İstanbul üzerine kitapları ile tanınan, Anadolu Rock Müziğinin efsane grubu 3 Hürel'in üyelerinden olan ünlü sanatçı Haldun Hürel, İstanbul'a bu zamana kadar çok büyük kötülükler yapıldığını söylüyor.
Cumhuriyet Gazetesi Pazar ekinde yayınlanan Orkun Atmış imzalı söyleşi
Sanatçı ve yazar Haldun Hürel’in “Tuhaf ve Kısa Öykülerde İstanbul” isimli kitabı Kapı Yayınları’ndan satışa çıktı. Bu, İstanbul aşığı Hürel’in “Bir İstanbul Kültürü Kitabı” serisinin 8. halkası. Aynı zamanda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi başta olmak üzere yeni eğitim yılında 3 üniversitede dersler verecek Hürel’le İstanbul’u konuşmak üzere bir araya geldik. Hürel’le söyleşi söz konusu olduğunda kitabın kapağını açmadan önce uzun süredir aklımdan geçirdiğim bir düşünceyi sormak için not almıştım.
Kitabı okumaya başlayınca da sanatçının “Önsöz”de aynı fikri dile getirdiğini gördüm. Söyleşiye de öyle başladım: “İstanbul’a bu zamana kadar çok büyük kötülükler yapıldı. Ancak tüm bunlara karşın hâlâ büyüsünü bozmamaya direniyor desem...” Anında karşılık verdi Hürel, “Direniyor. İstanbul gözü yaşlı bir kraliçe. Ağlıyor şu an. Kendi ölümüne ağlıyor.” İstanbul’a ilgisinin 5 yaşında gözlemlerle başladığını söyleyen Hürel, “Küçük küçük notlar tutarak, çocuk gözüyle hep yazmışım. Küçük küçük defterlerim hâlâ duruyor. Daha ilkokulda, ortaokulda yazdığım defterlerde not vermişim gittiğimiz yerlere, ‘Şunu beğenmedim, şu çok güzel oldu’ diye. Babam bizi bir yerlere götürürdü. En çok da Gülhane Parkı’nı severdik. Benim ilk miladım Gülhane Parkı’dır. Çıktığım zaman Ayasofya karşımda, tramvay yukarıdan aşağıya iniyor. Görkemli bir şehrin araçları, yapıları üzerime doğru geliyor. Orada bilinçaltına yerleşen bir görüntü var” diyerek, İstanbul sevgisinin başlangıcını anlatıyor. “Gezmediğiniz yer var mı?” sorusuna “Ayak basmadığım yer yok” şeklinde cevap veren Hürel, “Bu kitaplar masa başında yazılacak kitaplar değil, ancak yürüyerek” diye konuşuyor. Hürel, “Tuhaf ve Kısa Öykülerde İstanbul” kitabında sayısız öyküye yer vermiş. “Doğruluklarını nasıl teyit ettiniz?” şeklindeki soruya ise Hürel, “Yüzlerce kaynaktan... Saha araştırması çok önemli. Bunları araştırmak için elini toprağın altına da sokacaksın, yeraltına da ineceksin. Ben öyle ne kuyular biliyorum, dehlizler biliyorum. Arşiv fetişisti değilim. Arşiv her şeyin doğrusunu yazmak zorunda değil...
Padişahların içkisi...
Kitapta dikkatimi çeken bir başka konu ise birçok öyküde padişahların içki içtiğinden bahsedilmesi... “Günümüzde bu durum görmezden mi geliniyor” dediğimde Hürel, “İçmezdi diyorlar. Ben hiç duymadım diyorlar. O kitapları okursan duymazsın tabii. Niye içmesin? Bekri Mustafa’yı okumadın mı? Cibali’de sokağın ismi Bekri Mustafa. IV. Murat’ın en yakın arkadaşı. IV. Murat, öldüğünde onu mezara gömdü, toprağın içine de şarap fıçıları koydu. O da içki içerdi. Sana ne? Özel hayat bu... Belli bir camianın içinde duymazsın tabii. Sorgulanacak şey değil bunlar” diyerek sert çıkıyor.
