Arkeoloji Kazılarının Doğuşunun Kısa Tarihi

Toprak altında kalmış nesnelere ulaşmabilmek amacıyla yapılan ilk kazılar günümüzde definecilik olarak adlandırılan ve temeli mezar soygunculuğuna dayanan "maddi kıymet içeren eşyalara ulaşma" amaçlı kazılardır ki tarihinin ilk mezar gömüleri ile başladığı tahmin edilmektedir.

Definecilik dışında belli bir amaca hizmet için geçmişe ait kalıntı bulma amaçlı ilk kazıların "binaların temel taşlarına ulaşmak" amacıyla yapılan kazılar olduğu bilinmektedir. Bu çerçevede bilinen en eski kazı M.Ö. 556-539 arasında yaşayan Babil Kralı olan Nabonidus tarafından gerçekleştirilen eski Akad kralı Naram-Sin tarafından inşa edilen Güneş tapınağının temel taşını bulma çalışmasıdır. Hatta bu çalışmalarda bulunan eserleri Kral Nabonidus’un kızı Prenses Ennigaldi tarafından 3 ayrı dilde açıklamalwrla sergilendiği rivayet edilektedir ki bunu da ilk müzecilik faaliyeti olarak yorumlayanlar vardır. Bu yrouma ile ilk müze 1500 yıl önce kurulan "Ennigaldi-Nanna Müzesi’"dir. Selçuklu ve Osmanlı türbeleri de dahil manevi kıymet içerdiği için sergilenen eserler ilk müzecilik faaliyetlerinden sayılır ki hemen her medeniyet kendi manevi değerlerini saklama ve sergileme gayreti içinde olmuştur.

Modern anlamda ilk müze ise Roma'da 1470'li yıllarda Papa Sixtus IV öncülüğünde oluşturulan  Capitoline
Müzesidir.

Daha sonra Kutsal Kitaplar olarak tanımlanan dini metinlerde adı geçen yer alan ve kişilere ait izlerin araştırılması ve günümüz koleksiyonculuğunun temeli sayılabilecek "tarihi eşya biriktirme" amaçlı kazılar gündeme gelmiştir.... Tevrat ve İncil ile antik dönem tarihçilerinin metinlerinde yer alan bilgiler ışığında pek çok kazı yapılmıştır.

Ardından belli bir sistem ve yöntem içeren kazılar devreye girmiştir...Ve bilimsel anlamsa arkeolojik deneek kazılara geçilmiştir.. Yani Arkeoloji bilimi geçtiğimiz yüzyıllarda kutsal kitapta adı geçen yerleri bulmaya yönelik olarak bazı gezginlerin seyahatleri ile başlamış, daha sonraları bilimsel evreye ulaşmıştır.

Geçmişin sstemli şekilde izini sürmeye evrilen kazıların özetinden önce arkeoloji biliminin konumuna bir göz atalım.

Arkeoloji hem kanıtlara ulaşma çabası hem de elde edilen verileri yorumlama yöntemi kullandığı için, sosyal bilimler ile doğa bilimlerinin kesişim noktasında yer alır.

Bir bilim dalı olarak "arkeoloji"nin amacı “geçmişe ait şeyler bulmak” değil, bulunan objeleri, ulaşılan bilgileri geçmişin anlaşılabilmesini sağlamak ve günümüzde yaşayan insanların kültürel birikimlerine katkıda bulunarak, birikimi gelecek kuşaklara iletebilmektir. Arkeolojiden beklenen en önemli hedef, buluntuların yorumlanmasıdır. Arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılan kanıtların "değerlendirilmesi", "yorumlanması" yani açıklanmaya çalışılması, arkeologların arazi çalışmalarından sonra yapması zorunlu çalışmadır... 

