Apollon

Apollon kimdir?

I. Apollon: Antik Yunan'da Işık, Kehanet ve Güzel Sanatlar Tanrısı,

Zeus'un oğludur.

Tanrılar içinde en Yunanlı olanı Apollon, Yunanistan'a çok eski çağlarda KüçükAsya'dan geldi. Leto, ikiz kardeşler Artemis ile Apollon'u Delos adasında doğurmuştu. Apollon'un sık sık rastlanan adlarından biri Phoibos (ışıldayan) dur.

İlk zamanlarda Apollon:

1) Ekim-tarım tanrısıydı. Hasat öncesi Thargelion, sonbahardaki Pyanopsion ayları kutsal sayılır, bu addaki törenlerde Apollon kutlanırdı.

2) Çobanların tanrısıydı, kurtları sürülerden uzak tutardı.

3) Sağlık ve ceza tanrısıydı. Oklarıyla etrafına veba ve ölüm saçardı (İlyada'nın baş tarafları); Niobe'nin oğullarını bu oklarla öldürmüştü. Bir yandan da hastalıkları iyi eder, insanları suçlarından temizler, günahları giderirdi. Sonradan sağlık tanrılığında Apollon'un yerini oğlu Asklepios aldı.

4) Apollon, geleceği haber veren tanrı diye de bilinirdi. Sonraları:

5) Şehir kapıları bekçiliğinden ötürü, yeni kurulan şehirlerin, piri, koruyucusu, halk hayatının düzenleyicisi kabul edildi. Yollar, kapılar tanrısı olarak Apollon'un adlarından biri Agyieus'tur.

Yunan evlerinin kapıları önüne sivri direkler dikilir, bu kutsal direkler başlangıçta tanrının kendisini temsil ederlerdi.

6) Güzel sanatların, ilmin, özellikle müziğin tanrısı oldu. Kithara çalıyor, Musa'ların korosunu yönetiyordu.

7) Ancak 6. yüzyılda güneş olarak görünür. Apollon'un güneş şeklinde tasavvuru düşüncesini Eflâtun da benimsemişti. Romalıların öğrendikleri ilk Yunan tanrısı Apollon oldu.

Romalılar Apollon'u MÖ 496 da İtalyada kurulmuş en eski Yunan kolonisi Kumae'den aldılar.

Roma, 212'den sonra Apollon şerefine oyunlar düzenlemeye başladı. İmparator Augustus, kendi koruyucu tanrısının Apollon olduğunu söylerdi.

MÖ 17 de şair Horatius, övgülerinde Apollon'u güneş tanrısı olarak yüceltir.

Apollon'un kutsal ağacı, defne (Daphne) dir.

Apollon ile Kyrene'nin oğlu Aristaios da hayvan gütmenin, zeytin yetiştirmenin, arıcılığın tanrısıdır.

 

II. Apollon: Geleceği haber veren Yunan tanrısı. Zeus ile Leto’nun oğlu, Artemis’in kardeşidir. Genellikle şiir ve müzik tannsı olarak bilinen Apollon’un ana niteliği geleceği haber vermektir. Homeros onu Likyalı, bu yüzden de Yunanlıların düşmanı olarak tanıtır (Iliada'da Troia’lıların tarafını tutar, örne¬ğin IV.507). Işık-güneş tanrısı olarak beliren Apollon’un elinde her zaman bu¬lundurduğu okları güneş ışınlarıdır. Bu açıdan Helios’la özdeşleşmiş ve Phoibos (ışıldayan) adını almıştır. Açık havada yapılan her türlü işin; tarla bakımı¬nın, hayvan bakımının kentlerin ve kolonilerin koruyucusudur. Ayrıca hekim¬likle ilgili yönü vardır. Veba salgını başlatabilir ya da bitirebilir. Heykelleri er¬kek güzelliğinin simgesi sayılabilecek ölçülerle yapılmıştır. Romalıların en çok benimsedikleri ve taptıkları Yunan tanrısı odur. Müzikle de ilgisi vardır, sembollerinden birisi lir, diğerleri ise defne ağacı ve yaydır. Delos ve Delphoi tapım gördüğü önemli merkezlerdir. Arkaik Dönemde (MÖ 800-480) ünü tüm Yunan dünyasına yayılan Delphoi kahini yerleşilecek yeni yerler hakkın¬da kehanette bulunması dolayısıyla kolonizasyon sürecinde etkili olmuştur. Apollon’un Roma dünyasına girmesi MÖ 433’te Roma’da görülen veba salgı¬nı sırasında olur. Hastalığı önlemesi için Apollo Medicus olarak ithal edilmiş ve adına bir tapınak yapılmıştır. Marcus Antonius ’a karşı Actium Deniz Savaşı’nı kazandıktan sonra ‘Octavianus, kendisine yardım ettiğine inandığı tanrı Apollon için görkemli bir tapınak yaptırdı (MÖ 28).

 

III. Apollon: Hesiodos'un eserinde Apollon'un adı pek az geçer.

Oysa Theogonia Musalara uzun bir seslenişle başlar, Musalar korosunun ise Apollon'un yöneticiliğinde bulunduğunu ve çokluk şiir eserlerinde seslenişin Musalarla, yani şaire sesini veren perilerle birlikte Apollon'a da olacağı beklenir.

