Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Türklerin ata yurdunun Uzak Asya değil Maveraünnehir olduğunu iddia eden Arkeolog Şevket Dönmez'in tezine itiraz ederek, Türklerin En Eski Anayurdu'nun Güney Sibirya olduğunu iddia etti
#Tarih dergisinin Nisan 2018 tarihli 47. sayısı "Türk ata yurdu Uzak Asya değil Maveraünnehir" başlıklı kapakla yayınlamış ve Arkeolog Prof. Dr. Şevket Dönmez’in aynı başlıklı makalesine dergide yer verilmişti.
Prof. Dr. Şevket Dönmez makalesinde, Türklerin ata yurdunun Uzak Asya değil, Maveraünnehir olduğunu iddia ediyor ve Pers Kaynaklarına göre Türklerin olası ilk görüntülerini de yayınlıyordu.
Prof. Dr. Şevket Dönmez’in bölgedeki arkeolojik bulgulara dayanan çalışmasıyla Türk Tarihi'nin; MS 6. yüzyılda bugünkü Moğolistan’a denk gelen Altaylar bölgesindeki Oğuz varlığından MÖ 6. yüzyılda bugünkü Güney Özbekistan’a denk gelen Maveraünnehir bölgesindeki Saka varlığına taşınabileceği savunuluyordu.
Oturduğu yerden tarih yazmaya çalışıp yorum yapmaya kalkmaka suçladı
Makale çok tartışıldı. Ancak akademik camiadan en sert tepki isim verilmeden Prof. Dr. Ahmet Taşağıl'dan geldi.
Yeditepe Üniversitesi Tarih Bölümü başkanı Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Şevket Dönmez'i isim vermeden oturduğu yerden tarih yazmaya çalışıp yorum yapmaya kalkmakla suçladı.
İşte Beyaz Tarih Sitesinde Fırat Güneş'in Prof. Dr. Ahmet Taşağıl ile konu hakkında yaptığı söyleşi:
> Prof. Dr. Ahmet Taşağıl kimdir?
> Yeditepe Üniversitesi Tarih Bölümü başkanıyım. Uzmanlık alanım ağırlıklı olarak İslam Öncesi Türk Tarihi olmak üzere Orta Asya Türk Tarihi. Yani Kore’den Macaristan ovalarına kadar geniş sahada yaşayan eski Türklerin ve günümüz Türklerinin tarihi uzmanlık alanım. Konuyla ilgili çalışmalarımda Çince, Rusça, Kazakça, Kırgızca, Moğolca gibi yerel kaynaklardan faydalanıyorum. Meslek özelinde Ahmet Taşağıl özetle bu.
Türkleri İslamiyet’e geçişi büyük bir farklılaşmayı barındırdığı için İslam öncesi Türk tarihi farklı bir çizgi izlemektedir. Bu dönem Türkleri hakkında ihtilaflı okumaları da beraberinde getiriyor. Haliyle akla gelen ilk soru çoğu zaman değişmiyor. Bu minvalde sormak isteriz hocam; Türk kimdir? Nerede ortaya çıktılar, nerede yaşadılar?
- Milattan önce 3000’lerde insanlık tarihi aydınlanmaya başlar. Sümer’de de Mezopamya’da da, Mısır’da da Akdeniz dünyasında da, Hindistan ve Çin’de de bu durum böyledir. Aynı dönemde Sibirya’da Afanasyevo kültürüyle beraber Türklerin tarihi de aydınlanmaya başlar. Türk kimdir sorusuna çağdaş anlamda baktığımızda ise ben Türk kavramının kültürel bir tanım olduğunu düşünüyorum. Türk kültürüne aidiyet duyanlara Türk denir. Kültürel ve çağdaş anlamda benim kullandığım tanım budur. Ancak tarihsel dönemler açısından baktığımızda, bunu en iyi ifade eden Sasani kaynakları şöyle diyor: Seyhun Irmağı’nın doğusunda yaşayanlara Türk denir. Daha coğrafik bir ifadeyle Orta Asya’da yaşayan kişilere Türk denir ifadesi mevcuttur. Diliyle, kültürüyle, o dönem itibariyle bozkır kültürünü yaşayan halkın, insan gruplarının genel adıdır şeklinde değerlendirilebilir.
