Prof. Dr. Mehmet Özdoğan: Yabancı Arkeoloji Enstitüleri Türkiye'ye model olamaz
"Türkiye'de arkeoloji ile ilgili bir kurumsal yapının kurulması gerekli. Bu konuda hiçbir kuşku yok. Ama bu bir enstitü mü olmalı yoksa başka bir şey mi olmalı? Bu önemli bir soru!" diyen Türk arkeolojisinin bilge isimlerinden Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, kurum yapısının önemini açıkladı.
Prehistorya konusunda dünya çapında ünlü, Türkiye'de aynı zamanda arkeoloji kavramları ve arkeolojik akımlarla ilgili araştırmaları ve arkeolojiye dair sorunlara yönelik çözüm önerileri ile öncü bir isim olan İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı Başkanlığı yapmış, Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi üyesi duayen arkeolog Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, Türkiye'de bir Arkeoloji Enstitüsü kurulması konusunda bugüne kadar sessizliği ile dikkat çekiyordu.
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan bu konudaki sessizliğini ilk kez bozdu ve arkeolojikhaber'in sorularını yanıtladı:
"Bir kuruma ihtiyaç var ama iki şey birbirine karışıyor"
> Soru: Türkiye'ye bir Arkeoloji Enstitüsü kurulması konusu tekrar gündemde. Bir "Türk Arkeoloji Enstitüsü" gerekli diyenler çoğunlukta ama o enstitünün nasıl ve kimlerden oluşması gerektiği konusunda fikir birliği yok. Gaziantep'te bir oluşum "biz o enstitüyüz" iddiası ile ortaya çıktı. Ardından Ankara'da yüzüne gözüne bulaştırdığı bir şura girişiminde bulundu. Şimdi bu konuda çıkarılması gereken yasa konusunda tartışmalar başladı. Arkeoloji kavramları konusunda duayen bir isim ve dünyada bu alanda kurulmuş kurumları iyi bilen biri olmanıza rağmen siz, bu konuda, bugüne dek suskun kaldınız. Siz, Türkiye'de bir arkeoloji enstitüsü kurulmasına yönelik gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?
> Prof. Dr. Mehmet Özdoğan: Türkiye'de arkeoloji ile ilgili bir kurumsal yapının kurulması gerekli. Bu konuda hiçbir kuşku yok. Ama bu bir enstitü mü olmalı yoksa başka bir şey mi olmalı? Bu önemli bir soru! Neden önemli? Çünkü bu konudaki çalışmalarda bugüne dek model olarak hep yabancı enstitüleri aldılar. "Almanların enstitüsü var, Fransızların enstitüsü var, İngilizlerin sonra Amerikalıların enstitüsü var, Türkiye'nin niye yok?" denildi. Aslında bu görüş hatalı. Çünkü yabancıların enstitülerinin kendi ülkelerinde hiç geçerliliği yoktur. Mesela Alman Arkeoloji Enstitüsü, Alman Bilim İnsanlarının başka ülkelerde yaptıkları çalışmalar için kurulmuştur ve onları organize eder. Almanya içerisi enstitünün kapsamı dışında kalır. Fransa Arkeoloji Enstitüsü, Fransız Dışişleri'ne bağlıdır ve Fransız bilim insanlarının dışarıdaki çalışmalarını koordine eder. İngiliz Arkeoloji Enstitüsü, birkaç kurumun koordinasyonu şeklinde İngiltere’nin kendisi de enstitü kapsamı dışında kalır. Amerika'dakiler ise sırf Türkiye için kurulmuştur. Alınan model yanlış, anlatabiliyor muyum? Dünya'da böyle bir oluşum yok!
Ama bir kuruma ihtiyaç var mı, var! Bu noktada iki şey birbirine karışıyor.