Arnavutköy sahilindeki Alaylı Sokak 81 buçuk santim genişliğinde
Haldun Hürel, sohbet esnasında İstanbul’da mevcut olan sokaklar içerisinde en dar olanını bulduğunu iddia ediyor. Hürel, iddiasını şu ifadelerle dile getiriyor: “Be İstanbul yöneticisi, sizin elinize İstanbul’daki sokakların en darını buldum. Niye onu nişane ile açıklamıyorsun, insanlara turistik ve tarihi bir bilgi vermiyorsun; ‘En dar sokak bizim ilçemizde, en dar sokağa gider...’ falan gibi pazarlasana. Hem de göz önünde bir yerde. Arnavutköy’de, sahilde. ‘Alaylı Sokak’ diye tabelası var. 81 buçuk santim. Elimde cetvelle ölçtüm. Yan geçiyorsun...” Deneyimli araştırmacı, İstanbul’un röntgeninin çekilmesi gerektiğini söyleyerek, “Ne bundan kimsenin haberi var, ne tarih sevgisi var, bunlar olmadığı gibi bir de ihanet var şehre” eleştirisini yöneltiyor. Hürel, “Daha doğduğunda insanlara kültürü aşılamazsan olmaz” dedikten sonra, “kültür” derken ne kastettiğini açıklıyor: “Gecenin bomboş bir saatinde önünüzde aniden yanan kırmızı ışıkta durma sabrını göstermek kültürdür. Duracaksın. Eminönü’ne, Kadıköy’e bak, sanki yanmıyor... Ben köprüler, havalimanları, şunlar bunlar değil, gelişmişlikte ilk buna bakarım.”
"Fatih döneminden, Beyazıt döneminden ne camiler, eserler yok edildi gitti"
Haldun Hürel’e Taksim’in bugünkü halini soruyorum, “Büyük bir dönüşüm yaşandı orada” diyor ve “AKM yıkıldı. Oraya yenisi yapılacak diye söylediler. Umuyorum ki eski kültürel birikimiyle İstanbullulara hizmet edecek” şeklinde konuşuyor. Taksim Camisi’ne karşı çıkmadığını da dile getiren Hürel, “Hemen karşısında Aya Triada var. Çok renklilik açısından Osmanlı’nın da yaptığı bir şeydi bu” diyerek Osmanlı’da yan yana olan Ermeni, Rum, Yahudi ve Türk mezarlıklarını örnek gösteriyor. Hürel, Aya Triada’nın önündeki dükkânların da kaldırılması gerektiğini söylüyor. İstanbul’un en büyük darbeyi 1940’larda yediğini söyleyen Hürel, Batı ve Amerika’ya benzemeye çalışmanın İstanbul’u tarihten kopardığını ifade ediyor. “Menderes buna tuz biber ekti” diyen Hürel, “Tarihi eserleri yollara kurban etti. Bütün Boğaz yolları, Tarihi Yarımada içindeki bütün ara sokaklar ve caddeler, Vatan Caddesi, Millet Caddesi, önlerinde ne tarihi eser varsa tırpanlayıp geçti. Beyazıt’la Aksaray arasında kot farkı vardı. Araçlar çıkamıyor diye Aksaray’ı yükseltip Beyazıt’ı alçalttılar. Bugün Beyazıt’taki Patrona Halil Hamamı’nın giriş kapısı yukarıdadır” şeklinde konuşuyor. “Peki, bunları yaparken neler gitti?” diye soran Hürel, sözlerine şöyle devam ediyor: “Fatih döneminden, Beyazıt döneminden ne camiler, eserler yok edildi gitti, Tophane’de de, Boğaz yolunda da...”
“İstanbul Yarımadası’nın yüzde 80’i yıkılmalı”
Haldun Hürel, söyleşiye başlamadan önce “Cumhuriyet benim gazetem” diyerek, biraz “içini dökmek” istediğini ifade etmişti. Sohbet esnasındaki çarpıcı yorumlarına devam eden Hürel, “İstanbul Yarımadası’nın yüzde 80’i yıkılmalı” diyor. Yarımada’nın açık hava müzesine dönüştürülmesi gerektiğini savunan İstanbul uzmanı, “Dünyanın en görkemli açık hava müzesi. O zaman anlayacağız ki içinde ne kadar çok tarihi eser varmış da bizim haberimiz yokmuş. Mantar gibi ortaya çıkacaklar. Onlara harcanacak para birkaç sene içinde misliyle geri dönecektir. Bin yılların birikimi orada duruyor” ifadelerini kullanıyor. Her konuda halkın dediğini değil, bilen insanın dediğini dikkate almak gerektiğini dile getiren Hürel, “Halk şimdi Menderes’in yaptığı yollarda gaza basıp 10 dakikada Eyüp’ten Unkapanı’na geldiğinde mutlu oldu. Ama yanlış... O zaman bilen insanlar, kurullar, ince eleyip sık dokuyarak Yarımada’yı müzeye dönüştürsünler, ben kendimi bile kurban ederim” diyerek konunun önemine dikkat çekiyor.