Oysa dize 94'de insanlara ve özellikle krallara güzel söz söyleme yeteneğinden söz ederken, bu verginin Musalardan ve okçu Apollon’dan insana geldiği söylenir, o kadar.

Musalar büyük tanrı Zeus'un kızları olarak uzun uzadıya kutlanır, övülür, Apollon'a pek değinilmez. Ancak eserin sonunda -ki bu son parçanın Hesiodos'a ait olup olmadığı da kesin değildir- Zeus'un Leto ile seviştiği ve bu birleşmeden Apollon ile Artemis'in doğduğu söylenir ve şöyle denir: "Uranos'un en güzel torunlarıydı bunlar."

Apollon'un Hesiodos'un eserinde bu kadar az yer alması acaba bu tanrının özellikle Anadolu tanrısı olup Hesiodos'un yaşadığı Yunanistan'da pek bilinmediğinden midir? Olabilir. Hiç kuşkusuz, Apollon çok daha incelmiş, gelişmiş aydın bir toplumsal ortamın tanrısıdır, Hesiodos'un kırsal çevrede, toprak çekişmelerinin en önemli bir rol oynadığı ilkel toplumda pek yeri olmasa gerektir. 

 

IV. Apollon: İlkçağda Yunan denilen varlıkla Akdeniz çevresindeki uygarlık topluluğuna bir yenilik gelmiş olduğu su götürmez bir gerçektir. Bu olaya geçen yüzyılda bir ad da takıldı, Yunan mucizesi dendi. Mucize gibi gerçeküstü bir terim kullanılması, bu olayın nedenlerinin de, kökenlerinin de o zamanlar pek aydınlanamamış olmasından, kısacası bilgi yoksulluğundan gelmekteydi. Yunandan kalma yapıtların, özellikle yazı tanıtlarının çokluğu, bunların Batı uygarlığının bir başlangıcı diye karşımıza çıkması ve gerek doğa, gerekse insan üstüne düşüncesinin o günden bugüne kesintisiz olarak suregelmesi bu olayın bir başlangıç sayılmasına yol açmış, bilimi bir çeşit yetinmeye götürmüş, bir çeşit coşku ile asıl yolu olan inceleme, daha öncesini arama ve anlama çabasından saptırmıştır. Ne var ki o gün bugün çok ileri gidilmiş ve elde edilen bulgularla olayın hiç
de mucize olmadığı, akılla algılanabilecek tutarlı tarihsel bir süreç olduğu anlaşılmaya başlanmıştır. Bilimin de bugün asıl coşkusunu yaratan neden, mucizeyi aydınlatmak yolunda sayısız ipuçlarının hemen hepsinin Anadolu topraklarında bulunması, aydınlığın bir kez daha "Anadolu" denilen güneşin doğduğu ülkeden gelmiş olduğunu gösterir. İpuçlarını izlemek, bulguları çoğaltmak ve değerlendirmek durumundayız bugün. Bundan ötürüdür ki yeni bilimsel gerçeklerin ışığında yeni yorumlar yaparak denemelerimizi önermekten daha ileri gidemeyiz. Ama bu da az çekici bir iş değildir. Böyle bir denemeyi bu sözlükte Apollon tanrının kökenleri ve kişiliği üstüne yapmak istiyoruz. Bu tür denemelere bizden önce girişenlerden esinlenerek ve elimizdeki bilgi ve görgülerden faydalanarak Apollon'un bir Anadolu tanrısı olduğunu tanıtlamaya çalışacağız. Friedrich Nietzsche'nin "Tragedyanın Doğuşu" adlı eserinde yaptığı Yunan varlığı üstüne yorum bugün de geçerlidir sanıyoruz. Yalnız tragedyada değil, ilkçağın Yunan denilen yaratıcılığında birbirinden ayrı iki öğeyi ayırmak doğru olsa gerek: Bu yaratıcılık iki tanrının simgelediği iki karşıt varlığın birleşmesinden doğmuştur. Bu iki tanrı da Apollon'la Dionysos'tur. Apollon aydın, durgun, ölçülü gücü simgeler, ışıktır, doğayı görme, varlığı akılla algılama ve akıl yetisine dayanan yöntemlerle biçimlendirme gücü ve yeteneğidir, Apollon plastik sanattır, ama aynı zamanda da öngörmedir, anlama ve kavramadır, ışığın doğayı bir projektör gibi aydınlatıp karanlık kalan sırlarını çözümlemesidir. Ama bu güç, insanı bir seyirci ve bir taklitçi olmaktan da ileri götüremez, yaratıcılık insanın doğaya bir başka türlü coşkuyla karışmasını şart koşar, karanlık güçlerin gizemine ermesini. İşte bu gücü de Dionysos, şarap tanrı simgeler. Dionysos doğanın kendisi değil, bir ana tanrıça değil de, insana doğayla birleşmeyi sağlayan bir araçtır sanki. İnsan için düşünülmüş, yaratılmış bir tanrıdır. Nitekim insan dişisinden doğmadır, insana karışır ve insan çilesini