Kültür varlıkları ile ilgili sorunların bir aktörü bürokrasi diğeri ise bilimdir. Bürokrasi, düzenleyicidir, karar vericidir. Yasalara göre devleti temsil eder ve sistemin doğru işlemesine çalışır. Bilim ise kendi disiplininin gereklerine uygun biçimde, bilimsel açıdan ihtiyaç duyulan ve hedefleneni ortaya çıkarmaya çalışır. İkisinin birbirine karışması bilim ve bürokrasi arasındaki ara yüzün bozulması her zaman bilimin zararına işlemiştir. Devlet sistemin kurucusudur ve uygulanmasını sağlar; bilim kurulları ve akademisyenler bilimi kurallarına göre yapar. İkisinin birbirine karışmasından sadece eski Sovyet sisteminde olduğu gibi bürokrasinin baskısıyla ünlenen, bilimsel yeteneği zayıf, büyük isimlerin pompalanması çıkar. Bu uzun vadede arkeolojiyi çok daha kötüye götürür. Bu nedenle kazı izninin verilmesi, kimin maddi destekleneceği devletin dolayısıyla Bakanlığın, bilimsel çalışmanın bilimsel kurallara göre yapılması ise akademik kurumların işidir. Bürokrasinin yetki ve sorumluluğu ile bilim aynı birimlerde birleşmemelidir. Birleşmesi ise eski Sovyet modelini getirir.
İkisini aynı kurumda topladığınız zaman eski Sovyetler Birliği sisteminin düştüğü hataya düşersiniz. SSCB'de bürokrasi ile bilim aynı kurumda toplanmıştı. Akademi adı veriliyordu. Ama akademi gerçek anlamda bilim akademisi değildi. Devlet adamlarının hakim olduğu, kim kazı yapacak, nerede kazacak, ne kadar para alacak, ne zaman kazacak kararlarının verildiği bir kurumdu. Ve iki aktör aynı yerde toplandığı için bu kurum sadece bazı insanları öne çıkartan bir oluşumdu. Bu nedenle de Sovyetlerde arkeoloji bir adım ileri gidemedi. SSCB yıkıldıktan sonra bu yapıyı değiştirdiler. Yani bu komünist dönemin sistemini yeniden getirmenin hiçbir anlamı yok.
Bürokrasiyi devlet yapar. Bu Kültür Bakanlığı'nın işidir, düzenleyici odur. Enstitüler ise yasal olarak YÖK'e bağlıdır. YÖK'ün dışında bir enstitü kurulamaz çünkü yasada yeri yok. Mevcut yasalara göre üniversiteler YÖK'e bağlı olarak araştırma enstitüsü kurarlar. Araştırma enstitüleri de bilimin kurallarına göre kendi içinde farklı amaçlar için bilimsel çalışmalar yaparlar. Yani Gaziantep'te bir enstitü kurulacaksa bu ancak bir üniversitenin içinde kurulabilir. Yani bağımsız bir bilim enstitüsü Türkiye'nin sisteminde yok. Üstelik; hem karar verici olarak kimin, nereyi, nasıl ve hangi bütçe ile kazacağına, hangi laboratuvarda kimin ne inceleyeceğine karar verecek hem de bilimsel araştırma yapacak, laboratuvar işletecek, her şeyi yapacak bir enstitü modeli yok. Dünya'da böyle bir oluşum yok zaten olması da mantıklı değil. Hata buradan kaynaklanıyor. Bilmem anlatabildim mi?
Bu şura denen şey neden yapıldı ben onu hiç anlamadım!
> Soru: O zaman yasal olarak var olmayan bir enstitü var, üstelik bu hukuken olmayan enstitü şura toplamaya yelteniyor ve çıkacak yasa ile kendisini meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu bağlamda çıkarılması istenen yasa tasarısını nasıl yorumluyorsunuz?
> Prof. Dr. Mehmet Özdoğan: Olmayacak duaya amin demek olarak yorumluyorum. Çünkü bu yasanın çıkması için önce YÖK yasasının değiştirilmesi gerekecek. Üniversitelerin dışında enstitü kurulabilir maddesi konulması gerekecek. Enstitü yani bilimsel araştırma yapılan yer kavramının üniversite dışında olamayacağı hükmü yasada net olarak bellidir. İsimlere takılmaya gerek yok. Öte yandan Antep'te kurulan bir enstitünün ülkeyi temsil etmek istemesi de mantığa aykırı. Antep'te böyle bir kuruma ihtiyaç var mı, var! Antep'in bir yerel arkeoloji kurumuna ihtiyacı var; Gaziantep, Kahramanmaraş, Kilis havzasında araştırmaların derlenmesi, o bölge ile ilgili yapılan çalışmalara ait belgelerin toplanması, arşivlenmesi, toplum ve bilim dünyası ile paylaşılması, o bölgelerde yapılması gerekli eksik işlerin tanımlanması, o bölgede bilimsel çalışma yapacak bilim insanlarının teşvik edilmesi, desteklenmesi, onlara uygun ortamların hazırlanması gibi birçok işlevi üstlenebilir.