Haldun Hürel'in yeni kitabının adı: Özlediğim İstanbul
Haldun Hürel, yeni kitabının ismini de ilk kez Cumhuriyet’e açıkladı. Sanatçı, kitabında 50 yıl öncesini anlatacağını belirtirken, günümüzdeki şehrin gürültüsünden, kornalardan ve insanlarından da bahsedeceğini dile getiriyor.
Haldun Hürel, “Tuhaf ve Kısa Öykülerle İstanbul” kitabından sonra, yeni kitap çalışmalarına başladığını dile getirdi. Ünlü sanatçı, yeni kitabının ismini de ilk kez Cumhuriyet’e açıkladı: “Özlediğim İstanbul .” Hürel, o kitabın konusunu da şöyle anlatıyor: “Bütün bu çarpıklığı görmezden gelerek hatıralarımı canlandıran, beni mutlu eden, o huzurlu günlerin İstanbul’unu özlüyorum. Benim özlediğim İstanbul 1960-70 yılları. Bu zamanın İstanbul’unu özlüyorum. Çok kişi özlem duyar ya, ‘Ne güzeldi o siyah-beyaz filmler, komşuluk ilişkileri, üst katta yemek pişerse alt kata mutlaka ikram edilirdi...’ Bunları hep yaşadık çocukluğumuzda, babalarımızın ne iş yaptığını mahalledeki arkadaşlarımız bilmezdi. Söylemezdik, utanırdık. Böyle bir terbiye. Yamalı çorap giydiğimiz devirler. Fatih’ten bir buz kalıbı keserdik, üstüne talaş tozu ekerlerdi, sicimle bağlarlardı, eve kadar erimesin diye. Buzdolabımız oydu. Onu bir leğene koyardı annem, her şey onun içinde. Mutsuz muyduk? Şimdikinden mutluyduk. Gördükçe arsızlaştık. Ben onu özlüyorum işte, özlediğim İstanbul oydu. Basit huzur verir ve mutluluğun sırrı basitliktedir.”
“Eski çağ kafalıyım ve bundan acayip mutluyum"
Bu asırların adamı olmadığını söyleyen Hürel, “Eski çağ kafalıyım ve bundan acayip mutluyum” diye konuşuyor. Bunun üzerine “İstanbul’un hangi döneminde yaşamak isterdiniz?” sorusunu sorduğumda ise iki yanıt veriyor. Hürel, ilk olarak “1550-1566” diyor ve nedenlerini sıralıyor: “Mimar Sinan’la sohbet etmek, tanışmak, şantiyesine taş taşımak için. Süleymaniye’nin yapımını görmek, Sultan Süleyman’ın izini sürmek, o havayı solumak, ahşap evli İstanbul Yarımadası’nda dolaşmak, sessiz İstanbul sokakları, Kadıköy tarafları...” İkinci olarak ise “1875-1925” cevabını, “Bu 50 yıl o kadar önemli ki. Bir imparatorluğun değişime girdiği, çöküşü yaşadığı ve yeniden bir doğuşun yaşandığı değişimin hepsini burada izlemek isterdim. Mesela İstanbul’un yaşadığı en sefil dönem orada benim gözümün önünde olacaktı. 1. Dünya Savaşı’ndan çıkmışız, Trablusgarp Savaşı, İstanbul’un İşgali, ama İstanbul’un kimliği yerinde. 2018’den 50 yıl geriye gittiğinde çok fazla bir değişim yok. Ancak o 50 yılda hem teknoloji hem koşullar açısından büyük değişim oldu” gerekçeleriyle açıklıyor.
Orkun Atmış - Cumhuriyet