Kadeş savaşından sonra Mısır'da büyük tantanayla karşılanan Ramses, durumu bozuntuya vermemek için halkın arasına "büyük zafer"i ballandıra ballandıra anlatacak yalan ustaları salmıştı.
Savaş meydanlarında yaşanan hezimetlerin kamuoyundan gizlenmesi ya da sıradan askerî başarıların medya desteğiyle haddinden fazla abartılmasının yalnızca bu çağa özgü bir "psikolojik savaş tekniği" olduğunu sakın ola düşünmeyin.
Cephede postun pahalı olduğunu gören gelmiş geçmiş bütün despotlar, kontrol altında tuttukları iletişim araçlarını kullanarak halklarını kahramanlık masallarıyla uyutma yoluna sık sık başvurmuşlardı. Tıpkı Kadeş Savaşı'nda perişan olan "Firavunlar Firavunu" 2'nci Ramses gibi!
Despot yöneticilerin iktidarlarını perçinlemek adına kamuoyunu yalan haberlerle yönlendirmesi geleneği, sanıldığından çok daha eskilere dayanıyor. Tarihin hemen her döneminde, günümüzün "medya" tanımına uyabilecek nitelikteki kitle iletişim araçlarını denetim altında tutan liderler, yaydıkları asparagas haberler ile bazen tarihin akışını bile değiştirecek nitelikte dezenformasyon başarılarına imza atmışlardı. Bunlar arasında, modern arkeolojinin saptayabildiği en eski (ve aynı zamanda da en muhteşem) örneği ise Mısırlılar ile Hititler arasındaki "Kadeş Savaşı"na ilişkin duvar yazıtları oluşturuyor.
Luxor'daki ünlü Karnak tapınağında, Kadeş Savaşı'na ilişkin asılsız kahramanlık öykülerinin betimlendiği "gazete-duvarlar"dan biri…
Tapınak ve kamu binalarının uzun ve pürüzsüz duvarlarını, ülke tarihine ilişkin öykülerin nakşedildiği bir tür "gazete" olarak kullanan Mısırlı taş ustaları (ki bunlar, sayfaları düzenleyen "editörler"in ataları olarak da kabul edilebilir!), günümüzden yaklaşık 3300 yıl önce Karnak'ta medya tarihinin bilinen ilk "yalan haber"ine imza atmışlardı. Ancak, elbette ki kendi iradeleriyle değil, gerçekte o savaşta büyük bir hezimete uğrayan Firavun 2'nci Ramses'in emriyle!
Fâni Hititler, "Tanrı'nın gölgesi" (!) Ramses'e karşı
Tarihçiler Kadeş Savaşı'nın kesin tarihi konusunda tam bir uzlaşmaya varamamış olmakla birlikte, yapılan araştırmalarda özellikle iki tarih ön plana çıkıyor. Milattan önce 1299 ya da 1286. Bu 13 yıllık sapma da yine Mısır ile Hitit kayıtlarındaki derin uyumsuzluktan kaynaklanmakta...
Bundan tamı tamına 33 asır önce, Asi ırmağı kıyısında bulunan Kadeş kentini -dönemin diğer süper gücü- Hititler'den geri almaya çalışan 2'nci Ramses, bu amaçla, emrindeki dört tümen ve diğer yardımcı kuvvetlerle Suriye'yi işgal eder. Buna karşılık Kral Mutavalli de kendisine bağlılıklarını bildiren küçük site devletleri arasında güçlü bir ittifak oluşturmuştur. Ordusunu Kadeş tepelerinin ardına saklayan Mutavalli, bu esnada da Ramses'in ajanlarının dolaştığı kente "dezenformasyon" yaymak üzere kendi ajanlarını gönderir. Kadeşli erkeklerin oturup vakit geçirdikleri kafelerde günler boyunca muhabbetlere katılarak "ordunun daha kuzeyde, Halep yakınlarında bulunduğu" yönünde yalan haberler yayan ajanlar, kısa sürede hedeflerine ulaşırlar. Yayılan asılsız bilgiler Mısırlı ajanlar tarafından derhal Ramses'e yetiştirilecektir.
Aldığı haberler üzerine Kadeş'e doğru yola çıkan Firavun, ordusunu Asi vadisi boyunca dar bir yürüyüş kolu şeklinde ilerletmeye başlar. Gün batarken Kadeş kentinin dış sınırlarına ulaşan birinci tümen, büyük saldırıyı ertesi güne erteleyerek nehir kıyısında kamp kurar.
