Dr. Eberhard Zangger, aylardır arkeoloji dünyasının gündeminde olan arkeolog James Mellaart ile ilgili iddialar üzerine Der Spiegel'de yayınlanan habere cevaben Luwian Studies vakfı sitesinde kendisiyle yapılan röportajı yayınladı.
Dünyaca ünlü haftalık dergisi Der Spiegel, Dr. Zangger’in Troya ve Atlantis bağlantılı tezlerinden bu yana, arayış ve önerilerini neredeyse başından beri, yani 1990’lardan bu yana destekleyen bir yayın organıydı ve geçtiğimiz haftalarda, Zangger’in son kitabındaki tezlere dayanak gösterilen bazı belgelerin dayanaksız ve sahte olduğunu ileri süren bir haber yayımladı.
Zangger, kendi vakfının internet sitesinde, bu yeni durumla ilgili (-muhtemelen- kendi sorularını kendisi yanıtlayarak) meseleye açıklık getirmeye çalıştı.
JAMES MELLAART İLE İLGİLİ HABER METNİ, AJANSLARDA SERVİS EDİLMEYE HAZIR BEKLİYORDU
> Uzun süre Der Spiegel dergisinin tezlerinizi tam bir coşkuyla karşıladığı izlenimi vardı. Şimdi Frank Thadeusz, aynı dergide James Mellaart’ın sahtecilikleri çerçevesinde, ki bunları siz de kısa bir süre öncesine kadar gerçek ve güvenilir sayıyordunuz, sizi yerle bir eden bir yazı yayımladı. Ne oldu orada?
> Bence birçok faktör var bir araya gelen. Bir kere öncelikle gazeteciler malzemelerini tek tek insanlarla bağlantılandırıyorlar. Luviler söz konusu olduğunda da benim üzerime bir şeyler yazmak maalesef anlaşılabilir bir şey. Hikâye gerek olumlu gerekse olumsuz anlamında ne kadar muhteşem olursa o kadar iyidir. Buna ek olarak 25 yıl benim çalışmalarımla yoğun biçimde meşgul olmuş Matthias Schulz emekli edildi ve yerine genç bir redaktör getirildi. Bu genç redaktör ise arka plandaki gelişmeleri pek iyi bilmiyor, muhtemelen de bu konuyu çalışıp öğrenecek zamana sahip değil. Sonuçta Frank Thadeusz benden James Mellaart’ın çalışma odasındaki malzemeleri sadece kendisine devretmemi istedi. Birinin başka türlü bilgilendirilmesinden dört hafta önce. Olmazdı tabii. Bir kere, haber metni çoktan ajanslarda servis edilmek üzere bekliyordu, ayrıca bu projeye katkıda bulunan sayısız araştırmacı vardı, bu insanlardan dört hafta boyunca hiçbir şey olmamış gibi davranmaları mümkün değil talep edilemezdi.
YARGI KARARI OLMADAN MELLAART SUÇSUZDUR KANAATİNDEYİM
> Der Spiegel’de Frank Thadeusz, sizin son kitabınızda James Mellaart’a onu yere göğe koyamayan bir bölüm adadığınızı yazıyor. Doğru mu bu?
> Ben James Mellaart’a olduğu kadar, diğer Anadolu antik tarihinin öncülerine de hayrandım, bu insanların portrelerini kitabımda (“Die Luwier und der trojanische Krieg”) işledim. 24 Şubat’ta Londra’ya geldiğimde daha hâlâ da öyleydim. Kitabım için yaptığım araştırmalar çerçevesinde, Mellaart’ın bazı şeyler uydurduğu yolundaki suçlamalarla ayrıntılı biçimde meşgul olmuştum. Ancak tüm resmi incelemeler Mellaart’ı tamamen aklamıştı. Dorak olayı kapsamında İzmir’deki polis soruşturma komisyonunun çalışmaları ile Ankara’daki bir Britanya enstitüsünün çalışmaları bunlardandır. Ayrıca iki araştırmacı gazetecinin incelemeleri de olumlu bir kararla sonuçlanmıştı.
