) Rubens, (Vincent) Van Gogh, (Salvador) Dali'nin resimleri burada. Bunlar yüzlerce milyon avroluk tablolar ve çok iyi korunuyorlar. Ben de burada uyudum ve haliyle çok iyi korunuyordum. Karanlık ve gürültülüydü ama güvenliydi." diye konuştu.
Müze içinde başka bir bölümdeki banyoyu kullandığını, yine diğer bir odada yemek yediğini anlatan De Coster, dış dünyadan haberleri haftada bir kendisini ziyarete gelen oğlundan aldığını söyledi.
De Coster, Türkiye'deki depremlerin dış dünyadan öğrendiği birkaç haberden biri olduğunu belirterek depremle ilgili hislerini şöyle ifade etti: "Beni sadece bir kişi ziyaret edebiliyordu, o da oğlumdu. Türkiye'de meydana gelen depremleri de ondan duydum. Bu benim için buradaki en zor şeylerden biri oldu. Burada tek başınasın ve bu büyüklükteki bir afeti duyuyorsun, kimseyle paylaşamıyorsun."
Müzedeki hayatı boyunca ziyaretçilerin kendisini izleyebildiğini yineleyen De Coster, ziyaretçilerle ilgili ilginç anlar yaşadığını söyledi.
"Küpün içine yiyecek atmak isteyenler oldu." diyen yazar, küçük bir kız çocuğunun çizimlerini verdiğini, kendisini duygulandıran karşılaşmalar da yaşadığını anlattı.
De Coster, bir aylık yalnızlıktan sonra müzeden çıkınca neler yapmak istediğini düşünmediğini, sadece kaldığı süre içinde ne yapacağına odaklandığını dile getirdi.
De Coster, "Sanırım buradan çıkınca dünyayı yeniden keşfediyor gibi olacağım. Eminim dostlarımla doğaya gittiğimde 'İşte bunu özlemişim.' diyeceğim." ifadesini kullandı.
Ömer Tuğrul Çam - AA