Gecenin ilerleyen saatlerinde, kampın yakınlarında tesadüfen yakalanan iki Hititli ajan, yapılan işkencelerle Mutavalli'nin dahice planını Firavun'a itiraf ederler; ancak "Tanrı'nın Gölgesi" (!) bu pusuyu fark etmekte geç kalmıştır. Hitit ordusu o dakikalarda dalga dalga ırmağı geçerek Mısırlılar'ın önce ikinci, ardından da birinci tümenini feci şekilde bozguna uğratacaktır.
"Konuşursanız canınıza okurum!"
3300 yıl önce ülkesindeki tapınakların duvarlarına asparagas haberler yazdırtan Firavun İkinci Ramses'in mumyası, halen Kahire Müzesi'ndeki mumyalar salonunda sergileniyor.
Panik halindeki Ramses, yardımcı kuvvetlerinin desteğiyle kendisini kan gölüne dönen savaş meydanından kurtarmayı başarır. Çatışmalar o gece ve ertesi gün de bütün şiddetiyle sürer; fakat sayıca çok azalan Mısır ordusunun bu düşman topraklarda artık daha fazla direnecek gücü kalmamıştır. Firavun, sağ kalan bir avuç adamıyla birlikte yorgun ve kafası karışık bir vaziyette ülkesine doğru yola çıkar. Ve tarihsel kayıtlardan da anlaşıldığı üzere, utanç içindeki savaşçılarına yol boyunca sık sık, "Beyler, burada yaşanan burada kalır, bir rezilliktir oldu. Memlekete döndüğümüzde halk arasında bu konuda en küçük bir dedikodu duyarsam canınızı fena yakarım" mealinde tehditler savurur. Adamlar da suskunluk yemini ederler. Eh haklılar, "Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi" Firavun'un emrine karşı çıkmak o kadar kolay değildir elbette...
Mısır'da büyük bir tantanayla karşılanan Ramses, durumu bozuntuya vermemek için halkın arasına "büyük zafer"i ballandıra ballandıra anlatacak yalan ustaları salar. Bununla da yetinmez, başta Karnak Tapınağı olmak üzere, bir dizi önemli dinsel yapının duvarlarına Kadeş Savaşı'nı aşama aşama anlatan hiyeroglifler nakşettirir. Dünyanın en dayanıklı baskı sistemi olan bu kayıtlar, yalnız Ramses'in sağlığında değil, ondan yüzlerce yıl sonra dahi bu duvar gazetelerini okuyanlara "Kadeş Destanı"nı (!) yüz seksen derece tersinden aktarmaya devam edecektir.
Ta ki, 19'uncu yüzyıla gelinip Anadolu'da Boğazköy (Hattuşaş) kazıları başlayana kadar…
Gerçek, 3200 yıl sonra aydınlanıyor
Fransız araştırmacı Champollion'un hiyeroglifleri çözmeyi başardığı 1822'den itibaren, pek çok tarihsel olay gibi Kadeş savaşını da ilk olarak Mısırlılar'ın perspektifinden okuyan ve bu bakış açısını doğru kabul eden arkeologlar, Osmanlı topraklarında buldukları –çok daha dürüst ve tutarlı- kil dokümanlarla şaşkına dönerler. Hititler Kadeş'te bırakın yenilmeyi, bu savaştan çok kısa bir süre sonra Şam'a kadar inerek bütün Güney Suriye'yi ele geçirmiş ve Ramses'in bölgeye uzun süre girmesine engel olmuşlardır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra yoğunlaştırılan arkeoloji kazı çalışmalarında, bu savaşa ilişkin olarak Hitit devletinin resmî arşivlerinden o güne dek hiç duyulmamış daha pek çok ayrıntı günışığına çıkacaktır.
Kadeş'te binlerce yıl önce yaşananlar -bu yüzyıldan bakılınca- İkinci Dünya Savaşı'nın yalanlarından Vietnam'daki zalimliklere, Bosna'daki soykırımdan Irak'ın hukuk yoksunu işgaline dek, şimdilerde ne denli tanıdık geliyor, değil mi?
Araştırmaların kronolojisi
Hititler'in tarihsel başkenti olan Boğazköy (Hattuşaş) örenyeri ilk kez 1834 yılında Charles Texier tarafından gezildi ve dünyaya tanıtıldı. Günümüzde Çorum ilinin 82 km. güneybatısında yer alan bu kalıntılarla Hitit devleti arasında ilk kez bir bağ kuran kişi ise Sayce'tı. Arkeologlar o zamana kadar Hitit'lerin merkezinin Suriye olduğunu düşünmekteydiler.