Ancak James Mellaart neredeyse tek başına Anadolu’daki neolitik çağı keşfetmişti ve önemli kazılar da gerçekleştirmişti. Yaptıklarına, başardıklarına büyük saygım vardı ve sahtecilik suçlamalarıyla ilgili olarak da, yargı kararı olmadan herkesin suçsuz olduğu görüşündeydim.
> Ama Thadeusz “Melaart’tan gına geldi artık” sözlerinizi alıntıladı. İşi çok basitleştirmiyor musunuz bununla?
> Elbette bu cümle tamamen bağlamından koparılmış durumda. Ben Frank Thadeusz’a bu meselenin büyüleyici yönleri olduğundan söz etmiştim: Orada akıllı bir kâşif var, adam on yıllarca çalışma odasında oturuyor ve bunlardan, daha sonra kayıp yazıtların tercümesi olarak sunacağı hikâyeler yapmak için kendi alanındaki son bilgileri adeta emiyor. Sadece yayımlanmamış elyazmalarının içeriği bile nefes kesicidir ve hatta bazen düpedüz kâhincedirler. Elbette bu metinleri yayımlamak, albenisi olan bir ödev. Ama bu ödeve anlaşılan başka biri kendisini adayacak, çünkü bir süre için ben bu Mellaart’a doydum, artık gına geldi: Son derece büyük bir hayal kırıklığına uğramış ve bitkin bir halde Londra’dan geri döndükten sonra, bunlardı aşağı yukarı benim telefondaki sözlerim.
> Hititolog Annick Payne şöyle diyor: Büyük Kral Kupanta-Kurunta’nın yazıtlarının varlığını Mellaart gibi bir adamın sırf çizdiklerinden hareketle gerçek ve güvenilir kabul etmek, bilimsel değil. Ne diyorsunuz buna?
> Ben de öyle bakıyorum. Bunu hiç yapmadık ki...
> Peki, Beyköy kaynaklı büyük Luvi hiyeroglif yazıtlarının durumu nedir şimdi? Gerçek mi bunlar, yoksa değiller mi?
> Bunu bilmiyoruz. Mellaart’ın çalışma odasında bu yazıtın bir sahtecilik olduğuna dair taslaklar ve başka ipuçları bulamadık. Onun, bir sahteci tezgâh kurup işlettiğine dair suçlamalar başka belgelere dayanarak yapılmış. 2017 yılının aralık ayındaki Luvi hiyeroglif yazıtlarının yayımlanmasında Hollandalı dilbilimci Fred Woudhuizen ve ben, bu belgenin gerçek ve güvenilir olup olmadığına dair, ondan yana ve ona karşı argümanları listeledik. Belgenin doğruluğundan yana argümanların ağır bastığı yargısına vardık. Bugün yeni bilgiler yok, Fred Woudhuizen bu hiyeroglif yazıtın gerçek olduğundan hareket etmeyi sürdürüyor. Ama tabii insan daha bir kuşkucu oldu. Bu konuda bir yargıya varmak istemiyorum.
LUVİLER ŞİMDİ DAHA DA ÖNEMLİ
> Max Gander, çalışma tarzınızın yöntemsel açıdan sorgulanabilir olduğu görüşünde. Bu, ağır bir suçlama.
> Ama bu suçlamaya karşı, somutlanıp gerekçelendirilmediği sürece, bir şey söylemem güç. Bu yazıtın çizimlerinin 30 yıl boyunca çekmecelerde saklı tutulması mı yöntemsel açıdan doğru? Çeşitli uzmanlar bu çizim dökümlerini en azından 1989’dan bu yana biliyordu. Fred Woudhuizen ile benim bu çizimleri yayımlamak üzere olduğumuz ortalıkta konuşulmaya başladığında, bunun ağır sonuçları olacağı tehditleri aldık. Eski uygarlıklar tarihinin kabul görmüş yöntemleri böyle mi oluyor? Yayınımız sayesinde ilk kez bu belge tüm uzmanların yargısına açık hale getirildi.