çeker, ta ki taşkın gücünün ne denli bir nimet olduğunu anlatabilsin insana. Dionysos'un doğudan geldiğini, Anadolu'dan çıkıp Yunanistan'a güç bela girebildiğini efsane bağıra bağıra dile getirir. Nietzsche'nin Yunan varlığına özgü en şaşırtıcı yapıtı saydığı tragedyayı bağışlayana kadar akla karayı seçmiştir bu tanrı. Ama Apollon, durgun akıl gücü, bütün dallan ve bunları esinleyen perileriyle Apollon öz Hellen varlığı sayılırdı, Nietzsche'nin de bundan şüphesi yoktur herhalde. Delphoi tanrısı Apollon bunca bilicilik merkezleri, tapınakları ve efsaneleriyle özbeöz Yunan, yani Yunanistan kökenliydi. Bu yanlışlığı bilim Homeros'tan başlamak üzere metinleri iyice okumamış olduğu için işlemiştir. Arkeolojinin katkıları da eklenirse, gerçeğin gün ışığına yakında çıkacağı umulur. Bizimkisi yalnız bir deneme.
(1)ADI VE EK ADLARI. Apollon adının Yunanca olmadığı artık herkesçe bilinir. Ama asıl kaynağı bugüne kadar açıklanamamıştır. Acaba bu ad, kimi Hitit yazıtlarında rasgelinen Apulunas tanrının adıyla bir olmasın? İlkçağdan beri bu adın köken ve anlamını açıklamak için
boşuna çabalar gösterilmiş: "Apollon" yani cezalandırmak, ya da "apello" defetmek, kötülüğü önleyip korumak anlamına gelen fiillerden, ya da başka kökenlerden türemiş olduğu ileri sürülmüştür, Ne var ki Yunanlılar bile bu adı anlamamış olacaklar ki, tanrının özünü belirtmek için bir ek ad takmışlar ona: Phoibos demişler. Phoibos'un > > > anlamı belli, parlak demektir ve tanrının ışık saçan aydınlık varlığını dile getirir. Kaldı ki bu adın Apollon tanrının büyük annesi olarak gösterilen dişi Titan Phoibe (Tab. 4) ile de bir ilişkisi vardır. Yalnız şuna da dikkat edilsin ki hiçbir kaynak ya da efsanede Phoibos Apollon asıl güneşi simgeleyen Helios tanrı ve onun soyundan gelen tanrısal varlıklarla ilişkide gösterilmemektedir. Bunun nedeni de Apollon'un güneş olmadığı, güneşi simgelemediğidir. Apollon güneş tanrı değildir, ne adı, ne de nitelikleri Yunan mythos'unda Güneş tanrı ile bir tutulduğunu belli etmez. Apollon kaynağında ve özünde bambaşka bir varlıktır. Bu varlığı bize ilk niteleyen metin de Homeros'un İlyada'sıdır. İlyada'da tanrının adı Apollon ya da Phoibos Apollon diye geçer, bu ada eklenen sıfat çokluk okçu, hedefi vuran ya da gümüş yaylıdır, bir iki yerde de kendisine "Lykegenes" denmektedir. Bizim "Lykiâlı" diye çevirdimiz bu sıfat başka metinlerde geçen "Lykios" ve "Lykeios" sıfatları da göz önünde tutulursa, tanrının Lykia bölgesiyle ilişkisini dile getirmektedir. Lykia'lı oldukları bilinen Sarpedon, Glaukos ve Pandaros'la ilgili metinlerde şöyle bir deyim geçer tanrı için (İl. IV, 101,119): "Ün salmış okçu Lykia'lı Apollon" (Pandaros). Tanrının Lykia ile yakın ilişkisi bilindiği halde bu sıfatın ışık ya da kurt anlamına gelen "-lyk" kökünden türeme olup olmayacağı tartışma konusu edilmiştir. Böyle bir tartışmanın yersizliği şuradan belli ki Lykia bölgesinin adı da "-lyk" kökünden gelme, bu kök ise Latince "lux"ta görülen ışık anlamlı köken olarak alınırsa bu anlam tanrının sıfatında da, Lykia ilinin adında da vardır. Kaldı ki "Lyke-genes" sıfatındaki -gen- eki soyu yansıtır, Lykia soylu, Lykia'da doğmuş anlamına gelir İster istemez. Ama bu da Hitit çivi yazıtlarındı geçen "Lukka" bölgesiyle bir tutulabilir mi ve tutulursa Lykia'nın adındaki Luk- kökeni Yunancada olduğu gibi ışık anlamını İçerir mi, o başka bir sorundur. Lykia'nın adı nereden geline olursa olsun, Apollon Homeros destanlarında Lykla'ya sıkı sıkıya bağlı, bu yüzden de merkezi Anadolu'da, özellikli Troya'da olan bir tanrı olarak çıkar karşımıza. (2) ANADOLULU TANRI. İlyada'da Lykia sözü geçince, iki yer dile getirilir: Biri "anaforlu Ksanthos'un kıyılarında, uzak ve semiz Lykia toprakları", öteki Troas bölgesine, özellikle Pandaros'un yurdu olan Zeleie'ye yerleşmiş Lykia'lıların ili. Sarpedon'la Glaukos, Ksonthos Lykia'sından, Pandaros ise Aisepos Lykia'sından gelmişlerdir. Tanrının Troya çevresindeki şehirlerde de önemi büyüktür, nitekim rahibi Khryses İlyada'nın başında şöyle seslenir tanrısına (İl. I- 37 vd.):
