Hem Batılı hem Doğulu yazarların çoğu onu korkak, başarısız ve hatalı görüyor hatta annesine atfedilen ünlü sözden dolayı aşağılıyorlar. Dr. Elizabeth Drayson ise tersini savunarak özellikle şu günlerde onun kahramanlığının daha iyi anlaşılmasını önererek "O dini hoşgörüsüzlüğe karşı son duruşu temsil ediyor" diyor.
Son Endülüs hükümdarı XI. Ebu Abdullah Muhammed, 2 Ocak 1492'de Gırnata’nın anahtarlarını Kraliçe İsabella ve Kral Ferdinand'a, "Bunlar, cennetin anahtarları" diyerek elleri ile teslim ettikten sonra ailesi ile birlikte kenti terk etti.
Bu tarihi olayın ardından zikredilen efsanevi rivayet meşhurdur:
XI. Muhammed, dağ yolunu tırmanınca, (bugün “Arabın ağladığı yer” diye anılan noktada) son bir kez şehre bakar. Bir zamanlar hükümdarı olduğu Granada'yı uzak gördüğünde içini çeker ve gözünden yaşlar süzülür. Hatta kendini tutamayarak hıçkırıklarla ağlar. Annesi Ayşe'nin onu teselli sözleri hayli insafsızdır: "Ağla oğlum ağla! Erkekler gibi savaşsaydın şimdi kadınlar gibi ağlamazdın"
DR. DRAYSON: BU ASILSIZ RİVAYETLE XI. MUHAMMED AŞAĞILANIYOR
Peki bu rivayet gerçek miydi?
Dr. Elizabeth Drayson'a göre gerçek değildi, sonradan uydurulmuştu.
"Son İç Çekiş"in uzun süre İspanya'nın Son Müslüman Kralını küçümsemek, önemini azlatmak ve hatta aşağılamak için tarihçiler tarafından kullanılan mitolojik bir hikaye olduğunu savunuyor Dr. Drayson ve diyor ki; "Granada düşüşü sıradan bir olay değildi. İspanya'daki Müslüman hükümranlığının savaşsız teslimiyetini meşrulaştırmak, sindirebilmek ve ardından Hıristiyanların Reconquista politikalarının doğurduğu muazzam çalkantıları kabullenebilmek için gerekli efsanevi bir hikayeydi. Bu mitolojik anlatımla, Batılılarca da onun sergilediği büyük fedakarlık ve olağandışı kahramanlık gölgeleniyor."
Cambridge Üniversitesi, Modern ve Ortaçağ Dilleri Fakültesi (Faculty of Modern and Medieval Languages) öğretim üyesi Dr. Elizabeth Drayson, ortaçağ ve erken modern İspanyol edebiyatı ve kültür tarihi konusunda uzmanlaşmış ve Arapça, Yahudi ve Ortaçağ edebiyatı, İspanya'nın Altın Çağı ile Hıristiyan kültürleri konusunda araştırmalara imza atmış bir akademisyen.
3 senelik araştırma sonucu kaleme aldığını belirttiği, Direnen Son Mağribi: İspanya'daki 7 Asırlık Müslüman Hakimiyeti Nasıl Sona Erdi (The Moor's Last Stand: How Seven Centuries of Muslim Rule in Spain Came to an End) adlı kitabında Endülüs'ün Son Hükümdarı (The life of Boabdil, Muslim King of Granada) ya da kendi deyimi ile İspanya'nın Son Müslüman Kralı'nın hayatını incelemiş.
Orijinal araştırmalara ve belgelere dayanarak, Ortaçağ anlayışındaki bağlantılara dikkat çeken kitapta, teslimiyeti ile Batı Avrupa'nın kalbinde yedi yüz yıl boyunca hüküm süren İslam Egemenliğini sona erdiren İspanya'daki son Müslüman hükümdarı çevreleyen mitler ve efsanelere de değiniliyor.
MÜSLÜMANLAR 7 ASIR BARIŞ YAŞATTI, HIRİSTİYANLAR 5 ASIRDIR HUZURU SAĞLAYAMADI
"Londra ve diğer ünlü Avrupa şehirleri hastalık, şiddet ve cehalet bataklıklığıyken, Sınırları Pirene Dağlarına kadar uzanan Endülüs İslam Devleti'nin son kalesi Granada'da (Cordoba,Barselona, Pamplona dahil) asfalt yollar, sokak aydınlatması ve 70'den fazla kütüphane vardı." ifadesini kullanan Dr. Elizabeth Drayson, "Müslümanların hüküm sürdüğü yedi asırda Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar çoğunlukla barış içinde ve kârlı çıkarak yaşıyorlardı. Fakat Endülüs'ün düşmesinden sonra Hıristiyanar İspanya'yı Hıristiyanlaştırmak için şiddet sergilediler. Aradan beş asır geçti ama hâlâ iki toplum arasındaki gerilim bitmedi" dedi.