Ünlü Fransız felsefeci ve antropolog Michel Foucault, "Arkeoloji, söylemlerin içinde saklanan veya açıkça görünen fikirleri, temsilleri, imajları, temaları, saplantıları değil de bu söylemlerin kendilerini kurallara uyan pratikler olarak tanımlamaya çalışır. Arkeoloji icatların araştırılması değildir. Ancak bu, düşünmenin yaklaşık olgularına ve bir çoğunun, belirli bir dönemde, tekrarladığı şeylerin yekpareliğine başvurmak için değildir. Daha önce hiç kimsenin düşünmediği, fakat yeniden ele alınmış  söylemsel bir pratiğin gün yüzüne çıkarılmasıdır. Arkeoloji, söylemsellik içeren ve söylemsel olmayan birimlerin, politik, pratik olaylar ve ekonomik süreçler gibi oluşumlar arasındaki ilişkileri de gösterir" demiştir.

Arkeoloji disiplininin ilk örmekleri 15.16. yüzyılda Rönesans aydınlarının Antik Çağ sanat eserlerine duyduğu ilgiyle  alakalıdır.

İngliz antikacı ve doğa bilimci John Aubrey 1666’da İngiltere’de dört metre boyundaki dikili taşlardan oluşan Stonehenge’in çevresinde kazılar yaptı. İngiliz antikacı din adamı Dr. William Stukeley (1687 -1765) , Stonehenge civarında kazılar yapan bir diğer isim oldu ve Avebury'nin tarih öncesi anıtlarının ortaya çıkarılmasına yönelik çalışmalar gerçekleştirdi. 

Yunan ve Roma sanatına ilgilin doğurduğu rüzgarla şekillenen kazılar, 18.yy.'da İtalya' da Pompei ve Herculaneum kentlerindeki çalışmalarla gelişim gösterir. 

Arkeoloji'nin bilme dönüşmesine en büyük katkıyı Alman hafir J.J.Winckelmann'ın (1717-1769) sağladığı belirtilir. Winckelmann, o güne dek yapılan kazılar üzerine yazdığı yazılarla ve hazırladığı taş koleksiyonu kataloğuyla Arkeoloji alanında çalışan ilk bilim adamı olur. Bu nedenle kimlerince, "Arkeoloji"nin babası sayılır. O güne dek yalnız Filolojiye dayanarak yapılan geçmiş kültürlere ait açıklamanın yeterli olmadığını gören Winckelmann mitolojiden yararlanmaya;bunun ötesinde,eski insanların yaşayıslarını,yapıtlarını ve kültürlerini öğrenmek için,onların yer altında kalmiş sanat ürünlerini kazı yaparak aydınlığa çıkarmanın gerekliliğine inanmıştır.

Bati'da Winckelmann ile başlayan bu hareket,Dogu'da bir imparatorun öncülüğü ile gerçekleşir.Fransız İmparatoru Napeloun,1789'daki Mısır seferi sırasında kalabalık bir bilim adamları ekibini de beraberinde götürür. Bunlardan ülkede gördükleri antik kalıntıları resim ve çizimlerle belgelemeleri ve kopya ıkarmaları istenir.Böylece Mısır Arkeolojisinin ilk temelleri atılır ve bu belgeler "Description de L'Egypte " (1808-1825) adlı yapıtta yayınlanır. Napolyon'un bu seferinde elde edilen bilgilere dayanarak ayrıca " Rozetta taşı (üç dilli yazıt)" nin yardımıyla 1822'de Jean-François Champollioni, Eski Mısır yazısını çözer. Bundan sonra da Mısırlılar'dan kalma bir çok yazılı belgenin okunması saılanır. Ardından Mısır'da çıkarılan eserlerin korunmasına yönelik Fransız Auguste Mariette'nin Kahire'de kurduğu Mısır Arkeoloji Müzesiyle arkeolojide sistemli ve denetimli bir döneme geçilir.

