Arkeoastronomi nedir?
Arkeoastronomi genel hatlarıyla yazılı kaynakların olmadığı bir dönemde gökyüzüne dair eski zaman inanç ve uygulamalarının insanların gökyüzünden nasıl yararlandıklarının incelenmesi olarak tanımlanır. Eski çağlarda insan topluluklarının hemen hepsinde gökteki cisimlerin ve olayların son derece önemli olduğuna, bugün de yeryüzünde yaşayan yerli halkların birçoğunda bu önemini koruduğuna hiç kuşku yok. Bu makalede amaç, gök bilimin arkeologları neden ilgilendirdiğini ortaya koymaktır.
''Arkeoastronomi'' terimi ilk kez 1970'lerde, tanınmış arkeologlarla başka disiplinlerden bilim insanları, özellikle de astronomlar arasında uzun süredir var olan anlaşmazlığı çözme çabaları sırasında kullanılmaya başlanmıştır. Tartışma, tarih öncesi dönemin sonlarına tarihlenen Britanya'daki büyük taş anıtların güneşin, ayın ve yıldızların doğuşunu ve batışını dikkate alarak tasarlanmış yüksek hassasiyette bir dizilime işaret edip etmediği ve eğer böyleyse bu durumun nasıl yorumlanması gerektiği üzerinedir.
Stonehenge Gerald Hawkins adlı bir astronomun 1960'larda yayımlanan çok satan Stonehenge Decoded (Taş Anıtların Şifresi) adlı eserinde anlatılmış, hayli ün kazanmıştır. Bununla birlikte, geleneksel arkeolojik düşünceye meydan okuyan daha ciddi bir girişim emekli mühendis Alexander Thom'dan gelir. İddiasını destekleyecek çok sayıda araştırma verisi kullanan ve istatistik çözümleme yapan Thom'a göre, Britanya Neolitik (Yeni Taş Devri) ve Tunç Çağları'nda karmaşık astronomi ve takvim bilgisi vardır. Ayrıca fazlasıyla genel bir ifadeyle taştan yapılma ''daireler'' olarak anılan bu yapıların inşasında ayrıntılı bir ölçü biriminin ve geometrik çizimlerin kullanıldığı iddia edilmektedir. Gökle ilgili bilginin toplumsal etkileri üzerine sürdürülen ve kimi zaman oldukça kavgalı geçen tartışmalar, Thom'un verilerinin yeniden değerlendirilip ilk saptamalarının birçoğunun çürütülmesinin ardından, ancak 1980'lerde sonuç vermeye başlar.
Arkeoastronominin daha geniş çevrelerce kabulü ancak 1980'lerde post süreçselci/yorumlamalı arkeolojinin yükselişe geçmesiyle olmuştur. Burada ilginç bir durum söz konusudur. 1970'lerde arkeoastronomi özellikle verilerin nesnel seçimini ve varsayımların sayısal ölçümüyle ilgili yöntem sorunlarına odaklanmıştır ve bu, süreçselci, Yeni Arkeoloji ilkeleriyle zaten büyük ölçüde çakışan bir durumdur. Öte yandan eğer toplumsal süreç doğal çevrenin ''akılcı'' bir şekilde sömürülmesi demekse, gökyüzü değişmez olduğu için bu yöntem hiç de uygun değildir. Ancak, bilişsel bir arkeolojik bakış açısı benimsediğimizde ve insanların ikamet ettikleri dünyayı nasıl algılayıp anladıkları konusunu düşünmeye başladığımızda, artık yalnızca yeryüzünü ve denizleri değil, insanların yaşadığı görülebilir çevrenin tamamını dikkate almak zorundayızdır.
İnsanların sık sık gökyüzündeki cisim ve olaylarla kendi yaşantılarının birçok yüzü arasında dolaysız bir bağ kurmaya çalışırlar. Bu bağlardan bazıları modern bilime göre, ya da ''rasyonel'' açıdan, anlamlıdır; gökyüzü döngülerinin mevsimsel olaylara neden olması buna çok açık bir örnektir. Tarihçi Hesiodos'un eserlerinden bildiğimiz gibi, Yunanlı çiftçiler MÖ 8. yüzyılda ekim ve hasat için en uygun zamanı belirlemek amacıyla kimi yıldızların yıl boyunca gökyüzünde göründükleri tarihlerden yararlanmakta ve bu yolla iklim değişikliklerinin neden olduğu sorunların üstesinden gelmekteydiler.