Ey Khryse'yi, kutsal Ki ila'yi koruyan gümüş yaylı, Tenedos'un güçlü kralı, Smintheus, dinle beni,
Yerleri bugün kesinlikle belli değilse de, Zeleie, Kılla, Khryse İda dağının eteğindiki kentlerdir, Tenedos ise Bozcaada. Smintheus adı bu bölgede tanrının bambaşka bir isimle de anıldığını gösterir. Bunun dışında Apollon Troya şehrinin içine yerleşmiş gibidir.Troya kalesi Pergamos tepesinden seslenir ovada dövüşenlere (İl. IV, 507 vd.):
"Öfkelendi Apollon, Pergamos tepesinden bağırdı Troyalılara, dedi ki: Atları iyi süren Troyalılar, atılın ileri, haydi, kalmayın Argos'lulardan aşağı, onların derileri ne taş, ne demir, dayanamazlar et delen tunç kargılara. Güzel saçlı Thetis'in oğlu bile, işte bakın, Akhilleus bile uzak duruyor savaştan, Gemilerin yanında sindiriyor yürekler acısı öfkesini."
Diomedes, tanrıça Aphrodite'yi yaraladıktan sonra, Apollon'un koruduğu Aineias'a da aldırmaktan alamaz kendini (İlyada, V. Bölüm, 432 v. d.):
gür naralı Diomedes sezdi birdenbire, Aineias üzerine Apollon'un el uzattığını. O anda saldırdı Aineias'a, büyük tanrıya bile saygısı yoktu, öldürmek için Aineias'ı,
ünlü silahlarından soymak için, saldırıyordu birbiri peşi sıra.
Apollon da, anası Leto da ve kardeşi Artemis de Troya kalesinin iç tapınağında oturur gibidirler. Zeleie'den Pandaros'u savaşa götürmek, Sarpedon'un ölüsünü yurdu Lykia'ya taşımak hep Apollon'a düşer. Troya ile ilişkisi çok eskidir Apollon tanrının, Laomedon'a, Poseidon'la birlikte ücret almayarak çekildikleri ünlü İlyon surunu yaptıkları günden başlar. Ne var ki Poseidon kin tuttuğu halde, Apollon bütün yüreğiyle Troya'Ulardan yanadır. Bunu açık açık söyler, tartışmaya da girer. Athena, Olympos'tan İlion'a fırlayıp gelir (İlyada, VII. Bölüm, 20 v. d.):
"Apollon birden onu karşıladı. Görmüştü tanrıçayı Pergamos kalesinden, istiyordu zafer Troyalıların olsun. Karşılaştılar meşe ağacı altında. Önce Zeus'un oğlu kral Apollon dedi ki: "Ne diye geldin Olympos'tan, ulu Zeus'un kızı, söyle hadi, niyetin ne, nereye götürür seni ulu yüreğin? Oynak zaferi mi vermek istersin Danaolara? Kırılan Troyalılara acımazsın, bilirim. Gel dinle beni, en hayırlısı bu: Gel bugünlük savaşa ara verelim, sonra gene onlar düvüşsün dursunlar, vuruşsunlar İlyon'un sonu gelene dek, Aklınıza esmiş, ölümsüz tanrıçalar, belli, Gönlünüz bu şehri yok etmek ister."
Apollon Hektor'a gönülden kılavuz ve koruyucu olur, Athena'nın Troya'lı yiğidi aldatarak öldürmek için kurduğu pis düzen karşısında Apollon'un tutumu öyle insancadır ki, bayağı dokunur insana. Hektor'la yüz yüze gelir, başka kılığa girmek, kendini
saklamak gereksinmesini duymaz. Hektor güvenle sorar ona (İl. V, 247 vd.):
"Kimsin sen, sevgili tanrı, kimsin sen, bana böyle soran?"
Apollon da şöyle karşılık verir:
"Ida 'dan bir savaş ortağı gönderdi sana Kronos oğlu, yanında durup seni koruyacak, kendine gel hadi. Altın kılıçlı Phoibos Apollon'u gönderdi, na buradayım, gör bak işte, öteden beri korurum seni de, yüksek kentini de."
Hektor'la Akhilleus arasındaki son ve korkunç çarpışma başlayınca dört döner Hektor'un çevresinde, onu kurtarmak için (İl. XX,443vd.):
Akhileus korkunç çığlıklarla atıldı öne, Hektor'u öldürmek için yanıp tutuşuyordu. Ama Phoibos Apollon kaçırdı Hektor'u, sakladı koyu bir bulutun arkasına, bir tanrı için işten bile değildi bu.
Zeus Akhilleus'la Hektor'un ecelini tartıya koyup Hektor'un ölümü ağır basınca, Apollon'da Hektor'u kaderine bırakmak zorunda kalır ve tanrılara karşı bir tanrı ağzından hiç duyulmamış bu eşsiz eleştiriyi dile getirir (İl XXIV, 33 vd.):