> Frank Thadeusz’un yazdığı gibi gerçekten Luviler teoriniz şimdi çürütülmüş mü oldu?
> Kesinlikle hayır. Kaldı ki, bu sadece benim teorim değil. Luviler tartışması bu arada 100 yaşına girdi. Konuyla ilgili çeşitli ders kitapları yayımlandı. Şimdilerde ben en fazla Luvilerin bir tür elçisi durumundayım, gelecekte başkaları da olacaktır. Mellaart’ın ölümünden sonra bıraktığı malzemeyi ise ilk kez bundan dokuz ay önce aldım. Gerçek ve güvenilir olsaydılar Luvi teorisinin temelini desteklemiş olacaklardı. Ancak bunların birçoğunun açıkça sahte çıkması, bu konuda şimdiye kadar yapılmış araştırmalarda hiçbir şeyi değiştirmez.
> Mellaart’ın bir sahtekâr olduğu bilgisinin M.Ö. 2 binlerdeki Küçük Asya araştırmalarına odaklanmış vakfınız Luwian Studies üzerine ne gibi etkileri olur?
> Beyköy’den çivi yazılı tunç levhalar gerçekten çıkmış olsaydı, bu elbette muhteşem olurdu. Hâlâ daha Tunç Çağı’ndaki Küçük Asya’nın bir tarihi yok elimizde. Dediğim gibi, Luvi hiyeroglif yazıtlarının doğruluğu ve güvenilirliği kuşkulu. Ancak bunların hiçbiri M.Ö. 2’nci binyılda Anadolu halkının büyük bölümünün Luvice konuştuğu ve bu halk grubunun siyasi ve ekonomik anlamının pek az araştırıldığı meselesinde bir şey değiştirmez. Benim bu meseleyle 28 yıllık meşguliyetimden çıkardığım bilgiler kendi haklılıklarına sahiptir. Ayrıca Der Spiegel’in redaktörü Matthias Schulz’un kaleminden çıkmış 8 makalenin her biri okumaya değerdir. Eğer Frank Thadeusz bütün bu çalışmayı tek bir yazıyla sıfırlamış olsaydı, bu çok yazık olurdu. Thadeusz’un motivasyonunu anlamış değilim, açık söyleyeyim.
EBERHARD ZANGGE'İN 30 YILLIK SAPTAMALARI
> Siz kendinizi dâhi mi sayıyorsunuz?
> Elbette saymıyorum. Benim son 30 yıldaki saptamalarım neler?
Birincisi: Sadece Troya kalesinin bulunduğu tepe değil, onun 500 metre batısında da Tunç Çağı’ndan kalma yerleşim tabakaları var. İkincisi: Troya Savaşı tek bir ozanın uydurması olsaydı bile, Ege’nin doğu yakasında Yunanlarla eşdeğerde hasımlar mevcut olmalıydı. Üçüncüsü: Küçük Asya’nın batısında yüzlerce yerleşim alanı var, bunlar arkeolojik açıdan henüz araştırılmadı. Bu bakışlar aslında son derece sıradan ve doğrusu bütün bu heyecana değecek herhangi bir değer taşımıyorlar.> Bundan sonra ne olacak?
> Hâlâ aynı yerde bulunuyoruz: Belgeler -ama insanın eline alabileceği kadar sahici gerçek belgeler- olmadıkça hiç ilerleyemeyiz. Türk hükümetinin arkeolojik koleksiyonların kuratörlerine şimdiye kadar yayımlanmamış belgelerin birini veya ötekini gösterme izni vermeli, biz de buna bağımlıyız. Bu olduğu anda, ortalık çok heyecanlı bir hal alacak.
> Peki ya Mellaart’ın sahteci tezgâhının hikâyesi?
> Ben bir gün Mellaart’ın metinlerinin kitap olarak yayımlanacağını sanıyorum.
Not: Röportajın metni OdaTV yazarı Osman Çutsay'ın Batı Anadolu'da büyük bir kavgadan geçiyoruz
başlıklı yazısından alıntılanmışır. Söz konusu yazının tamamını üst satırdaki linki kullanarak okuyabilirsiniz.