Günümüzde Romanya, Moldova ve Ukrayna'nın bulunduğu topraklarda M.Ö. 5500 ile 2750 yılları arasında varlık gösteren Cucuteni-Tripoli kültürü, arkeoloji dünyası dışında Mezopotamya bölgesindeki kültürler kadar iyi bilinmese de Avrupa’nın en eski uygarlıklarındandı. İşin ilginci bazı Mezopotamya'da bazı kültürler yaşadıkları evleri gömerken, Cucuteni-Tripoli kültürü her 60 ya da 80 yılda bir evleri yakıyordu. Arkeologlar bu kültürün evleri neden yaktığına yıllardır cevap arıyor.
Karpat Dağları ile Dinyeper ve Dinyester nehirleri arasında yaşamış ve ismini sırasıyla Romanya ve Ukrayna’da bulunan iki arkeolojik kazı alanından alan Cucuteni-Tripoli kendi dönemine göre aşırı gelişmişti.
Buğday, arpa ve baklagiller yetiştirdiler; renkli kil çömlek ve biblolar pişirmek amacıyla büyük fırınlar inşa ettiler ve bakırdan yapılma takılar kullanıyorlardı. Etkileyici yapılarını inşa etmek amacıyla ağaç keserken kullandıkları baltaları da bakırdan yapılmıştı. Kurutulmuş kil kullanarak ahşap çerçeveleri güçlendiren Cucuteni-Tripoli neredeyse iki basketbol sahası büyüklüğünde çok katlı ve yüzeyli, dünyanın en büyük binalarından bir kısmını inşa etmeyi başardı.
Cucuteni-Tripoli yapıları yüzlerce yıldan beridir arkeologları şaşırtmayı sürdürüyor. Bunun sebebi, yapıların büyüklüğünden ziyade kendine özgü biçimde korunan durumları; bahsi geçen, daha yakından incelendiğinde kültürün hassasiyetle planladığı yerleşim birimlerinin her 60 ilâ 80 yılda bir, esrarengiz biçimde defalarca yakıldığını gözler önüne seren bir durum.
Cucuteni-Tripoli, izlerini ateşle bırakan yegâne tarih öncesi kültür değildi. Neolitik Orta ve Doğu Avrupa’da evler öyle sık yanmış gibi görünüyor ki, olgunun akademik bir ismi bile var: ‘Yanmış ev ufku.’ İsim İngiliz-Amerikalı arkeolog Ruth Tringhambu tarafından icat edildi ve (Romanya, Moldova ve Ukrayna’ya ilaveten) günümüz Sırbistan, Hırvatistan, Bulgaristan ve Macaristan’ının Criş, Starčevo, Dudești ve Vinča toplumlarının yaşamını sürdürdüğü bölgeleri içine alan bir alanı tanımlıyor.
Yanık ev cografyası, Doğu Avrupa'nın çoğunu kapsıyor. (Kredi: Sreejithk2000 / Vikipedi)
Yanmış ev ufkunun genişliğinden daha büyüleyici olan husus, yer altında yatanlar. Uzun zamandan beridir yangınların yıldırım düşmesi ya da düşman saldırısı gibi daha alışılmış sebeplerle başladığı düşünülüyordu. Bu, bilhassa tarih öncesi yapıların büyük kısmının tahıl ve tekstil gibi fazlasıyla yanıcı maddelerle dolu olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu makul bir varsayım olabilir. Tüm bunlar ortadayken, neden biri kendi mülkünü kasıtlı biçimde kül eder ki?
Şeytanın avukatını oynayan araştırmacılar, şaşırtıcı düzeyde iyi sebepler keşfettiler. Sırbistanlı bir arkeolog olan Mirjana Stevanoviç, yanmış ev ufkunun içinde yer alan yapıların “büyük ihtimalle simgesel nitelikteki sebeplerle kasıtlı biçimde yakılarak yok edildiğini” savunuyor. Yayınladığı araştırma, Cucuteni-Tripoli kültürünün Tripoli kısmını araştıran çığır açıcı bir bilim insanı olan Vikentiy Khvoyka’nın, içinde yaşayanlar öldüğünde evlerin yakıldığını ve buraları canlıların konutlarından ‘ölülerin evleri’ diye adlandırdığı şeye dönüştürdüğünü savunan çalışmalarına atıfta bulunuyor. Tringham da uygulamanın muhtemel kültürel önemiyle ilgileniyordu ve konuya ilişkin 1994 tarihli makalesinin bir kısmını, kötü niyetli bir aileye gelin olduktan sonra kayınvalidesinin mülkünün küle dönüşmesini izlemekten zevk alan bir Vinča kadınının kurgusal ama akla yatkın hikayesine adamıştı.