Phoibos Apollon ölümsüzlere şöyle dedi: "Amansız tanrılar, işiniz gücünüz kötülükte. Beneksiz keçilerin, sığırların butlarını, Hektor hiç mi yakmadı size?
Ölüyken bile yüreğiniz varmıyor onu kurtarmaya, onu görmesin mi karısı, anası, çocuğu, görmesin mi babası Priamos, Troya halkı, alıp saygı göstermesinler mi ölüsüne, yakmasınlar, ateş payını vermesinler mi? Siz şu uğursuz Akhilleus'u tutuyorsunuz demek, Oysa bilmez o töresince düşünmesini, yumuşar bir yürek taşımaz göğsünde, azgın bir arslan gibidir tıpkı, yaban gücüne, amansız yüreğine uyar da hani, bir güzel doyurmak için karnını, gelir saldırır insan kuzusuna. Akhilleus da sıyrıldı tıpkı onun gibi her türlü acıma duygusundan, insanlara saygıdan çekti kendini... hem zararı var, hem yararı bu saygının. Bir gün sevdiğini yitirebilir insan, yitirebilir kardasından, oğlundan yakın birini, ağlar sızlar, sonra taş basar bağrına. Acıya dayanan bir yürek verdi Moiralar insanlara. Ama bu adam Hektor'un canını almakla kalmadı ki, bağladı arabasına, dostunun mezarı çevresinde sürükledi. İyi bir şey mi bu, güzel bir şey mi? Boş toprağa sövmeye vardırdı işi bu adam. Öfkemize dokunup kaldırmasın bizi ayağa,
açsın gozunu.
Bu güzelim uygarca sözlere Hera gene bir sürü safsata ile karşılık verir: "Oymak tanrı, kötülerin dostu" der. Tanrılar arasında bu eşine rastlanmaz iyilik, kötülük tartışması da ışık tanrının yenilgisiyle biter. Apollon ne yapsın, Aphrodite İle birlikte Hektor'un ölüsünü korumaktan başka çare bulamaz (II. XXII, 185 vd.):
Aphrodite kovuyordu köpeklen yanından, Zeus 'un kızı, gece, gündüz, gül kokulu tanrısal bir yağ sürmüştü ölünün bedenine, Akhilleus onu sürüklerken yüzülmesin diye derisi. Phoibos Apollon, gökten ovaya onun için kara bir bulut indirmişti, gözden kaçırmıştı ölünün kapladığı yeri, güneşin gücü, gövdesini saran deriyi vakitsiz kurutsun İstemiyordu.
Apollon'un İlyada'da oynadığı bu rol onu Olympos tanrılarından büsbütün ayırmakta, bambaşka bir ahlak görüşü olan bir dünyanın, yani Anadolu'nun tanrısı olarak karşımıza çıkarmaktadır. Lykia'da sürdürülen arkeolojik araştırmalar bu tezi gün geçtikçe pekiştirmektedir. Ksanthos, Patara ve birçok anıtları gün ışığına yeni çıkarılıp, Apollon'la Artemis'in anası Leto'nun bölgede büyük bir yer tuttuğunu açığa vuran Letoon kutsal merkezi bu üç tanrının Anadolu topraklarına ne denli kök saldığını kanıtlar. Lykia yazısının çözümü de bir gün başarılırsa, varsayımlarımızın hepsinin somut birer gerçek olacağı umulabilir. Ama bir başka yönden de bakılınca ışık tanrı Apollon'la Lykia arasında sıkı sıkıya bağlantı kurulabilir. Apollon Musa'ların yöneticisi, çalgı ve ezgiyi, şiir ve dansı, kısacası her türden sanatı esinleyen büyük yaratıcı tanrıdır. İlkçağdan bugüne lirik şiirlerin hepsinde belli bir hava içinde canlandırılır. İşte bu hava Lykia'da sezilir, ışıkla dokunmuş, müzikle yoğrulmuş gibi bir şiir havasıdır bu. Gündüz gümüş yaylı tanrıya bir altın taht kuran, gece çatır çatır yıldızlarla birlikte kız kardeşi Aya doğru yükselen yalçın dorukları bu hava sarar,
ak çöller gibi mavi engine kadar yayılan dalga dalga kumların arasından süzülerek, renk renk çakıllar üstünde çağlayan dereler de satyr'lere, nympha'lara yemyeşil birer yunak olmaktadır. Kıyılarında dolaştınız mı, Debussy'nin müziğini duyar, ağzında kavalıyla bir Pan ya da Marsyas'ın korularda hoplaya hoplaya oynadığını görür gibi olursunuz. Hele Fethiye'nin görkemli kral mezarlarından başlayıp, Kekova, Kaş, Demre, Olympos ve hepsi Anadolu'ya özgü adar taşıyan daha nice kentler boyunca, her biri birer tapınak gibi karşımıza çıkan, kayalara oyulu ya da denizde yüzen o eşsiz mezarları, lahitleri gördük mü, burası Apollon'un ülkesidir demekten alamayız kendimizi. Buralarda akla kara, ışıkla karanlık arasında yaman bir savaş verilmekte ve bin yıllardan beri süregelen bu savaşı insan aklı ve sanatı kazanmaktadır. Anadolu bu zaferi Apollon tanrı ile simgelemiş. Apollon Lykia denilen o ışık ülkesinde de yaşar, ta uzak doğuda Nemrut dağının tepesindeki sivri külâhlı dev tanrı heykelleri arasında da baş yeri tutar. Homeros'tan Roma çağından sonraki Kommagene krallarının zamanına dek hep aynı Anadolu'lu tanrıdır Apollon.