Siz bilimsel bulgulara fazlasıyla önem veren bir tarihçi olarak Türk tarihinin nerede ve nasıl başladığını eserlerinizde de belirtiyorsunuz. Türklerin Uzak Asya’da ortaya çıkıp göçebe hayatı yaşadığı ve sonra Batı’ya geldiği teorisini, bu durumu Türkleri medeni dünyadan atmak isteyen oryantalistlerin kurguladığı söyleniyor. Bu konuda nasıl düşünüyorsunuz?
- Bu doğru değil. Durum şöyle esasında; şimdi biz insanlık tarihini milattan önce 3000 tarihi itibariyle aydınlatmaya başlıyoruz. Ben bunu bir şafağın sökmesi gibi, tan yerinin ağarması gibi düşünüyorum. İnsanlık tarihi bu dönemden itibaren aydınlanıyor. Neden? Çünkü yazı var. Bu vesileyle, bu dönem itibariyle olguları ele alan ve inceleyen yazılı kaynaklar mevcut. İfade ettiğim tarihte Türklere ait Afanasyevo kültürünün Güney Sibirya’da bulunduğunu düşünüyoruz. Ancak milattan önce 3000 yılından öncesinde Türklerin bu bölgeye nereden gittikleri tam olarak belli değil. Anadolu kaya resimlerinden ve farklı figürlerden zayıf çıkarımlarda bulunularak çeşitli görüşler ifade edilebilse de kesin olarak bunun bilinmesi oldukça güçtür, kesinlik ifadesinde bulunan kişiler de yanlış önermede bulunmuş olur. Eldeki mevcut verilere göre Güney Sibirya Türklerin en eski anayurdu. Bu nedenle elde bu bilimsel veriler mevcutken farklı düşünceler ortaya atmak oldukça yersizdir, gereksizdir.
Türkçe’nin Altay dilleri ile akrabalığı olmadığına dair tartışmalar mevcut, siz ne söylemek isterseniz?
- Öncelikle ben bir dilbilimci değilim. Ancak bu iddiayı reddetmek için dilbilimci olmaya gerek yok. Bu iddialar oldukça saçma. Türkiye Türkçe’si başta olmak üzere, Kazakça, Kırgızca, Yakutça ve asimile olan Türklerin kullandığı bütün dillerin hemen hemen tamamı aynı dil ailesinden gelmektedir. Bu yersiz iddiayı sadece birkaç Batılı Türkolog ortaya attı. Ancak mevcut çalışmalarda bunun doğru olmadığını net bir şekilde görüyoruz. Maalesef ki dilbilimciler tarih bilmiyor. Tarih bilmedikleri için de bu tip sorunlar ortaya çıkıyor. Bazen sadece bilgi eksikliğinden dolayı değil kasıtlı olarak bu tarz ifadelerde de bulunduklarını düşünüyorum.
> Bu açıdan baktığımızda dilbilimciler ile tarihçiler birbirlerinin işlerine çok fazla giriyor gibi duruyor. Uzmanlık alanları olmamasına rağmen birbirlerinin işlerine bu denli girmelerinin nedeni nedir sizce?
> Dilbilimciler ve tarihçilerin birbirlerinin alanına girdiğine kesinlikle katılıyorum. Çünkü dönemin konjonktürel yapısının gerektirdiği gibi davranma eğilimi söz konusu olabiliyor. Bununla birlikte bazı dilbilimcilerin tarihten iyi faydalanmadığını, tarihçilerin de dil malzemesini iyi bilmediğini düşünüyorum.
> Perslere ait arkeolojik bulgulardan yola çıkarak Türklere ait en eski coğrafyanın Maveraünnehir bölgesi olduğu önermesi Saka topluluklarına dair bulgularla destekleniyor. İskit ve Saka’lar Türk müdür?