Avrupalıların Kral Boabdil olarak adlandırdığı, İspanya'da hüküm süren Müslüman Nasri Hanedanı tarafından yönetilen Gırnata Emirliği'nin 22. ve son hükümdarı Mağrib kökenli XI. Muhammed'in sergilediği fedakarlığın, günümüz Avrupası'nda sergilenen bağnazlıklara ve kaygılara ışık tutacağına inanıyor.
"Mağribi Kral Boabdil, bugün Avrupa'daki mevcut sosyal ve politik kaygıları sona erdirecek önemli bir politik karakterdi. Boabdil'in 1492'de şehri teslim edişinden on yıl önce, krallığı Granada'ydı ki toprakları İspanya'da bir zamanlar Pireneler ve ötesine uzanan bir Müslüman imparatorluğunun son kalesiyidi. Ülkesi Avrupa tarihinin en önemli savaşlarına sahne oluyordu.
DRAYSON: O, ŞEHİT OLMAK FIRSATINI DAHİ DEĞERLENDİRMEYEREK FEDAKARLIK SERGİLEDİ
"Boabdil, İspanyol tarihi dersini nasıl değiştirdi? Geçmişte ne yaptı? Şimdi anlaşılabiliyor mu? Ve batı Hristiyanlığın güçlerine direniş figürü olarak ne kadar önemli?" sorularına kitabında cevap verdiğini söyleyen Dr. Elizabeth Drayson, "O kültürlü bir insandı ve savaşçıydı. aynı zamanda bir kraldı. Entrikaları iyi biliyordu. Asiysi, babaydı, kocaydı ve kardeşti. Fakat aynı zamanda Katolik Monarch'ların rehinesi gibiydi. Onun hayatını anlamaya çalışırken bütün bu olguları göz önünde ttmak gerekiyor" dedi.
"Boabdil, dünya tarihinde öneminden şüphe edilemeyecek önemli bir figürdü. Çok önemli bir anda sergilediği fedakarıkla kahraman oldu. Boabdil'in kahramanlığı, çoğu tarihçi ve siyasi yorumcu tarafından uzun süre reddedildi. Çünkü Müslümanlar Granada'yı kaybetmenin suçunu ona yıkıyorlardı. Hırıstiyanlar ise onu bilerek küçümsüyorlardı. Oysa o yaptığı tercihle eline geçen şehitlik fırsatından bile fedakarlık ediyordu. Çünkü şehri kuşatan ordulara karşı galip gelme şansı olmadığını görüyordu. Kahramanca şehit olarak destan da yazabilirdi. Ama o tercihini halkına daha fazla acı yaşatmamaktan yana kullandı. Halkının parşalanması imkansız görünen kuşatma sırasında açlık ve savaşlardan dolayı yok olmasına seyirci kalamadı. Bunun yerine, mümkün olan en iyi şartlarda teslim olma şartlarını yakalamak için pazarlık yaptı. Aslına bu tercih bir kahraman için savaşarak ölmekten daha acı bir karar. Ama o halkı için daha fazla acı yaşamayı tercih etti. Bu kararı alması kolay değildi" dedi.
FANATİK GÜÇ VE KÜLTÜREL CESARETLE KARŞI KARŞIYAYDI
"Granada'nın kaybı, modern yazarlar tarafından Müslümanlara baskının başlangıcı olarak görülüyor. Doğrudur. Granada kenti ve krallığının teslim olması; İspanya'da Müslüman fethinden sonra doğan verimli kültürler arası yaratıcılığın, yenilenmenin ve birlikte yaşamanın kaybedillişini sembolize ediyor. Avrupa ırksal ve dini hoşgörüsüzlük konularını ele almanın bir yolununun aradığı bir dönemde, Kral Boabdil'in fedakarlığı üzerinden, eşitlik ve özgürlük konularına yakından bakabiliriz. Boabdil, İspanya'daki Müslüman toplumunda bu sorunlardan bazılarını başarıyla ele almıştı. Bugün Boabdil dini hoşgörüsüzlüğe karşı son duruşu temsil ediyor. Fanatik güç ve kültürel cehaletle karşı karşıyaydı" şeklinde fikirlerini ifade ediyor Dr. Drayson.