(3) DOĞUŞU. İlyada'nın ilk dizelerinde şöyle tanıtılır Apollon (İl. 1,9 ve 36): "Lete ile Zeus'un oğlu", "güzel saçlı Leto'nun doğurduğu". Titan kızı Leto ile baştanrı Zeus'un birleşmesinden doğmuştur Apollon ve onun kız kardeşi Artemis (Tab. 5), ama bu doğum öyle olağan bir doğum değildir, anlatmakla bitiremez onu şairler. Homerik denilen "hymnos", yani övgüler arasında Apollon'a ayrılmış iki övgü vardır, biri Delos'lu Apollon'a, öteki Delphoi tanrısına. Bilim bu iki övgü arasında bir zaman ayrımı saptamış, besbelli ki Delos övgüsü daha eski, Delphoi'ninki çok daha yenidir ve sonradan eklenmiştir birincisine. Ayrıntıya girmeden şunu söyleyelim ki araştırmaların verdiği sonuç şu; Apollon tanrının asıl doğuş yeri Anadolu kıyıları, yani Lykia ve özellikle Lykia'da tanrının doğduğu kent sayılan Patara'dır, ama sonradan önce adalarda, sonra Yunanistan'da kültü yayılınca birçok yerler (tıpkı Homeros için olduğu gibi) tanrıya beşik olma şerefini elde etmek için efsaneler düzdürmüşlerdir, bunların arasında başta gelen ve en çok da tutunan Delos efsanesi. Zeus'tan gebe kalan Leto tanrıçanın çocuğunu doğurmak için yer araması, Hera'nın hışmına uğradığı için hiçbir yerde sığınak bulamaması bu övgünün konusudur ve Leto maddesinde ayrıntılı olarak incelenecektir (Leto). Burada şu noktaya dikkat edelim ki Apollo'nun doğumu bir "kral tanri'nın doğumu sayılmakta, Homeros destanlarında da "anaks" efendi, kral diye nitelenir Apollon, övgüdeyse şöyle deniyor;
"...Titrer tanrılar tepeden tırnağa Zeus'un sarayında o bir yürüdü mü, yaklaşıp parlak yayını bir gerdi mi o, bütün tanrılar fırlar ayağa."
Delos Adacığı da korkar böyle güçlü bir tanrıya sığınak olduktan sonra, Apollon onu hor görüp denizin içine gömer diye. Doğum şöyle anlatılır:
(Leto) iki koluyla Fenike ağacına sarılarak dayadı çimenlere dizlerini, ve çocuk gün ışığına çıkıverdi. Sevinç çığlıkları kopardı tanrıçalar hep bir ağızdan. İşte o zaman, ey Phoibos, yıkadı seni tanrıçalar kutsal elleriyle arı duru bir suda, yepyeni bir kundağa sardılar, incecik, kar gibi ak bir kundağa, sonra basına altın şeritler doladılar, anası emzirmedi altın kılıçlı Apollon 'u, Themis tanrıca nektar sundu ona ve bal gibi ambrosia sundu ölümsüz elleriyle. Dile gelmez bir sevinç kapladı yüreğini Leto'nun. Bu sevinç bütün doğayı sarar: ....Çiçekler içindeydi şimdi, çiçekler içinde Delos, tıpkı ormanlarla kaplı bir dag doruğu gibi. Ey uzağı vuran Apollon, ey gümüş yaylı, kimi vakit çıkarsın kayalı Kynthos'un doruğuna, adalarda dolaşırsın, insanlar arasında kimi vakit, sensin efendisi Lykia'nın, sevimli
Maionia'nın efendisi, Miletos da senindir, kıyıdaki o büyülü şehir senin malın, nice tapmakların oldu senin, nice kutsal koruların oldu; yüce dağ başları senin oldu, ovalara bakan dağ başları, senin oldu denize dökülen nice ırmaklar; ama gönlünü sevindiren yer, ey tanrı, Delos'tu asıl."
