Havas nedir? İlm-i Havas nedir? Havas ilmi ne demektir?
Havas (İlm-i Havas - Havas İlmi, Okültizm, Hermetik düşünce, el-ulûmü’l-hafiyye); günümüzde "Gizli İlimler" olarak adlandırılan terimin Osmanlıca'daki adıdır. Metafizik konularla ilgili, fizik ötesi alemlerle ilişki kurulduğu savunulan; nesnelerin, harf, kelime ve duaların gizli özelliklerinden faydalanarak gaybdan haber verdiği veya fizik ötesi varlıklar üzerinde etkili olduğu ileri sürülen sistemlerin adıdır. Büyü, kehanet, fal, astroloji, huruf ilmi, ebced ilmi, vefk ilmi, fizyonomi, ve son zamanlarda tarot gibi alanları içermektedir.
Havas kelimesi Arapça'da iki ayrı köke dayanmaktadır.
H'nin noktalı hali yani Hı (- خ - sesi boğazın gırtlağa yakın bölümünden boğazı hırıldatmak suretiyle çıkarılan kalın ve sert ses) harfi ile yazılan Havas, Bir nesnede bulunup başkalarında bulunmayan özellik ve niteliği ifade eden hâs ve hâssa kelimelerinin çoğulu olan havâs'tır. Bu kelime insanlar için kullanıldığında “sıra dışı, üstün, seçkin kişiler” anlamına gelir. Bu durumda İlm-i Havas, seçkin kişilere özel bilim anlamına gelir.
H'nin noktası hali yani Ha (- ح- sesi gırtlağın ortasından boğuk çıkan, boğaz hafif sıkılarak çıkarılan kalın ses) harfi ile yazılan Havas, his ve duygularla ilgili olan anlamına gelir. Terim olarak Canlılarda içten ve dıştan gelen uyarıları almayı mümkün kılan ruhî gücü anlatır. Bu durumda İlm-i Havas, his ve duygularla ilgili bilim anlamına gelir.
Nesnelerin gizli özelliklerinin keşif ve tesbiti esasına bina edilen havas ilminin ilk olarak Mısır’da ortaya çıktığı savnulmata ve Mısırlılar’ın bitki ve hayvan kültürleri yönünden zengin oluşlarının bu ilmin temellerinin ilk defa orada atılmasını sağladığı iddia edilmektedir.
Antik Yunanlılar’ın da Gizli İlimlere dair bilgileri Mısırlılar’dan aldıkları bilinmektedir. Daha sonra Mendesli Bolos (Düzmece Demokritos), Manethen, Paxamos, Anoxilaos, Kallisthenes gibi filozof-bilginler sayesinde ileri götürdükleri ve ardından bu bilgilerin Yeni Pisagorcu etkiler yoluyla Doğu’ya geçtiği tahmin edilmektedir.
Ayrıca Empedokles’in kozmolojik fikirlerinde yer alan sevgi ve nefret (sempati-antipati) telakkisi, az çok değişmiş bir şekilde kendinden sonra gelenleri etkilemiş ve nesnelerde gizli özelliklerin bulunduğu fikrine zemin hazırlamıştır. Havas ilmine dair kuralların belirlenmesinde hermetik akımların öncü bir rolü olmuştur.
Bu telakkilere göre Tanrı’nın eseri olan taş, bitki ve hayvan gibi bütün nesnelerde bir ulûhiyyet söz konusudur. Her nesnede farklı ölçüde bulunan ulûhiyyet aynı zamanda onun havassını oluşturur. Eski Yunan’da nesnelerin gerçek özelliklerine dayanan havas kadar, harf ve rakamların hâssalarından faydalanmak üzere teşkil edilen cetveller de önem taşımaktaydı.
Yunanlılar, Hermes Trismegistos’un şahsında literatüre “hermetik düşünce” olarak geçen ve kâinata farklı bir yaklaşımla bakan bir yöntemi ortaya koymuşlardır.