Arkeoastronomiyi uzay ve zaman, takvimler, kozmolojiler ve dünya görüşleri, denizcilik ve daha birçok ilgili başlığa dahil kavramları incelerken başvurabileceğimiz fikir ve yöntemler bütünü olarak ele almak durumundayız. Arkeoastronomik alan araştırması, kimi maddi kalıntıların uzamsal kurulumunun (örneğin bir anıtın baktığı yön) gözle görülebilen arazi üzerinde ve özellikle de ufuk çizgisiyle ilişkisi bağlamında ölçülmesini içerir, Bu iş standart yüzey araştırması ekipmanıyla yapılır, ancak bunun ardından gök cisimlerinin ufukta doğuş ve batış noktalarını eski çağlarda, yılın ve gecenin farklı zamanlarında gece gökyüzünün nasıl göründüğünü tespit etmek için özel inceleme teknikleri gerekecektir.
Daha da ileri gidip bir tek gökyüzü üzerine odaklanmak da mümkündür. Çünkü eski çağlarda, belli bir yer ve zamanda doğanın ve çevre arazinin nasıl olduğuna dair bilgimiz doğal olarak çok dolaylı ve fazlasıyla eksiktir. Oysa modern astronomi sayesinde şaşılacak bir kesinlikle eski çağlarda güneşin, ayın, gezegenlerin ve yıldızların Dünya üzerindeki herhangi bir yer ve zamandaki gerçek görüntülerini belirlemek ve bilgisayarda ya da bir gökevinde izledikleri döngüleri görüntülemek artık mümkündür. Bu bize geçmişte yaşamış bir grup insanın bulundukları çevrenin ayrılmaz bir parçası olan gökyüzü hakkında doğrudan bilgi sağlayacaktır. Örneğin bir evin, tapınağın ya da mezarın o arazide bulunan kutsal bir yerle uyumlu konumunu eğer o kutsal mekan yok olup gitmişse anlayamayız; oysa güneşin, ayın veya bir yıldızın konumunu kesinlikle belirleyebilmekteyiz, dolayısıyla yok olmuş kutsal mekanın yerini tahmin etme şansımız oldukça yüksektir.
Ancak en başından beri kabul edilmiş temel bir yöntem sorunu arkeoastronominin merkezinde bulunmaya devam ediyor. Acaba gök bilimsel dizilimin varlığı, geçmişte de herkes için bu kadar önemli miydi? Birçok başka şeye göre hizalama yapılabilir ve bunlar da belirli bir şeyi işaret ediyor olabilir; ya da birçok göksel hedef olasılığı mevcuttur. Elbette, bir yöredeki benzer anıtlarda, geleneksel olarak ve tasarlanarak sürekli aynı hizalamanın yapılmış olduğu ortaya konabilir. Bu yaklaşım, Britanya ve İrlanda'daki (üstteki resim) birçok dairesel ve sıralı taş diziliminin güneşle, kimi durumlarda ayla ilişkili olduğunu ortaya çıkarmada başarılı olmuştur.
Avrupa'da da, Erken Neolitik Çağ'dan itibaren Batı Avrupa'nın birçok yerinde anıtsal inşaatların yönünün tayininde gökyüzünün önemli olduğunu göstermede bu yöntem kullanılmıştır. Çok az istisnası olmakla birlikte, daha sonraya tarihlenen ve sayıları birkaç yüze varan tarih öncesi tapınak ve mezarın da ancak gök kubbedeki günlük değişimlere göre yerleştirilmiş olduğu açıkça gözlemlenmektedir. Bunlar aynı zamanda yer ve zamana göre değişen, yöreye has yapım gelenekleridir.
''İstatistiksel'' diye adlandırabileceğimiz bu yaklaşımın temel eksiği yalnızca en genel uygulamayı ortaya koyabilmesi ve gözlemlenen göksel ilişkinin toplumsal önemi konusunda bir şey söyleyememesidir. Belirli koşulları ve bireysel eylemi dikkate alabilmek için göksel hizalanmaları ve ilişkilenmeleri arkeolojik bağlamlarıyla göstermek gerekir ''İstatistiksel'' ve ''bağlamsal'' diye adlandırılan bu iki yaklaşım arasındaki çelişkinin nasıl üstesinden gelineceği konusu halen arkeoastronominin temel yöntem sorunları arasındadır. Aynı zamanda, anlam sorununun ancak daha geniş ve yorumlamalı bir bağlamda çözülebileceği açıktır. Dolayısıyla arkeoastronominin yapabilecekleri her koşulda arkeolojik kuramdaki gelişmelerle sınırlıdır.
CLIVE RUGGLES