Bu övgüde Yunanistan'la tanrı arasında bağlantı kuracak bir tek söz yok. Olympos doruğunda tanrılar toplantısına varıp da aşırı bir saygıyla karşılandığı zaman bile Apollon sanki başka bir diyardan gelmektedir Olympos'lu tanrılar arasına. Bu güçlü tanrının Leto'nun oğlu olduğu, Leto'nun da Lykia'da Leda yahut Lat adıyla anılan Anadolu'nun Ana Tanrıçasından başkası olmadığı göz önüne alınırsa, Yunan tanrı dünyasına sonradan katılan ve adı bile Yunanca olmayan Apollon'un Kybele'nin oğlu Attis'le bir tutulması gerekmez mi? Bu konuda Halikarnas Balıkçısının kılavuzluğuna dayandığımı ve Z. Taşlıklıoğlu'nun "Tanrı Apollon ve Anadolu ile Münasebeti" (İstanbul 1954) adlı araştırmasından faydalandığımı belirtmek isterim. (4) BİLİCİLİK MERKEZLERİ. Apollon'un esinlediği öngörme yetisiyle insanlar, kadın ya da erkek "mantis" yani bilici, falcı, kâhin olur. Biliciliğin ilkçağda nasıl geliştiğini ve ne büyük bir rol oynadığını tarihçiler anlatmakla bitiremez. Bu sanat, bilicilik merkezlerine tükenmez bir gelir kaynağı olmuş. Delos övgüsünde Leto kurak ve kayalık adacığa parlak bir gelecek müjdeler:
"Senin olursa okçu tanrı Apollon'un tapmağı, görürsün, insanlar yüzlük kurbanlarla nasıl buraya gelir, nasıl toplanır insanlar burada, ve dumanlar tüter yanan yağlı etlerden, hiç durmadan;
madem senin toprağında hiç bereket yok, sen de, beslenir semirirsin başka elden."
Bir tanrıçanın ağzından dile gelen bu modern turizm anlayışı Yunanistan'da pek tutunmuş ve Delphoi bu politikayı benimseyerek göz kamaştırıcı bir zenginlik toplamış, öbür bilicilik merkezlerini zamanla gölgede bırakmıştır. Ne var ki bu sonradan olmuş, ilk ve en eski bilicilik merkezleriyse Anadolu'dadır. Boğazlardan başlayarak bütün Ege ve Akdeniz kıyıları Apollon'un bilicilik merkezlerinden bir çelenkle çevrilmiş gibidir. Bunların kiminin izi silinmiş, Didyma tapınağı gibi, kimisi de akıllara durgunluk veren koca bir anıt gibi dikilir karşımızda. Ama bunları saymakla bitiremeyiz; Troya'nın yanıbaşında Thymbra'lı Apollon tapınağı vardır ki, tanrı orada Helenos'la Kassandra'ya esinlemiş biliciligi, Laokoon o tapınağın rahibidir (Helenos, Kassandra, Laokoon). Biraz ötede Khryse, Kılla, Zeleia var, yerleri pek bilinmeyen bu merkezlerin de önemli olduğu anlaşılır İlyada'dan. Sonra sırayla bugün de bilinen merkezler: Gryneion, Erythrai, Klaros, Didyma ve tanrının asıl doğum yeri ve yurdu sayılan Patara, bunların arasında daha bir sürü kutsaklar ve Ksanthos (Kocaçay) vadisiyle Pamphylia'ya kadar uzanan bütün Lykia kıyıları vardır. Biliciliğin de bu merkezlerden çıkıp Yunanistan'a yayıldığı hem efsane, hem de arkeolojik bulgularla kanıtlanır. Helenos'la Kassandra bir yana, Milletos'un kurduğu büyük Didyma tapınağı ve onu işleten Brankhos oğulları (Brankhos) da bir yana, Erythrai (İldir) bilicisi Sibylla adıyla dünyaya ün salmıştı. Bu bilicilerin en ünlüsü Herophile, tıpkı llyada'nın ilk dizelerinde adı geçen Khryses gibi Smintheus Apollon'un tapıcısı bir kadındır. Smintheus ek adı, fare ve sıçan kovan anlamına gelir ve Apollon tanrının "aleksikakos", yani kötülükleri defetme gücünü dile getirir. Erythrai bilicisiyse, Anadolu'dan Güney İtalya'ya göçüp orada kent kuran Kyme'lilerin Sibylla'sıyla birlikte ilkçağ dünyasının en ünlü dört kadın bilicilerinden biri sayılırdı. O kadar ki Raphael Vatikan'daki Sixtina kilisesinin tavanına yaptığı freskin bir köşesine Erythrai, bir köşesine de Cumae Sibylla'sını oturtmuştur. Herophile adlı Sibylla, Pausanias'a göre, İda'lı bir nympha'nın kızıymış. Bütün bunlardan anlaşılan şu ki, Apollon tanrıyla ilgili bilicilik Anadolu'dan çıkmış ve yayılmıştır. Kalkhas ve Mopsos gibi efsanelik kişilerin serüveni de aynı gerçeği kanıtlar (Kalkhas, Mopsos). Yunanistan'da Delphoi merkezinin kuruluşuna değgin efsaneden de aynı sonuç çıkarılabilir. Delos'lu Apollon övgüsünden epey sonra ve onun örneği üzerine kaleme alınmış Delphoi'li Apollon övgüsünde şu efsane anlatılır: Apollon doğar doğmaz, başının üstünde kuğu kuşları uçuşmaya başlamış, tanrı Zeus da oğluna kuğuların çektiği bir araba, başına bir altın külah ve eline de bir rebap vermiş, gidip Yunanistan'da bir tapmak kurmasını buyurmuş. Ama kuğular onu Hyperbore'liler ülkesine uçurmuşlar (Hyperboreoi). Orada bayram ve şenlikler içinde yaşamış, sonra Yunanistan'a gelmiş.
