Bir arkeolog, bir arkeoloji kazsıı, bir arayış ve geçmişten günümüze gelen bir sır: Biri Indiana Jones mu dedi? İlk intibamız doğrulanır, senarist bize Indiana Jones adını fısıldarken birden arkeoloğumuz haykırır: Indiana Jones değilim!. Atiye üzerine çokça konuşulacak sembolleriyle semboller dünyasını araştırmaya yönelmiş kişilere geniş bir eğitim malzemesi sağlıyor.
Ati'ye’nin Şifresi
İlk intiba önemlidir. Bilhassa da görsellik söz konusu olduğunda. Ne var ki, ilk izlenim gören göze göre de değişir. İlk bakışta, çok farklı yorumlar mümkündür. Görünen görünmeye devam ettikçe, zaman aktıkça ve nesnenin farklı yanları görünür oldukça yorumların çeşitliliği azalır. Demek ki nesneyi tanıdıkça yorumların çeşitliliği azalır.
Öte yandan, neredeyse hiçbir şey durağan değildir. Nesne kendini açtıkça yeni boyutları görünür kılınır. Bu yeni boyutların her biri farklı bir nesneymiş gibi kendilerine dair yorumları çeşitlendirir. Demek ki nesne kendini açtıkça yorumlar çeşitlenir de bir yandan.
Kendini açan şey alelade bir nesne değil de bir kişi yahut bir sanat eseriyse bu yorumlar çeşitliliğinde yolumuzu bulmamız için bize bazı ipuçları verir ve eğitim başlar: “Hiçbir şey tesadüf değildir!”
Yerli Indiana Jones mu yoksa...
Atiye dizisinde bilgeliği akademik unvanı yanı sıra geçmişte yaşanmış olaylar karşısında içe gömülüşünden, ketumluğundan da belli olan Öner Hoca böyle der: “Hiçbir şey tesadüf değildir!” İzleyici birden uyanır. Tüm o simgeler, adlar, geçmiş anlatıların tekrarına benzeyen olaylar ve kahraman tipleri tesadüf değildir artık. İşte o zaman ilk intibayı anımsarız. Bir arkeolog, bir kazı, bir arayış ve geçmişten günümüze gelen bir sır: Biri Indiana Jones mu dedi? İlk intibamız doğrulanır, senarist bize “Indiana Jones” adını fısıldarken birden arkeoloğumuz haykırır: “Indiana Jones değilim!”
Demek olay örgüsüyle Indiana Jones arasında bir bağlantı var. Özellikle de üçüncü Indiana Jones filmiyle aradaki paralellikler şaşırtıcıdır. Bu filmde, Indiana Jones, baba Jones’un kaybolduğunu öğrenir, babasının ömür boyu tuttuğu not defteri çalınmış, eksik sayfalar ayrı bir yerde tutulmuş, aranan şey kadim bir sır olan “kutsal kase”dir ki bu kase başka bir pop kültür ürünü olan Da Vinci Şifresi’nde somut bir kasedense bir kan bağı olarak yeniden yorumlanır ve Atiye’de olan da budur.
O halde şimdiye kadar saydığımız bu paralellikleri sıralayalım: Baba oğul arkeologlar, baba oğlunu ihmal edercesine hayatını sırrı açığa çıkarmaya adamıştır hatta bulmuştur ama sırrı ifşa etmek oğula miras kalır, babanın not defteri kaybolur/çalınır, babanın not defterine düştüğü notlar sayesinde sır perdesi aralanır, babanın not defterini ele geçirmeye çalışan bir başka tarikat veya kötülük örgütüdür… Dahası her iki filmde de bilimsel düşünce ile ezoterik düşünce karşıtlığı daha baştan ilan edilir. Kolektif bilinç ile anımsama kuramları karşı karşıya getirilir; benzer şekilde anımsama kuramlarına ve ezoterik aydınlanmaya karşı bilimin yanıtı da açıktır: şizofreni yahut semptom üzerinden okursak “psikoz”. Her iki filmde de arkeoloğa “arkeolojinin” olgularla ilgili olduğu inatla söyletilir. Çehov’un “duvara asılı tüfek”ini anımsarsak, böyle büyük bir iddianın çok geçmeden kof çıkacağı kesindi, öyle de oldu.
Filmde bilinçli yahut bilinçsiz olarak (belki de kolektif bilinç ve hafıza nedeniyledir!) başka pek çok edebi esere gönderme yapılıyor. Söz gelimi, Atiye’nin Nemrut’taki tünellerde indikçe geçmişine, bilinç altına inişi kolektif bilincin psikanaliziyle otoanaliz arasında bir paralellik kurmakla kalmıyor aynı zamanda tavşan deliğinden harikalar diyarına (rüyaların ve hayal gücünün o gizemli dünyasına) giren Alice’e gönderme yapıyor. Alice göndermesi bilhassa önemli. Zira Alice Harikalar Diyarında’nın yazarı, Lewis Carroll mahlaslı Charles Lutwidge Dodgson matematikçi, mantıkçı bir dehadır. Pop kültürdeki pek çok ezoterik göndermenin adresi olmuştur. Öyle ki Lewis Carroll’un Alice’inde ezoterik göndermeler bulunduğu dahi iddia edilmiştir. Alice’in Harikalar Diyarı “büyüklerin” mantığına aykırılığını gözler önüne sermektedir. Atiye’de de “büyüklerin”, “bilimin” ve “modern sağduyu”nun hilafına hareket eden bir genç kadının, ressamın isyanını görüyoruz. Küçüklüğünden beri, görünenin ardına gitmek isteyen ama bunun için sezgilerini ve sanatını konuşturan Atiye bu yönüyle adeta bir Alice’tir; merakı sonucu tavşan deliğinden içeri girmiş ve gizlenen, küçümsenen, bastırılmış bir geçmişe ve “geleceğe” gitmiştir. Bir yandan geçmişe gitmiştir çünkü tavşan deliği kendisinin geçmişine, bastırılmış anılarına açılan bir kapıdır. Ancak, bir yandan da geleceğe gitmektedir; zira artık o eski o değildir. Geçmişe açılan kapıdan geçtikten sonra bir doğum gerçekleşmiştir.