Hatta buna her bölgede ihtiyaç var. Antep'te böyle bir geleneğin başlaması iyi olur. Çünkü gerek Gaziantep Belediye Başkanı'nın kültüre ilgisi, gerek orada diğer şehirlerden farklı olarak çok sayıda müzenin olmasından dolayı bu önemli ihtiyaç. Orada kurulacak olan yapılanma Antep havzasının hafızası ve yönlendiricisi olur. Ama bu yerel ölçekte olur; ancak başka bölgeler için de örnek oluşturur. Türkiye genelinde düzenleyici ve denetleyeci Bakanlık'tır ama her üniversite kendi belirlediği çalışma alanında kendi araştırmasını yapar. Her üniversitenin bilimsel öncelikleri farklıdır. Üniversiteler bu şekilde tekelleşmeden uzak şekilde, bilimsel anlamda birbirleri ile rekabet ederek insanlığa hizmet edebilirler... Teferruata takılmaya gerek yok. Asıl mesele; yapının nasıl olması gerektiği.
İkinci bir nokta var. Bir arkeoloji şurası yapılmak isteniyor, tamam! Arkeolojinin sorunları tartışılacak deniliyor, tamam! Çeşitli başlıklar altında toplanmış komisyonlar oluşturulmuş gösteriliyor, tamam! Orada yeni bir yapılanmanın nasıl olması gerektiği tartışılacak deniliyor, o da tamam!
Şura sorunlara çözüm getirecek bir arayış beklentisi yaratılarak tanıtılmış ve sürdürülmüştür ancak ben kapanış oturumunu izledim. Yapılan eleştirilere yönelik şu yanıt dikkatimi çekti: "Söz konusu bütün konuları içeren bir yasa hazırlanıp üst makamlara sunulmuştur ve bu yasa ileride ortaya çıktığında yapılan bütün eleştirilere gerek olmadığı görülecektir"
Peki, yasa tasarısı yapılmışsa ve Meclis'e verilmişse, o zaman şuraya ne gerek var? Yani olmuş bitmiş bir yasa ortaya çıkmış ama "bu yasa nasıl olmalı" diye şura yapılıyor! Tuhaf!
> Soru: Hazırlanmış Yasa tasarısının bu sözde şura denilen toplantıda açıklanmaması da tuhaf değil mi?
> Prof. Dr. Mehmet Özdoğan: O tümüyle aykırı bir olay. Yasa tasarısını hazırlayanların herkesi toplamaya çalışıp, yeni bir şey hazırlanıyormuş gibi "yasa tasarısını nasıl yapalım" diye konuşturmaya çalışması doğru bir hareket değil. Ben de şuradan ilk haberdar olduğumda "yeni bir oluşumun nasıl olacağı tartışılacak, bilim adamları bir araya geliyor, doğru bir yol arıyorlar" diye düşündüm. Meğer yasa tasarısı hazırlanmış, her şey olmuş bitmiş, karar verilmiş... Açıkçası bu şura denen şey neden yapıldı ben onu hiç anlamadım.
Türk arkeolojisinin bütün geleneği yıkılır, çok tehlikeli
> Soru: Resmi kurum ve üniversitelerin bu toplantıya itibar etmemesini nasıl yorumluyorsunuz?
> Prof. Dr. Mehmet Özdoğan: Şu destekledi, bu desteklemedi konusu işin esasına dokunmayan arka plan bir tartışma olur. Önemli olan işin esası. Yani Devlet'in fonksiyonu ile bilimin fonksiyonunu birbirine karıştırmamak, bilimi tekel altına almamak, bilim şöyle yapılacak tarzında dikte kapısı açmamak. Bilim kimsenin hakimiyetinde ve tekelinde olmamalı. Bilim Bakanlığın da tekelinde değildir bu bir...