1882'de Carl Human, Otto Puchstein ile Boğazköy'e birlikte gelerek, ilk kez toplu bir plan çalışması yaptılar. Tabiî, Alman arkeologlarının geleneksel bir alışkanlığı olduğu üzere, çıkardıklarının önemli bir kısmını aşırmak kaydıyla! Halen Pergamon Müzesinde bulunan Yazılıkaya'nın kalıplarını da çıkaranlar bu kişiler olacaktı.
Boğazköy'de ilk test kazısını 1893-1894'te E. Chantre gerçekleştirirken, 1905 yılında ise bölgeye Makridi ve H. Winckler adlı iki arkeolog daha gelerek 1917 yılına kadar devam eden kazı çalışmalarını yürüttüler.
1932 yılında ise çalışmaları Alman Arkeoloji Enstitüsü devraldı. Kurt Bittel tarafından başlanılan sistemli kazılara İkinci Dünya Savaşı sırasında bir süre ara verildikten sonra yeniden başlanıyor ve 1978 yılına kadar çalışmalar aralıksız sürdürülüyordu.
1978 yılından 1993 yılına kadar Dr. Peter Neve başkanlığında yürütülen arkeolojik kazı çalışmalarını, 1994 yılından itibaren Dr. Jurgen Seeher üstlendi.
Hitit Kralı Üçüncü Hattuşili ile Mısır Firavunu İkinci Ramses arasında M.Ö. 1280-1269 yılları arasında yapılan dünyanın ilk yazılı antlaşmasından iki parça. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunan bu paha piçilmez belge, pişmiş toprak üzerine Akadça dilinde yazılmıştır ve yapılan anlaşmanın Hitit cephesi tutanağıdır.
Ramses'in Hititler'i 'masada bağlama' operasyonu: Kadeş Anlaşması
Hitit Kralı Üçüncü Hattuşili ile Mısır Firavunu İkinci Ramses arasında M.Ö. 1280-1269 yılları arasında yapılan dünyanın ilk yazılı antlaşmasından iki parça. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunan bu paha piçilmez belge, pişmiş toprak üzerine Akadça dilinde yazılmıştır ve yapılan anlaşmanın Hitit cephesi tutanağıdır.
Kadeş Savaşı sırasında –günümüzün popüler avam deyimiyle- karizmasını fena halde çizdiren 2'nci Ramses, ilerleyen yıllarda Hititler'in Mısır'ın başına yeniden bela olmasından ciddi biçimde korkar. Ayrıca, o sıralarda yeni yeni palazlanan bir güç olarak, Asur Krallığı'nın yaklaşan ayak sesleri de fena halde canını sıkmaktadır. Bu yüzden, savaştan 15 yıl kadar sonra Hititler'e çeşitli armağanlar göndererek Asurlular'a karşı "kutsal ittifak" çağrısı yapar.
Kral Mutavalli'nin yerine geçmiş olan oğlu 3'üncü Hattuşili, babasına göre daha barışçıl karakterde biridir. Bunun yanı sıra, Hititler'e bağlı Muttani Krallığı'nın Asurlularca kısa sürede yokedilmesi, onu da gelecek adına endişelendirmektedir. Bu yüzden Ramses'in barış çağrısını kabul eder ve onunla M.Ö. 1269-1280 arası dönemde insanlık tarihinin ilk yazılı barış anlaşmasını imzalar.
Anlaşmaya göre taraflar birbirlerinin egemenlik haklarına saygı gösterecek, Suriye'yi iki ülke arasında bölüştüren sınırın güvenliği ortaklaşa sağlanacak, dostluk sonsuza dek korunacak ve düşman saldırıları karşısında birlikte hareket edilecektir.
Uyanık bir adam olan Ramses, taraflar bu anlaşmanın taslak metinleri üzerinde çalışırken Hattuşili'den çok önemli bir imtiyaz koparmayı başarır. Buna göre, Kuzey Suriye Hititler'de kalırken, Güney Suriye ve Filistin Mısırlılar'a verilmektedir ki, bu zaten Firavun'un savaş meydanında elde etmeyi bir türlü başaramadığı sonuçtur. Hititler ile düzelen ilişkilerini iyice sağlam kazığa bağlamak için, üstüne ince bir manevra daha yaparak Hattuşili'nin kızıyla evlenen Ramses, böylelikle savaş meydanında almaya gücü yetmediği bir çok şeyi masada kurnazlığıyla almayı başarmış olacaktır.
Ali Murat Güven - Yeni Şafak (3 Aralık 2003)