DOĞUYA ÖZGÜ MİSTİSİZM
Atiye’nin anneannesi (Türkçe okunuşla “ananesi” ya da söz oyunlarına kapı açarak “ananesi” mi demeliyiz acaba?) Zühre filmde adeta bir leitmotiftir. Zühre, “Venüs” yıldızına karşılık düşmesiyle geçmişin astrolojiye bulanmış bilgeliğine, yolunu arayan çobanların ferasetine, filmde ayrıca uzaylı mitosuna gönderme yapan Sirius yıldızıyla birlikte modern mistisizme ve Ortadoğu mitolojilerine gönderme yapan bir addır. Zühre ta Sümer’e uzanan bir sembollerle düşünme geleneğinin başat aktörüdür adeta. İşte bu yüzdendir ki Doğu’dan Güneş’in doğuşunu izleyen Komagene kralları gibi “ebedi maşrık”a karışır Zühre Anneanne! Doğu’ya varan Zühre, Güneşin doğuşuyla birlikte görünmez olur; tıpkı Venüs yıldızı gibi! Ebedi maşrık ise kimi batıni anlayışlarda ölümü sembolize eder. Zühre’nin ölüme kavuşması ebedi maşrık’a intikal olarak yorumlanır dizide.
Zühre’nin ölmesiyle birlikte Atiye, geçmişinden gelen bir simanın peşinden tavşan deliğine girer, karanlıklara hapsolur. Adeta önceki yaşamı son bulmaktadır. Mevlana’nın dediği gibi “ölmeden önce ölür!” Dizideki hiçbir şey tesadüf değildir. Meyhane sahnesindeki “allı turnam” türküsü, Zühre’nin bir turna olup alemler arası seyahati, Göbeklitepe’de bulunan simgenin üstünde “turna” görüntüsünün görünüşü ve ölümle birlikte hareketlenen turna sürüsü tesadüf ihtimalini yok etmektedir. Ölmeden önce ölünmektedir ki ölmeden önce doğulsun! Atiye, insanların gizem karşısında verdikleri ilk tepkinin bir yansıması olarak tapınağı patlatan güvenlik kuvvetlerinin eylemi sonucu Komagene’dekitümülüsün toprağının çökmesiyle cenin pozisyonunda yattığı uykusundan uyanır! Artık Güneş’in doğuşuyla gelen aydınlığın karşısında doğmuştur. Aydınlanmış, nurlanmıştır.
Komagene, Göbeklitepe, Zühre, Turna, Ebedi Maşrık ve Doğudan gelen Nur imgeleri Atiye’yi tipik bir Indiana Jones hikayesinden yahut pop kültüre özgü Alice göndermelerinden farklılaştırır. Dahası tıpkı Ezel Akay’ın Hacivat ve Karagöz Niçin Öldürüldü filminde olduğu gibi “kam ana” figürü, Atiye’de “Zühre” kılığında vücut bulur. Türklerin kam ana geleneğine özgü şifacılık, dövme ve yazma ögeleri Atiye’ye yerel bir tat katıyor.
Atiye’nin Şifresi dedik ama şifreyi hepten açıklamak bize düşmez. Şifrenin etrafını saran imgeleri paylaşmakla yetiniyoruz. Devam edelim. Tüm dilleri bilen yılan, sırrı saklamak üzere canını veren bilgeler, ketumlar, şehvete yenilerek büyük günahlara ama aynı zamanda da büyük ifşalara imza atan periler, evlat edinilen yetimler… Tüm bunlar bildik gibi sembollerden yalnızca birkaçıdır.
Atiye üzerine çokça konuşulacak sembolleriyle semboller dünyasını araştırmaya yönelmiş kişilere geniş bir eğitim malzemesi sağlıyor. Atiye’yi modern bilimsel kuram bakımından yeniden yorumlamak da mümkün. Geçmişe açılan kapıdan geleceğin inşası ve geçmişin gelecek tarafından kurulması felsefi bir yorumun yanı sıra “Interstellar” filminde de gördüğümüz üzere sicim kuramı ve kuantum kuramının modern “newage” yorumlarına da kapı aralıyor. Dizinin birinci sezonunun kapanışı bu bakımdan üç düzlemde yorumlanabilir: ilki sembolik-batıni düzlem; ikincisi felsefi düzlem; üçüncüsü newage yorumlarıyla iç içe geçmiş modern bilim kuramları düzlemi.
Yeterince spoiller verdik. Diziyi izlemekte direnenleri direncini kırdığımızı ümit ediyoruz!
Cenk Özdağ - Odatv.com