Hint klasik metinleri arasında yer alan Arthaşastra, on beş kitap ve altı bin beyitten oluşan, devlet yönetimi, ekonomi, siyaset bilimi, dış politika gibi alanlarda hükümdara öğütler veren, M.Ö. IV. yüzyılda yazılmış bir eserdir. Arthasastra, Hindistan tarihini, siyasi yapısını ve sosyal kültürünü anlamak adına oldukça değerli bir eserdir. Yazarı konusunda pek çok farklı görüse rağmen kabul gören isim Kautilya'dır.
Devlet yönetimi ve sosyal yaşama dair öğütler içeren Arthaşastra adlı kitap, Hindistan tarihini, siyasi yapısını ve sosyal kültürünü anlamak adına oldukça değerli eserdir. Antik Hint’te meydana getirilmiş pek çok eser gibi Arthaşastra da Vedalar’a kadar uzanan dinsel bilgi birikimini esas alır.
Hintli Panditler oldukça geniş seri oluşturan kutsal kitaplarını şu dört grup içinde gösterirler: Veda ya da Vidya (vid kökünden “bilmek”), Şruti (şru kökünden “işitmek”), Şastra (şas kökünden “öğretmek”) ve Smçti (smç kökünden ‘hatırlamak’)
Arthashastra kitabı 15 bölüme ayrılır
I Disipline dair II Devlet Yöneticilerinin Görevleri III Hukuka Dair IV Dikenlerin Ortadan Kaldırılması V Saray Mensuplarının İdaresi VI Egemen Devletlerin Kaynağı VII Altı-Katlı Politikanın Sonu VIII Felaketlere ve Kötülüklere Dair IX Bir İstilâcının İşi X Savaşa Dair XI Tüzel Kişilerin İdaresi XII Güçlü (bir) Düşmana Dair XIII Bir Kaleyi Ele Geçirmenin Stratejik Yolları XIV Gizli Araçlar XV Bir Tezin PlanıBu noktada Arthaşastra’nın ne olduğu sorusu, belki de neyle ilgili olduğu sorusuna dönüşüyor. Bu nedenle Arthaşastra’yı artha + şastra olarak ele almakta fayda var. Şastra kelime olarak düzen, yönetim, emir, kural; öğretme, danışma anlamlarına gelir. Ancak bunların ötesinde yukarıda da değinilen anlamı oldukça yaygın kullanılmaktadır. Kutsal bir kitap ya da birikim, dinsel ya da bilimsel bir yapıtta; o konunun bilimi, öğretme aracı, kitabı anlamları taşıyan son ek görevi de vardır. Örneğin Vedanta-Şastra,Vedanta felsefesi hakkında bir çalışma veya o konudaki öğretinin bütünü; dharma-şastra, bir hukuk kitabı veya yazılı kanunların bütünü; kavya-şastra,bir şiir kitabı veya genel anlamda şiir; şilpi-şastra,mekanik sanatlar hakkında- ki çalışmalar; kama-şastra, erotik derlemeler.
Monier-YVilliams “artha” kelimesinin birçok anlamını birlikte verir: Maksat, gaye, amaç, niyet; sebep, neden, güdü, saik; yarar, çıkar, avantaj, fayda; obje, nesne, şey, cisim, eşya; varlık, servet, zenginlik, mülk, mal, refah, para; vs.
Artha’nm sözlük karşılığı yanında, bir de özellikle Hint Felsefesi ve Hinduizm içinde yaşarlık kazanmış bir yeri vardır. Hinduizm, insan yaşamının üç amacından (trivarga) söz eder. Dharma (erdem), Kama (zevk) ve Artha (refah). Ancak bu üçünü yaşamı içinde dengeye oturtabilen insan gerçek kurtuluşa (nirvana = moksha) ulaşabilir. Burada Artha insanın yaşamını sürdürebilmesi için ihtiyaç duyabileceği maddesel (ekonomik, siyasi, vb.) dünyayı tanımlamaktadır.