Önce Boiotia'da Telphusa pınarının yanıbaşmda kurmak istemiş tapmağını, periden izin alamayınca (Telphusa), Korintos körfezinin kuzeyinde, Parnassos dağının eteğinde yer yer ormanlarla örtülü yemyeşil bir ovaya inmiş, burada tanrıça Themis'e adanmış bir sunak varmış, tanrıça kehanet verirmiş o sunakta. Ne var ki bölgeyi bir ejder kasıp kavurmakta, Python denilen bir canavar ekinlerin hepsini yok etmekteymiş. Efsaneye göre bu ejderi Hera salmışmış Leto ile çocuklarının başına. Apollon Python'u öldürür ve büyük bilicilik merkezini de ejderi öldürdüğü yerde kurar. Pytho diye anılan bu merkez sonradan Delphoi adını almıştır. Tanrı canavar da olsa bir cana kıydığı için arınmak zorunda kalmış, bir süre Tesalya'da Admetos'a sığırtmaçlık etmiş (Admetos); başka bir anlatıma göre Admetos'un yanındaki uşaklığı Kyklops'u öldürdüğünden dolayıdır (Kyklop'lar); dönüşünde de Pytho yarışmalarını kurmuş. Delphoi tapınağında dünyanın göbeği (Yun. Omphalos) sayılan bir çukurun üstüne bir üçayak yerleştirilmiş, tanrının bilici kadını Pythia bu üçayak üstüne oturarak ve çukurdan yükselen gazlarla kendinden geçerek fal verirmiş. Bu falcılık, bilicilik sanatıyla Delphoi tapınağının ne hazineler topladığı dillere destan olmuştu. Pythia tıpkı Sibylla gibi tanrı sözlerini ya da buyruklarını insanlara Homerik destanların vezni olan hexametron ile aktarır. Bu vezin ise Daktyl'ler ve Kybele kültüyle ilişki görünmektedir (Daktyl'ler). Bu nokta bir de Delphoi'nin dünyanın göbeği sayılması ve omphalos kavramıyla Kybele kültüne özgü bir motifi benimsemesi (Kybele), Andolu'lu Apollon'la Anadolu'lu Ana Tanrıça ile bir bağ kurmayı esinler. Kaldı ki anası Leto ve kız kardeşi Artemis de doğrudan doğruya Kybele ile bağlantılıdırlar (Artemis, Leto). (5) NİTELİĞİ VE EFSANELERİ. Apollon İlyada'nın ilk dizelerinde okçu tanrı olarak çıkar karşımıza. Okçu ve yaman okçu oluşu onun doğu ile ilişkisini daha da pekiştirir; Olympos'a ilk ayak bastığı gün öbür tanrıların korkuyla yerlerinden fırlamaları da bundan, kargıcı Yunanlıların ödleri kopardı çünkü Doğulu okçulardan. İlyada'nın konusu Agamemnon'la Akhilleus arasındaki kavga ise, bu kavganın nedeni de Apollon'un öfkesidir. Tanrının asıl niteliğini açığa vuran bu dizeleri aşağıya alalım (İl. 1, 45 vd.):
indi Olympos'un doruklarından, köpürmüş, öfkeli. Omuzlarında yayı, iki ucu kapalı okluğu. Kımıldandı mı, oklar omzunda sangı rdıyordu, kızgın tanrı yürüyordu gece gibi.
Yerleşti gemilerin ardına, saldı okunu, bir vınlama çıktı gümüş yaydan, korkunç, acı. Önce katırların, köpeklerin düştü peşine, sonra saldı bir sivri ok insanların üstüne. Kavruluyordu birbiri peşi sıra bir yığın ölü. Ordu içine tanrının okları yağdı tam dokuz gün.
Kız kardeşi Artemis'le paylaştığı bu yetenek tanrıya büyük bir üstünlük sağlar. Apollon ya da Artemis'in okuyla ölmek ansızın tatlı bir ölüme kavuşmak anlamına gelir. Leto'dan doğma iki okçu tanrı bu yetilerinden birçok efsanelerde faydalanırlar (Niobe). Apollon'un sanat ve müzik yeteneği üzerine de birçok efsaneler anlatılır. Musa'ların yöneticisi olarak ünü Yunan-Latin şiirinden başlamak üzere Batı şiirinde bugüne dek göklere ağmıştır (Musa'lar). Müzik alanında başka tanrılar ve ölümlülerle giriştiği yarışmalar da birçok efsanelere konu olmuştur (Hermes, Pan, Marsyas). Işıklı tanrının aşkları da önemli bir rol oynar efsanelerinde. Güzel delikanlılara olduğu kadar, doğayı simgeleyen perilere de yönelmiş bu aşkların çoğu sonuç vermeyen bahtsız sevgiler diye nitelenir (Daphne, Kassandra, Marpessa, Hyakinthos). Apollon birçok ozanların babası sayılır (Linos, Orpheus, Aristaios). Hekim tanrı olarak adı genellikle oğlu Asklepios'unkiyle birlikte anılır (Asklepios, Paian). Adının geçtiği sayısız efsaneler için yukarda gösterilen adlarla ilgili maddelere bakınız.


Benzer Haberler & Reklamlar