- Maveraünnehir bölgesindeki İskit ve Sakaların ortaya çıkışı, milattan önce 750 yılı civarında. Ancak şunu belirtmem gerekir ki ben size milattan önce 3000 yılları üzerinden bilgiler verdim. Yani yakın zamanda bir dergide Türklerin ilk izlerine dair verilen tarihten 2250 yıl öncesinden bahsettim. Dolayısıyla söz konusu makale Türklerin anayurdu sorunsalına çözüm oluşturmuyor. Orada sadece İskitleri anlatıyor, bu açıdan bakıldığında İskitlerin Maveraünnehir bölgesinde yaşadığı bilgisi içsel tutarlılığa sahiptir. Ancak bütünsel olarak bakıldığında aradaki 2250 yılın görmezden gelinmesi bütünsel tutarlılığı bozuyor. Çalışmada Çin kaynakları hiçbir şekilde kullanılmamış. Benim kendi okumalarıma göre, milattan önce 2259’a kadar Hunların atalarının izlerine kesin olarak ulaşıyoruz zaten. Ancak efsanevi ve anekdotal metinlerle birlikte bu tarihi milattan önce 2700’lere kadar götürebiliyoruz. Tekrar İskitlere dönmek gerekirse İskitlerin Türk kültürünün bir parçası olduğunu düşünüyorum. Ancak İskitler konusu da tarihsel olarak tam anlamıyla açık bir konu değil. Herodotos’a göre bugünkü Romanya’nın kuzeyinden itibaren Orta Asya’da yaşayan herkes İskitlere mensuptur. Asur ve Pers kaynaklarında da buna benzer ifadeler mevcut. Dolayısıyla farklı kaynakları incelediğimizde bize bu konu hakkında açık ve net bilgiler sunmuyor. Ben şöyle düşünüyorum; bütün bu bölgelerde yaşayan boyların hepsinin Türk olma ihtimali yok, ancak hiçbirinin Türk olmama ihtimali de yok.
Tüm bu iddialar esasında sizin eserlerinizde bahsettiğiniz çalışmalara karşı iddialar. Türklerin eski coğrafyası, Moğollarla akrabalığı vs… Bu iddialar Türk-Moğol ortaklığını da red ediyor. Bu tür çalışmaları nasıl değerlendirmek gerekir?
- Bence en temel hata şurada yapılıyor; günümüz Moğolları ile günümüz Türkleri karşılaştırılıyor. Günümüz Moğolları, Mançuların, Tibetlerin ve Çinlilerin etkisinde yoğun bir şekilde kaldıkları için dinleri ve dilleri başta olmak üzere pek çok konuda fazlasıyla değiştiler. Aynı şekilde bizlerin de kültürü ve dili Arapların ve Farsların etkisiyle oldukça değişti. Bu nedenle günümüzden bir paradigma oluşturmak mümkün değil. Bu tarz konuların incelenmesi için en temelden gelinmesi lazım. Geçmişten geldiğimiz zaman da yine yazılı kaynaklar karşımıza çıkıyor. Okuduğum Çin kaynaklarına dayanarak Türklerin Moğollarla çok yakın olduklarını, akraba olduklarını ve aynı kökten geldiklerini söylüyorum. Erken dönemde zaten Moğol diye bir şey yok. Moğol adı ilk defa 750 yılında ortaya çıkıyor. Yani bu konulara daha analitik yaklaşmak ve yazılı kaynaklar üzerinden gitmek gerekiyor. Bazı dilbilimcilerin savunduğu görüşe göre İslam öncesi dönemdeki Türkçe ile Moğolca’yı ayırmak imkânsızdır. Günümüzde Cengiz Han’ın sülalesi ancak Türkçe ile açıklanabiliyor, Börü Tigin ifadesiyle. Bunu ne ile açıklayacağız o zaman. Tüm bu olgular ışığında Moğollar Türk devlet geleneğiyle hareket edip yaşadılar demek mümkündür.
Son olarak; Radloff, Wambery, Grousset ve Barthold gibi Türkologların Türkleri Uygar dünyadan Uzak Asya’ya ittikleri ve bizim de bunu tartışmasız kabul ettiğimiz tezi ortaya atıldı. Ayrıca Türklerin Altay menşeili olduğu kuramının arkeolojik bulgularla desteklenmediği de ifade ediliyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
- Ben Altaylar’ın her tarafını gezdim. Müzeleri, tarihi alanları, kaya resimleri… Oralarda Türkçe yazıtlar var, binlerce kurgan var. Dolayısıyla öne sürülen bu iddia tamamen yanlıştır. Bu alandaki arkeolojik malzeme zaten Türk malzemesi olduğunu kendinde gösteriyor. Nisus Müzesi, Abakan Müzesi, Krasnoyarsk Müzesi gibi müzelerde yer alan eserler zaten Türklere ait izleri gösteriyor. Bölgeyi görüp gezmek lazım. Burada oturdukları yerden tarih yazmaya çalışıp yorum yapmaya kalkmak doğru değil.