Anasayfa / Söyleşi

Sinan Genim: Müzeleri depo olarak görüyoruz.

Mimar Sinan Genim: Türkiye’nin entelektüel kesiminin tuhaf bir yapısı var. Muhafazakârlar 'Mimariyi yenileştirelim, restore edelim' diyor. Hümanist, dünyaya açık olduğu iddiasında olan karşı kesim ise 'Hayır, hiçbir şeye dokunmayalım' diyor.

 

Gençliğinden beri İstanbul'a ait dair gravür, harita ve fotoğraf gibi vesikaları toplayan Mimar Dr. Sinan Genim, "Ülkemizde birçok mevzu 'Yaparım' ile 'Asla yaptırmam' arasında sıkışıp kalmış durumda. Kimse şöyle olsa daha iyi olur diye tavsiyede bulunmuyor" diyor...

> Sizdeki bu İstanbul merakı nasıl başladı?
> Bu merak çocukluğumda başladı diyebilirim. Çünkü Kuzguncuk’ta dünyaya geldim. İlk mektepte okurken bir atlas alınmıştı bana. Haritalara bakar, daha küçük yaştayken İstanbul’u gezerdim. İlerleyen yıllarda Kuzguncuk’ta arkadaşlarla birlikte bir kültür derneği kurduk, şehri gezerek öğrendik. Bendeki İstanbul merakı her geçen gün katlandı. İstanbul Üniversite’sinde İstanbul’un iskânı üzerine çalışmaya başlayınca şehirle daha fazla hemhâl oldum. Bizde şehir tarihi hep yazılı belgelerden istifade edilerek öğrenilir. Akademik çalışmalarımda fotoğraf, harita ve gravürlerin İstanbul’un tarihini ortaya çıkarmada çok tesirli olduğunun farkına vardım ve bunları toplamaya başladım. Bugüne kadar elli bine fazla gravür, harita ve fotoğraf topladım.

> Eski görsel vesikalarda zannettiğimizden daha büyük bir hazine saklı yani…
> Gravür ve haritalar, fotoğrafın olmadığı devirleri çok iyi tasvir ediyor. Yazılı belgelerde yazan bazı şeylerin nasıl olduğunu gravürlerden anlıyoruz. Mesela eski Beşiktaş Sarayı hakkında metinlerde bir şeyler geçiyor ama nasıl bir bina olduğunu anlamıyorsunuz. Fransız Melling gibi ressamlar, İstanbul’u fotoğraf gibi tasvir etmiş. Bu çizimler müthiş doğru ölçekli çizimler. Dolayısıyla görsel materyaller, yazılı kaynaklarda geçen bazı yanlışları da ortaya çıkarıyor.

> Çok bilinen yanlışlar var mı?
> Mesela Anadolu Yakası’nda bir Macar Tabya olduğu bütün yazılı kaynaklarda geçiyor. Hâlbuki Macarlar tarih boyunca Türklerle harp hâlinde olan bir millet. Bu nasıl mümkün olur? 17. asrın ikinci yarısına ait bir harita, oranın Macar değil “Mai Cari” yani akarsu tabyası olduğunu gösteriyor.

> Koleksiyonunuzdaki gravür ve haritaları toplamak maceralı olmuştur sanırım…
> Hem sahafları dolaşır hem de müzayedeleri takip ederim. Sonra, insanlar benim merakımı bildiği için bana buldukları şeyleri haber verirler. Uzun zaman aradığım şeyler de olur. Mesela Moltke’in 1836-37 yılları arasında çizdiği iki İstanbul haritası vardır. Biri şehrin kuzeyini diğeri ise güneyini gösterir. Ben onun güneyini bir şekilde satın almıştım. Kuzeyi gösteren haritayı ise 15-20 sene boyunca bütün dünyada aradım. Sonunda Londra’da buldum. Fried’in bir haritası var. Onun da 15 senedir güney kısmını arıyorum.