İlyas Çelebi'nin TDV İslam ansiklopesindeki Havas İlmi maddesinde verdiği bilgilere göre; Literatürde havas ilminin kurucusu olarak tanıtılan Hermes’in kimliği konusunda farklı ifadeler kullanılmış, hatta Hermes kelimesinin özel isim mi cins ismi mi olduğu, özel isimse tek kişiyi mi yoksa birden fazla insanı mı adlandırdığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Bu zat Mısırlılar’a göre ay ve akıl-hikmet tanrısı Thot; Keldânîler’e göre Bâbil’de yaşamış felsefe, tıp ve sayıların özellikleri konularında fevkalâde bilgi sahibi bir bilge; Grekler’e göre Hermes Trismegistos (üç defa daha güçlü Hermes) diyerek Olymposlu Hermes’ten ayırdıkları ve Mısır tanrısı Thot ile birleştirdikleri bir tanrı; İbrânîler’e göre peygamber veya bilge olduğu tartışmalı Enoh (Uhnûh); İranlılar’a göre mitolojik şahsiyet Hûşeng’dir.
İslâm kaynaklarında değişik devirlerde ve yerlerde yaşamış birkaç Hermes’in mevcut olduğu kabul edilir (İbnü’n-Nedîm, s. 327, 373, 417-418); Hermesü’l-Herâmise denildiği zaman akla gelen kişi ise Hz. İdrîs’tir. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İdrîs için sadece, “Kitapta İdrîs’i de an. Gerçekten o pek doğru bir insan, bir peygamberdir. Onu üstün bir makama yücelttik” (Meryem 19/56-57) denilmekte, hadiste ise hattü’r-remile başvurduğu belirtilmektedir (Müslim, “Selâm”, 121; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 23); yani literatürde ileri sürüldüğü gibi havassa dair bilgilerin kaynağı olduğu söylenmemektedir.
Öte yandan İslâm tarihi ve tabakat kitaplarında yer alan bazı ayrıntıların, İbrânî kaynaklarındaki açıklamalarla büyük ölçüde paralellik gösterdiği görülmektedir. İbnü’l-Esîr Hz. İdrîs’in ilk yazı yazan ve hesap, kozmoloji, nücûm ilimlerini, bitkilerin özelliklerini bilen ilk kişi olduğunu (el-Kâmil, I, 62-63), Nişancızâde Muhyiddin Mehmed de esrâr-ı hurûfa dair bir eserinin bulunduğunu (Mir’âtü’l-kâinat, I, 67) kaydetmektedir; Abdurrahman Bedevî ise el-İnsâniyye ve’l-vücûdiyye fi’l-fikri’l-ʿArabî adlı eserinin sonunda Hermes’e nisbet edilen bazı metinler yayımlamıştır (s. 179-197).
Araştırmalar, İbn Haldûn’un da belirttiği gibi havas kültürünün müslümanlara dışarıdan geldiğini ortaya koymaktadır.
Bu kültürün İslâm öncesi Bâbil ve Harran’da yaygın olması ve İslâmî dönemde de İbn Vahşiyye gibi Keldânî asıllı müellifler yoluyla yayılması, ayrıca Yunanlı filozoflara ait hermetik düşünceleri içeren risâlelerin Arapça’ya ilk çevrilen eserler arasında bulunması bu görüşü desteklemektedir.
Bundan başka Empedoklesçi kozmolojinin nisbeten kılık değiştirmiş muhtevasıyla İslâm dünyasında tanındığı ve “muhabbet ve galebe” kavramları etrafında geliştirilen bu “oluş ve bozuluş” telakkisinin eşyanın havassına dayandırıldığı bilinmektedir
Havâssü’l-Kur’ân; İlm-i Havas'ın büyü, kehanet ve fal gibi İslam dininde haram sayılan kısımlarını sözde dışlayan; Kur’an’daki kelimeler, âyetler ve sûrelerin belli disiplinlere göre okunması veya yazılması halinde niyet ve maksada uygun sonuçlar verdiğini savunan terimdir. Bazı müfessirler, Kur’ân-ı Kerîm’in gönderiliş amacının sadece lafızların zâhirinden anlaşılan mânalardan ibaret olmayıp bunun ötesinde maksatların gözetildiğini düşünmüşler, zâhirî bakımdan müphem veya müteşâbih olan ifadelerin bâtınî anlamlar taşıdığını, özellikle bazı sûrelerin başındaki hurûf-ı mukattaanın yalnız birer ses sembolü olarak değil anlam birimi olarak da algılanması gerektiğini, bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm’in hurûfîlik ve ebced hesabı çerçevesinde de tefsir edilmesine ihtiyaç bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu yaklaşım onları, ilk dönemlerden itibaren komşu kültürlerde buldukları benzer ilimlerle ve bilhassa Bâbil, Mısır, Yunan, Hint, yahudi, hıristiyan kültürleriyle ilgilenmeye sevketmiştir..