"Günümüzde Batı ile İslam devletleri arasında yaşanan aşırı stres zamanında İspanyanın Son Müslüman İmparatoru'nun hayatının önemini göstermek istedim" diyen Dr. Elizabeth Drayson, "Müslümanların ona acıyarak, Hıristiyanların ise galiplik perspektifinden kibirle baktı. Bu yüzden onu anlayamadılar. Ancak benim amacım, madalyonun diğer tarafını göstermek. Şiddet meselelerini ortaya koymak, gerginliği bitirebilmek ve ödün vererek Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında hoşgörü oluşturabilmek çabalarına dikkat çekiyorum. Şu günlerde yaşadığımız gerilimde olduğu gibi o gün de Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında büyük gerilim yaşanıyordu. Hatta günümüzde Avrupa'daki mevcut gerilimler, İslam ve Batı arasındaki rekabetin kökleri o günlere uzanıyor. Müslümanların hüküm sürdüğü yedi asırda Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar çoğunlukla barış içinde ve kârlı çıkarak yaşıyorlardı. Fakat Endülüs'ün düşmesinden sonra Hıristiyanar İspanya'yı Hıristiyanlaştırmak için şiddet sergilediler. Aradan beş asır geçti ama hâlâ iki toplum arasındaki gerilim bitmedi. Boabdil, halkının bu şiddetin kurbanı olmaması için kentini teslim etmeyi seçti." şeklinde konuştu.
MEZARI FAS'TA OLABİLİR
Dr. Elizabeth Drayson, kitabında arkeoloji alanına giren bir başka konuya da dikkat çekiyor.
Ebu Abdullah Muhammed, Daha sonra maiyetiyle birlikte Fas’a geçer. Orada beklediği ilgiyi görmez. Perişan halde, fakir bir hayat sürer. Akıbeti ve nerede öldüğü bilinmemektedir
Dr. Elizabeth Drayson'un incelediği akademik araştırmalar, İspanya'daki Son Müslüman Kralın nihai istirahat yeri ile ilgili gizeme de potansiyel bir çözüm işaret ediyor.
Onun 1494 yılında Cezayir'de öldüğü düşünülüyordu. Fakat yeni bulgulara göre Fas'ın Fes kentinde terk edilmiş bir türbe harabesinde yatıyor olabilir. Uzmanlar şimdi sultanın kalıntıları olduğuna inandıklarını mezarı kazmak ve kalıntıları DNA testinden geçirmek istiyorlar
Haberimizi, içeriğin daha rahat anlaşılmasını sağlayacak arkaplan bilgileri için TDV'nin İslam Ansiklopesine Mehmet Özdemir tarafından hazırlanan Gırnata madeesinden bir bölümle noktalıyoruz.
Merînîler’in gönderdiği yardım sayesinde bir işgalden kurtuldu. 1431’de IX. Muhammed’in saltanatı sırasında taht üzerinde hak iddia eden Yûsuf b. Mevl ve onu destekleyen bir grup Gırnatalı’nın da teşvik ve desteğiyle Kastilya Kralı II. Juan şehri kuşattı, fakat halkın da katıldığı kuvvetli mukavemet karşısında şehre giremedi.
Gırnata Sultanlığı bir yandan hıristiyan hücumlarına karşı mücadele verirken bir yandan da öncelikle başşehri etkileyen ve esas itibariyle taht üzerinde odaklanan iç karışıklıklarla uğraşıyordu. Bu durum, XV. yüzyılın ikinci yarısında ülkeyi kaosa sürükleyen bir boyuta ulaştı. Son sultanlardan Ebü’l-Hasan Ali b. Sa‘d döneminde (1465-1482) esasen küçük olan ülke fiilen üçe bölündü ve kardeşi Muhammed ez-Zagal Mâleka’da, oğlu Ebû Abdullah Muhammed b. Ali es-Sagîr de (XII. Muhammed, hıristiyan kaynaklarında Boabdil) Vâdîâş’ta bağımsızlığını ilân etti. Ebû Abdullah daha sonra, babasına karşı vergi oranlarını aşırı derecede yükseltmesi ve son yıllarda özel hayatında çeşitli hatalar yapması sebebiyle kızgın olan Gırnatalılar’ın desteğini alarak tahtı ele geçirdi. Bu sırada Kastilya Kraliçesi İsabella ile evlenerek İspanya birliğini kurmuş olan Aragon Kralı Ferdinand, Nasrîler’in içine sürüklendiği bu istikrarsız ortamı fırsat bilip Ebû Abdullah’tan Gırnata’yı derhal teslim etmesini istedi; bu isteği reddedilince de şehri kuşatma altına aldı. Altı ay sonra müslümanlar arasında bulaşıcı hastalıklarla erzak sıkıntısı baş gösterdi ve bu durum müdafilerin direnme gücünü kırdı. Bunun üzerine halkın canına, malına ve dinine dokunulmaması şartı ile şehrin teslimine karar verildi; 2 Ocak 1492’de hıristiyan kuvvetleri Gırnata’ya girdi. Böylece Endülüs’ün fethinden itibaren en uzun süre İslâm hâkimiyetinde kalma özelliğine sahip bulunan Gırnata şehri de elden çıkmış ve İspanya’da İslâm hâkimiyeti sona ermiş oldu.