Türk Arkeolojisinin yüz yılı aşkın bir geleneği, deneyimi ve birikimi vardır. Bunun özenle korunması gerekmektedir. Alışılmış davranışları, kuralları olan, tutarlı bir arkeolojidir Türk arkeolojisi. O gelenek bu kadar kolay değiştirilmemeli. O geleneği bir kere bozdunuz mu işin nereye varacağı belli olmaz. Bu hataya düşülmemeli. Vakti ile buna benzer bir hataya düşüldü Türkiye'de. Türkiye arkeolojisinin sağlam geleneğine göre kimsenin kazısı kimseye verilmezdi. İlk kez bu hata Hasankeyf'te yapıldı. "Yapmayın" denildiğinde, "ama çok kötü bir kazı ya" denildi. "iyi kazı" ya da "kötü kazı" olduğuna kim karar verebilir? Her bilim adamının kendi disiplin anlayışı ve kendi kararı olur. "Bakın bunun sonu nereye gider belli olmaz" demiştim. Bir kez o gelenek bozuldu ve herkesin kazısı herkese verilmeye başlandı. Oysa Türk arkeolojisinin dünyada en saygı duyulan geleneklerinden biriydi, kimsenin kazısının kimseye verilmemesi.
Yani Türk arkeolojisinin sağlam gelenekleri vardı ve bu geleneklerle daha önce de oynandı. Bu çok zarar verdi Türk arkeolojisine. Örneğin Wilhelm Dörpfeld Troya'yı kazdı. Daha sonra Amerikalı Carl Blegen Troya'yı kazmak için Türk Hükümetine başvurunca, "Hayır, bu Alman kazısıdır, Almanlardan izin getirmeniz gereklidir" denildi. Almanlardan izin alabildiği için Blegen orayı kazabildi. Daha sonra Korfmann tekrar Almanya adına orayı kazmak istediğinde Amerikalılardan izin getirmek zorundaydı. Bilimsel ahlak budur. Türk arkeolojisinin dünyadaki en saygın geleneklerindendi. Bu şekilde bilimi kimin yapacağı konusunda bürokrasi ile bilim birbirine karışırsa, Türk arkeolojisinin bütün geleneği yıkılır. Çok tehlikelidir.
Bilim tekelle yürümez, açık rekabet gerektirir
Soru: Uluslararası arkeoloji enstitülerinin Türkiye için model olamayacağını belirttiniz. Yabancı arkeoloji enstitülerinin asıl işlevinin kendi ülkeleri dışındaki bilimsel kazıların koordinasyonunu sağlamak olduğunun altını çizdiniz. Biz bu deneyimlerden yola çıkarsak, çatı vazifesi görecek bir oluşum arayışını hangi yöntemle sürdürmeliyiz ki doğruya ulaşalım.
> Prof. Dr. Mehmet Özdoğan: Böyle bir çatı oluşumu olmamalı. Çünkü bunu yaparsak Sovyetler Birliği örneği gibi tekelleşmeye yol açarız. Bölgesel araştırma merkezleri kurulması doğru. Türkiye'deki her bölge için böyle bir şey gerçekten gerekli. Ama hepsini tek bir çatı altında toplayıp, Türkiye'deki arkeolojiyi birilerinin istediği gibi yönlendirmeye çalışırsan bu yanlış. Baştan da belirttiğim gibi bu tekelleşmeyi getirir. Hata burada. Bilimi tekelleştiremezsiniz.
Şura denen toplantıdaki önerilerde “tekelleşmeye” yönelik bir eğilim görülmektedir. Örneğin, araştırma laboratuvarları bilimsel çalışmaların yapılacağı yerlerdir, merkezi laboratuvarlar kavramı bile yanlıştır. Tübitak dahil farklı kurumların aynı amaçla kuracağı farklı laboratuvarların olması ve bunların arasında bilimsel bir rekabet bulunması sistemin gelişmesinin temel gücüdür. Bilim alanında her türlü tekelleşme geriye gitme anlamına gelir.
Laboratuvarları tekelleştiremezsiniz. Keşke aynı işi yapan bir sürü laboratuvar olsa da birbirleri ile rekabet etseler. Ama siz tüm laboratuvarları tek bir merkezin yönetimine verirseniz, birbirleri ile rekabet etmelerini, ilerleme yolundaki yarışı engellemiş olursunuz. Bu da Türk arkeolojisini geri götürür. Bilim tekelle yürümez. Bilim açık rekabet gerektirir.