Cucuteni-Trypillia kültürü, yalnızca zamanlarının en büyük binalarından bazılarını inşa etmekle kalmadı, aynı zamanda en büyük yerleşim yerlerine de sahipti. (Kredi: Kenny Arne Lang Antonsen / Vikipedi)
Rus arkeolog Evgeniy Yuryevich Krichevski ise daha pragmatik bir görüşü benimsiyor. Doğu Avrupa’da yaşayan tarih öncesi halkların binalarını yok etmekten ziyade güçlendirdiklerini savunuyor. Ona kalırsa, alevlerin yarattığı ısı kille kaplı duvarları sert seramikten bir yüzeye dönüştürürken yayılan duman yaşam alanını dezenfekte ediyordu. Daha yeni araştırmalar, daha pragmatik bir yaklaşım benimseyerek antik yapıların aslında yeni binalara yer açmak amacıyla yakıldığını savunuyor.
Bu teorileri test etmek için, çoğu kazı alanının kendisine has birkaç yol mevcut. 2022 yılında Macar arkeologlar ve koruma görevlilerinden oluşan bir ekip, Budapeşte yakınlarındaki bir bölgeden alınan toprak ve bitki örneklerini inceleyerek yanmış ev ufkunun yapısını daha ayrıntılı biçimde anlamaya çalıştı. Bölgede gerçekleştiği bilinen ve ‘Százhalombatta-Földvár’ diye anılan üç yangın vakasından ikisi kasıtlı biçimde başlatılmış gibi görünüyor.
Cucuteni-Trypillia tarzında büyük bir ev. (Kredi: Kenny Arne Lang Antonsen / Vikipedi)
Arkeolog Arthur Bankoff ve Frederik Winter, daha farklı bir yönelim sergilediler. İkili, 1977 yılında, daha sonraları Yugoslavya’nın bir parçası olan Sırbistan’daki Aşağı Morava Nehri Vadisi’nde yer alan harabeye dönmüş bir köy evi satın aldı. Arkeologlar, yanmış ev ufkundaki yapılarla aynı malzemeden inşa edilmiş olan yapıyı yeniden inşa etmektense ateşe verdiklerinde neler olacağını görmek istediler. Ahşap çatı çökerken, evin kille sıvanmış duvarları şaşırtıcı bir şekilde sağlam kaldı. Bu, deneyin devasa miktarda yakıt gerektirmesinin yanı sıra, tarih öncesi yangınların kazadan ziyade kasıtlı biçimde çıkarıldığını ortaya koyuyor.
Öte yandan, bilim uğruna yangın çıkaran yegâne araştırmacılar Bankoff ve Winter değil. 2018 yılında, Ukraynalı ve İngiliz arkeologlardan oluşan bir ekip, tarihsel örneğe uygun iki yapıyı yaktı. Bu deney kısmen farklıydı: zira önceden var olan bir ev edinmek yerine, yapılar Cucuteni-Tripoli kültürüne uygun biçimde sıfırdan inşa edildi. Buna karşın sonuçlar neredeyse aynıydı. Her iki binanın duvarları da araştırmacıların içlerine yerleştirdikleri çeşitli kil kaplar ve figürinler gibi sağlam kaldı. Buna ek olarak, her iki yangın da etrafa yayılmadı ve bu durum uygulamanın güvenli ve kontrol edilebilir olduğunu gözler önüne serdi.
Araştırmacılar, kalıntılarda kaydedilen maksimum sıcaklıklara ulaşmak amacıyla tarih öncesi insanların kullanmış olması gereken yakıt miktarına da hayran kaldılar. Daha ayrıntılı söylersek, her bir katlı bina için 130’dan fazla ağaca denk yakacak oduna ve iki katlı binalar için yakılacak 250 ağaca ihtiyaç duymuş olmalıydılar. Dolayısıyla, 100 haneden meydana gelen bir yerleşim birimi, şaşırtıcı biçimde 10 kilometrekarelik bir ormana ihtiyaç duyacaktı. Araştırmacılar, bu durumun yalnızca yanmış ev ufkunun öncelikle savaş, orman yangınları ya da diğer afetlerle izah edilebileceği ihtimalini dışlamakla kalmayıp, aynı zamanda tarih öncesi araştırmacılarının bu antik kültürlerin ulaşabildiği lojistik başarıları ciddiye almaları gerektiğini de ortaya koyduğunu belirtiyorlar.
Tim Brinkof - Big Think (https://bigthink.com/the-past/burned-house-horizo)
Çeviren: Tarkan Tufan - gazeteduvar.com.tr