Gırnata’nın düşmesinden sonra müslüman halkın bir kısmı Mağrib’e göç etti. Asıl çoğunluk ise Ferdinand ve İsabella’nın şehrin teslimi sırasında verdikleri sözü tutacaklarına inanarak kendi topraklarında kaldı. Ancak hıristiyan idareciler bu taahhütleri 1497 yılından itibaren tanımazlıktan geldiler. Önce müslüman halkın medenî haklarında bazı kısıtlamalara gidildi; güvenlik maksadıyla dahi silâh taşımaları yasaklandı ve idare meclisindeki görevlerine son verildi. Merkezde oturanlar şehir dışına veya kenar mahallelere göçe zorlanırken başka bölgelerden getirilen çok sayıda hıristiyan aile onların boşalttığı evlere yerleştirildi. 1499 yılı Gırnata müslümanları için daha acıklı bir sürecin başlangıcı oldu. Zira bu yılda şehre gelen Toledo piskoposu F. Ximenez de Cisneros, kral ve kraliçenin de onayını alarak müslüman halkı zorla hıristiyanlaştırmaya yönelik faaliyetlerini başlattı. Önce para ve makam vaad ederek müslüman liderlerini ve fakihleri Hıristiyanlığa çekmeye çalıştı. Bu taktik başarılı olmayınca halkın İslâm’la alâkalı bilgi kaynaklarını kurutmak için Arapça dinî eserleri toplatıp yaktırdı. Hıristiyanlığa girmemekte direnen müslümanları dirençleri kırılıncaya kadar zindana attırdı ve en ağır işkencelere mâruz bıraktı. Camiler, başta Beyyâzîn (Albaicîn) semtindekiler olmak üzere kiliseye çevrildi. Bu uygulamalar karşısında Beyyâzîn mahallesi halkı topyekün ayaklandı. Üç gün sonra bastırılan bu ayaklanmaya katılanların hayatları, topluca vaftiz edilmeyi kabullenmeleri üzerine bağışlandı. 1500 yılında Büşürât bölgesinde yeni bir isyan meydana geldi ve bunun sonucu da öncekinden farklı olmadı. 12 Şubat 1502’de çıkarılan bir emirle, o ana kadar dinlerinden vazgeçmeyen müslümanlardan ya Hıristiyanlığa girmeleri ya da ülkeyi terketmeleri istendi. Göç şartları son derece zor olduğu için büyük kesim birinci şıkkı kabul etmek zorunda kaldı. Cebren Hıristiyanlığa sokulan, fakat kalplerinde İslâm’ı yaşatmayı sürdüren bu insanların yeni dinlerine bağlılık derecelerini anlamak ve beklenenin aksine davrananları cezalandırmak için Gırnata’da bir de engizisyon mahkemesi kuruldu. Gırnatalı Moriskolar’ın diğer bölgelerdeki müslümanlarla görüşmeleri, Arapça konuşmaları, örf ve âdetlerini yaşatmaları farklı tarihlerde çıkarılan çeşitli emirnâmelerle yasaklandı. Ancak aradan uzun yıllar geçmesine rağmen bütün bu yasaklar ve zorlamalar bu insanların İslâm’dan uzaklaşmasına yetmedi; nitekim 1568-1570 yıllarında bir kere daha isyan ettiler. İsyanı 1571 yılında bastırabilen İspanya Krallığı binlerce Gırnatalı’yı ülkenin başka bölgelerine nakletti; nihayet 1609’da da diğer Morisko cemaatleriyle birlikte hepsini yurt dışına sürdü. Böylece 1492’de Gırnata’da siyasî hâkimiyetlerini yitiren müslümanlar cemaat olarak da varlıklarını kaybettiler
www.arkeolojikhaber.com