Alman Mecklenburg'lu define avcısı ve tarihi eser kaçakçısı Heinrich Schliemann'da arkeoloji tutkusuna
kapılanlardan biri olmuş,küçüklüğünde babasının kendisine okuduğu Homeros destanlarının doğruluğuna ve gerçek olduklarına inanmıştır.Destanlarda adı geçen kenti bulabilmek, ayrıca Troia kralı Priamos’un ünlü hazinesine sahip olabilmek hevesine kapılır. 1870'lerde gerçekleştirdiği Troia Kazııııları ve burada bulduğu
Priamos'un hazinesini kaçırısı,Avrupa'da geniş yankılar uyandırmıştır. Ancak Schliemann'ın hareketinin asıl önemli yani, daha sonra kazılan Mykenai ve Tyrns şehirlerinden çıkan sonuçlarla birlikte, efsanelerde ve antik destanlarda anlatılan olayların birer hayal ürünü olmadıkları,bunların gerçek ve yaşanmış olaylar olduğunu
belgelemiş olmasıdır.

H.Schliemann'ın Troia ve Mykenai'de Yunan Uygarlığının kökenlerini araştırmaya yönelik kazılarına aynı dönemde M.A. Biliotti'nin Rodos; Ernst Curtius'un 1875'de başladığı Olympia; Alexander Conze'nin Semendirek Adası kazıları eklenir.Conze'nin kazı raporunda ilk kez fotoğraf kullanması arkeolojik dünyada yeni bir çığır açar.

1880'de Mısır'da çalışmalara girişen İngiliz arkeolog Flinders Petrie uzun yaşamı boyunca Mısır ve Filistin'de araştırmalar yapar ve yeni buluşlarıyla arkeolojiye önemli katkılarda bulunur.Petrie ilk kez sistemli bir kazı yöntemi gerçekleştirir ve bunun ilkelerini "Methods and Aims in Archaeolgy (1904)" adli yapıtında anlatır.

1846'da Henry Creswicke Rawlinson, Mezopotamya çivi yazısını çözmeyi başarır.

Anadolu'nun her türlü kalıntılarıyla araştırılıp adım adım gezilerek tanıtıldiğı dönem 18.yy. sonu 19. yy.başlarına rastlar.Anadolu'ya bu ilginin gösterilmesinde Ch.Texier,İngiliz Fellows, W.Hamilton ve G.Perrot gibi gezginlerin yayınları etkili olmuştur. 20.yy. Anadolu'da Hitit, Frig ve Lykia, Kilikia ile Urartu kültür ürünlerinin
tanıtılmaya başlandığı bir dönemi kapsar.

Anadolu'da ilk kazı ise 1871'de H. Schliemann tarafından Troia (Hisarlık) da gerçekleştirilir.Troia Kazılarına daha sonra W.Döpheld devam eder; Bu kazılar 1.Dünya Savaşına dek sürdürülür.Bu yeni dönemde Almanlar Pergamon, Priene, Milet ve Didyma'da; Avustralyalılar Efes'te; Amerikalılar ise Lydia'nın başkenti Sard'da
kazılar yaparlar. Istanbul Arkeolojı Müzeleri adına Makridi Bey ve H.Wınckler'in gerçekleştırdiği Boğazköy (Hattuşaş) kazıları Hitit devlet arşivini ortaya çıkarır.

L.Wooley'ın Kargamıs'ta (Cerablus), J.Garstag'ın Sakçagözü'nde,Von Luschan'ın Zincirli (sam'al) da N.Özgüç'ün Kültepe'de; R.O. Arık'ın Alacahöyük'de,L.Delaporte'nın Malatya-Aslantepe'de,U.B.Alkım'ın Karatepe' de, H.Z.Koşay'ın Erzurum-Karaz ve Güzelova'da yaptıkları kazılarla Anadolu
Arkeolojisi gündeme gelir.

1. Dünya Savaşı'ndan sonraki kazılar,Anadolu'nun Doğu ile Batı arasında özel ve önemli bir yeri olduğunu göstermeye yaramıştır.  


Benzer Haberler & Reklamlar