Salmakis
Salmakis nedir?
Salmakis: Antik çağ efsanesi. Su perisi.
Nice nice efsaneler vardı ki, kaynaklarının Anadolu'da bulunduğunu kimse bilmez. Bu masallara sahne olan yerler efsane kitaplarında bütün renk ve çizgi özellikleriyle anlatılmıştır, masalı okurken onları gözümüzle görür gibi oluruz. Ama hayal gözüyle gördüğümüz bu manzaraları gerçek dünyamızda aramaya pek koyulmayız. Oysa, masal, içinde doğduğu dekora ne kadar bağlıysa, dekor da kaynak olduğu masalın anılması, anlatılmasıyla canlanır ve asıl kişiliğini ondan alır. Salmakis efsanesi için de bu böyledir.
İlkçağdan bu yana birçok sanatçının şiirine, resmine, heykeline konu olan bu masalı bugünkü çerçevesine yerleştirdiniz mi, masal gerçeğin verdiği anlamla derinlik kazanır, masala sahne olan yer de zamanın akışı içinde sanki duralar, ölümsüzleşir.
Bodrum'un hemen yanında, deniz kıyısında, bir zamanlar "Salmakis" denilen, bugün "Bardakçı" diye anılan bir tatlı su kaynağı vardır. İçecekleri suyun az kireçli olmasına önem veren Bodrum'lular sularını ya denizden kayıkla, ya karadan eşekle bu Bardakçı kaynağından getirirler. Su, kıyının iki adım ötesindeki bir kayadan denize akar. Bardakçı iki, üç yüz metre genişliğinde bir kumsaldır, karadan yana kayalı, uçurumlu bir dağ amfiteatrıyla çevrilidir. Bardakçı'da gökten düşme bir cennet parçası gibi küçücük, berrak bir göl varmış. Mersin ve yabani sakız ağaçları bu göle yeşil bir çelenk olurlarmıs. Bu güzel gölde Salmakis adlı bir su perisi yaşarmış, Salmakis, tanrıça Artemis'in buyruğunda bir dağ ya da orman perisi olmadığından, avcılık etmez, yani zavallı hayvancıkları öldürmezdi; onun için de elinde ok ve yay taşımazdı. İşi gücü gölün yemyeşil sularında çırpınıp yıkanmak, çırılçıplak cümbüş etmekti. Uzun saçlarını göl kıyısında biten mersin ağacından yaptığı taraklarla tarardı. Saçlarını tararken küçücük gölden başka aynası yoktu. Salmakis bu aynaya baktıkça kendi güzelliğine şaşakalır, gülüşünü güneşli yamaçlarda çınlatırdı. Hep göle dalar, yıkanır çıkar, kendi kendine türkü söyleyerek, yamaçtaki dağ çiçeklerini toplar, saçına takar, boynuna ve kollarına dolardı. Suya daldığı zaman su olur, akar, takındığı çiçeklerle dağda gezerken dağ yamacının canı olur, akaçlara karışır, türküsü de salman dalların yaprak fısıltısı haline gelirdi.
Bir gün Salmakis göl kıyısında çiçek toplarken güzel bir delikanlı görmüş. Delikanlının adı Hermaphroditos'tu. Bardakçı düzlüğünün bir yanında tanrı Hermes'in tapınağı, öte yanında bir Aphrodite tapınağı varmış. İki tanrı sevişmişler, Aphrodite gebe kalmış ve nur topu gibi bir oğlan doğurmuş. Babasının ve anasının adlarını birleştirerek Hermaphroditos adını takmışlar ona. On beş yaşına varınca genç yerinde duramamış, başını alıp yeryüzünü gezmeye, görmeye çıkmış. Yolu Salmakis gölünün önüne düşmüş. Körpe delikanlıyı görünce Salmakis'in gönlü sevgiyle harlamış. Saçını başını şöyle bir düzeltmiş, güzelliğiyle delikanlının gönlünü büyülemeyi tanrılardan yalvarıp, Hermaphroditos'un yanına varmış ve: "Sen bir tanrı mısın, değil misin? Tanrıysan, sevgi tanrısı Eros'un kendisinin herhalde" demiş, "ne mutlu seni doğuran anaya, seni emziren sütnineye! Kız kardeşlerin de seni görmekle sevinirler. Annen, sütninen, kardeşlerin mutlu, ama gelin olarak sana varan kız onlardan yüz kere, bin kere daha mutlu. Nice zevkler tadacaktır o! Bugüne değin evlenmedinse, gel birbirimize varalım; yok, bir gelinle gerdeğe girdinse, yine de sevişelim şuracıkta, duyacağımız zevk hırsızlama bir zevk olsun". Salmakis böyle demiş. Ama çocukluk çağından yeni çıkmış olan Hermaphroditos çekingen, sıkılgan bir gençti. O ana kadar böyle şeyleri hiç aklından geçirmemişti. Yanakları utançla kızardı. "Git oradan!" diye öte dürttü peri kızını. Salmakis, içi acıyla burkularak, bir çalının ardına çekilip gizlendi. Kendini ıssız yerde yapayalnız bilen genç önce ayağını suda çalkaladı, sonra soyundu, çırılçıplak göle daldı. Dibi görünen serin suda bir fildişi heykel gibi yüzüyordu. Peri kızının gözleri arzu ateşiyle yanıp çaktı. "Artık benimsin!" diye bir sevinç çığlığı saldı ve kınından sıyrılan bir kılıç gibi çıplak ve parlak gövdesiyle göle atladı. Hermaphroditos'u elleri, kolları, bacaklarıyla sarmış, acıtırcasına kavramıştı. Dudaklarını dudaklarına kenetlemişti. Nasıl yılan, pençesine düştüğü kartala büklüm büklüm dolanırdı, nasıl denizin dibinde ahtapot, dokunaçlarıyla tuttuğu balığı fırıl fırıl kavrarsa, Salmakis de delikanlıyı öyle sarıp bağrına basıyor, döne döne suyun dibine çekiyordu. Hermaphroditos kurtulayım die çırpınırken, peri kızı, tanrılara seslenmiş, "Size yalvarırım, ikimizi birbirimize kavuşturun!" diye yakarmış. Tanrılar dileğini yerine getirmişler: Kızla erkeğin iki gövdesini bir tek gövdede birleştirmişler, öyle ki, o gövde ne erkek, ne dişi, aynı zamanda hem erkek, hem dişi olmuş. Batıda "hünsa" anlamına gelen "hermafrodit" sözü işte bu efsaneden gelir. Bugün Bardakçı'da Kaplankaya denilen yüksek bir tepe vardır. Hermes ve Aphrodite'nin tapınakları olsa olsa bu tepenin üzerinde olabilirdi. Tepenin denize inen yamacında dikilitaşlara, anıtlara, dolmenlere benzeyen dev kayalar yükselir. Bu dik dorukların arasında yer yer yeşil kadife gibi çimen parçaları göverir. Denize varınca, kimi kumsalla, kimi cilalı taslarla çevrili berrak, tabii havuzlar vardır. Taşlar bu havuzları kemerler ve köprücüklerle aşarlar; taşların altından denize girer ve irili ufaklı beş, altı havuzu dolaşırlar. Salmakis gölü bu havuzlar olsa gerek. Bu efsane nasıl doğdu, neden doğdu? diye soracak olursak, ilkçağ masalcıları Salmakis gölünün suyunda gevşetici, erkeklik gücünü azaltıcı bir özellik vardı da ondan diye karşılık verirler. Belki yalan, belki gerçek, bilemiyoruz. Masalda gerçek aranmaz ki, şiirinin tadına varılır yalnızca.