Bu oluşum TİKA'nın bünyesinde olur
Soru: Peki siyasal anlamda Türkiye'nin dışarıdaki kazılarını organize edecek bir oluşum arayışı olabilir mi?
> Prof. Dr. Mehmet Özdoğan: Tabi ki Türk arkeologlarının, Türk bilim insanlarının yurt dışındaki çalışmalarını koordine edecek bir oluşum gerekli ama bunun adresi de aslında belli. TİKA var. TİKA'nın sağlam bir altyapısı var ve yurt dışında pek çok ülkede şubesi var. Bu oluşum TİKA'nın bünyesinde olur. Zaten dünyadaki benzeri oluşumlar da ya Dışişleri Bakanlığı'na bağlıdır ya da TİKA benzeri kurumların bünyesindedir. Örneğin Fransız Arkeoloji Enstitüsü doğrudan Dışişlerine bağlıdır. Örneğin şu anda Moğolistan, Makedonya, Kosova, Macaristan başta olmak üzere birkaç ülkede çalışan Türk arkeologları var. Bunlar tamamen rastgele sahiplenilmiş durumdadır. Türk arkeolojisi kuvvetli bir arkeolojidir. Dünyaya açılması lazım. Bu konuda hiç kuşku yok. Ama bunun her şeye karar veren bir yapı ile olması yanlış.
Öyle bir enstitü hayali kuruluyor ki her şeye o karar versin. Türkiye'de kim nereyi kazacak, ne kadar bütçesi olacak o karar versin, hangi buluntu hangi laboratuvarda incelenecek o karar versin, hangi eser nerede teşhir edilecek o karar versin.
Eski Eserler Devlet'in malıdır ve onlarla ilgili düzenlemeler de devletin işidir
> Soru: Bu zaten şu anda Kültür Bakanlığı tarafından böyle yapılmıyor mu?
> Prof. Dr. Mehmet Özdoğan: Kültür Bakanlığı'nın kendi içinde şubeleri var ve bürokratik görevi zaten o kurum yapıyor. Bakanlık işini yapacak. İtirazlar olacak, tartışmalar olacak. Doğru bulunacak. Bu anlamda hem Kültür Bakanlığı'nın yetkilerini alacak hem de bilimi denetleyecek bir kurum olamaz. Nasıl ki Türk Tarih Kurumu, tarihi araştırmaları destekliyor ama hangi araştırmayı kim yapacak, nasıl yapacak, hangi bütçe ile yapacak, kim hangi kitaba bakacak kararı veremiyorsa arkeoloji alanındaki kurumun işlevi de bu olmalı. Kültür Bakanlığı, Devlet'tir. Eski Eserler Devlet'in malıdır ve onlarla ilgili düzenlemeler de devletin işidir. Enstitü'nün işi ise bilimsel çalışma yapmaktır. Bir kurumun adına Enstitü dediğiniz anda onun görev alanına bilim girer. Bürokrasi girmez. Bu ayrımı doğru koymak lazım.
İki yanlışı toplayınca bir doğru çıkmaz.
> Soru: Yani en başa dönüyor ve bilim ayrı, bürokrasi ayrı olmalı diyorsunuz.
> Prof. Dr. Mehmet Özdoğan: Kültür Varlıkları konusunun iki ana unsuru olan bürokrasi ve bilim arasındaki ara yüz çok doğru tanımlanmalı ve doğru konumlandırılmalıdır. Bunların birbirleri ile ilişkileri vardır ama birbirlerinden ayrıdırlar. Yeni bir oluşum kurar ve onun içine kültür varlıklarının yönetimi, araştırması, denetimi, restorasyonu, analizi gibi her şeyi koyarsanız tam bir çorba olur ve bu yapıdan ancak felaket çıkar. Türk arkeolojisine yazık olur. Ben bu işe soyunan arkadaşların çabalarını görüyor ve gayretlerini takdir de ediyorum ama iki yanlışı toplayınca bir doğru çıkmaz.
Yaşar İliksiz - Arkeolojikhaber.com