> Peki, koleksiyonerlik zenginlikle mi, yoksa entelektüel merakla mı alakalı?
> Kesinlikle parayla pulla alakalı olduğunu düşünmüyorum. Öğlen iyi bir yemek yemek yerine, sahaftan bir şeyler alan çok tanıdığım var. Ancak pek çok insan bu nesneleri kendi için alır ve değerlendirmez. Ben topladığım eserler hakkında ya bir makale yazdım ya da biri aradığını bulur diye çerçeveletip duvara astım. Eğer ihtiyacı olan varsa dijital kopyalarını insanlara verdim ki bilgi birikimi sağlansın. Cimri bir para babası gibi koleksiyonunu yalnız kendi istifadende tutmak olmaz.

> Koleksiyonerlik iyi hoş ama bunları sergileyecek yeterli mekâna, müzeye sahip miyiz?
> Müzeler bir millet için çok mühim yerler. Çünkü, bu mekânlarda eğitim hayatı sona ermiş insanları eğitebilirsiniz. Ancak bizde yeteri kadar müze yok. Zaten müzeleri depo olarak görüyoruz. Yeni şeyler yapmaya kalkışanlara destek çıkmıyoruz. Ama özel müzeler nispeten daha canlılar. Devlet de bu konularda çığır açıp devreden çıkmalı. Bürokrasi içerisinde atılım yapmak çok güç.

>  İstanbul’un fetihten önceki hâli diye sosyal medyada güzel bir gravür dolaşıyor. Fetihle her yer yıkıldı deniliyor. Görsel vesikaların da bizi yanılttığı olmuyor mu?
> Bazen yanılttığı da olabiliyor tabii. O resmi biliyorum. İstanbul, Fatih Sultan Mehmed’in fethinden evvel Latinler tarafından istila edilip yakıp yıkılmıştı. Fetihten hemen önce öyle nizami bir şehir yoktu yani. Bir de bugün entelektüel camiada “İstanbul ormanlarla kaplıydı. Osmanlı şehri aldı, hepsini yok etti” düşüncesi var. Bir defa İstanbul’da Akdeniz iklimi hâkim, büyük ormanlar olması mümkün değil. Ayrıca asırlardır burada iskân var. Romalılar neyle ısındı?

> Türkiye’de mimari projeler ve restorasyonlar hep bir tartışmayı beraberinde getiriyor. Niçin?
> Ülkemizde birçok mevzu “Yaparım” ile “Asla yaptırmam” arasında sıkışıp kalmış durumda. Kimse şöyle olsa daha iyi olur diye tavsiyede bulunmuyor. Restorasyon geçiren bir binadan elde edilen gelire bile karşı çıkılıyor. Artı değer olmazsa insanlık gelişemez. Bu gelişime karşı çıkmak ve her şeyi olduğu gibi muhafaza etmeye kalkışmak doğru değil. Önemli olan artı gelirin adil olarak paylaşımı.

 

> Ama bazı restorasyonların neticesi fecaat oldu…
> Toplum bileşik kaplar gibidir. Ekonomin nasılsa, mimarin de aynı kalitede olur. Bu hâl için de “One-man Show” olarak bir şeyler yapabilirsen yaparsın. Ama bu defa da kurtların eline düşersin.

 

> Türkiye mimari gibi bir sahanın bu kadar ideolojik olmasını nasıl izah ediyorsunuz?
> Bu, anlaşılması kolay olmayan bir şey. Türkiye’nin entelektüel kesiminin tuhaf bir yapısı var. Muhafazakârlar “Mimariyi yenileştirelim, restore edelim” diyor. Hümanist, dünyaya açık olduğu iddiasında olan karşı kesim ise “Hayır, hiçbir şeye dokunmayalım” diyor. Aslında muhafazakârlar ilerici, ilericiler muhafazâkar…

Murat Öztekin - Türkiye