Bunu bütünleyen bir ifadeye Arthaşastra 15.1.1-2’de de rastlamaktayız:
“Artha insanoğlunun geçimi ya da yaşamak için gerekeni sağlamasıdır; başka bir deyişle ‘insanoğ- lunca inşa edilen dünya’. Arthaşastradünyanın elde edilmesi ve korunmasını anlatan bilimdir”
Yine Arthaşastra1.1.1’de benzer bir ifadeyle karşılaşırız: “Arthaşastra, dünyanın inşası ve korunması için eski öğretmenler tarafından meydana getirildi.”
Arthaşastra15.j.l-2’den yapılan alıntıda artha’nm vçtti olarak tanımlanması, ona kelime anlamı olarak farklı bir boyut kazandırır. Vçtti; tarım, sığır yetiştiriciliği ve ticaretten oluşan üçlü ticari aktiviteyi tanımlayan vartta sözcüğünden türemiştir. Bunlar da, eserin meydana getirildiği dönem düşünüldüğünde, insanın geçimini sağlayabilmesi için yapılabilecek aktiviteleri özetlemektedir. Buradan yola çıkılacak olursa; kast sisteminin yoğun olarak yaşandığı bir ortamda Brahman ve Kshatriya kastları dışında kalan bir topluma yönelindiği sonucuna ulaşılabilir.
Aynı zamanda alıntılarda karşımıza çıkan “dünya”, insanların yaşadıkları ve geçim kaynağı buldukları yer; bireyler tarafından a- maçlanan hedeflerden vazgeçmek ve genel olarak insanların huzurunu sağlamak anlamında kullanılmaktadır. Bu ifadenin yönlendirmesiyle Arthaşastra’yı dünyadaki huzur ve geçimle ilgili şastra olarak kabul edebiliriz. Öyleyse böyle bir dünyanın nasıl elde edileceğini ve korunacağını da göstermesi gerekir.
Bu tanımlama Arthaşastra’nın amacınm iki farklı boyutunu ortaya koyar: Birincisi, yöneticiye sahip olduğu toprağı nasıl koruyacağını göstermeye çalışmak, ki bu koruma (palana) temel olarak bölgenin yönetimine dayanır. İkinci olarak, bu toprağın nasıl elde edileceği. Bu elde etme (labha) temelde başkalarının elindeki bir bölgeyi ele geçirmek anlamına gelir, ki ülkenin dış politikasını içerir. Genel olarak ele alındığında devlet aktivitesinin bütünü bu iki grup içine sokulabilir.
Bu nedenle Arthaşastra’nın dış ve iç alanlardaki devlet meseleleriyle ilgilenen bilim olduğu da söylenebilir. Diğer bir deyişle devlet yönetimi ya da politika ve yönetim bilimidir.
Arthaşastra,1909 yılında R. Shamasastry tarafından ilk kez yayınlanmasından bugüne, birçok bilim insanı tarafından da ekonomi ve siyaset bilimi kitabı olarak kabul edilmiştir. Ne var ki Arthaşastra’nm siyaset ve yönetim bilimi olduğu yönündeki görüşler çok daha eskiye dayanır. Mahabharata’da bazı bölümlerde (12.161.9 ve 12.290.104) bunun örneklerine rastlarız. Bu bölümlerde Arcuna’dan bir Arthaşastra uzmanı olarak bahsedilir ve Artha- şastra’nın en iyi krallarca izlenen yol olduğu söylenir
Sanskrit Edebiyatına göz attığımızda; politik düşünceye, insan yaşamı ve ödevlerine ait genel tartışmalar içindeki bir olay gözüyle, Vedik Edebiyat’ta ve Manu’da da rastlanır. Mahabharata’da, Arthaşastradışında başka Şastra’lar olduğundan da söz edilir.
Arthaşastra’nın meydana getirildiği tarih hakkında farklı görüşler mevcuttur. Bu tartışmada bize yön verebilecek kesin bir tarih olarak Çandragupta Maurya’nın MÖ 321 yılında tahta çıkmasını kabul edebiliriz. Yazılmış eserin bu tarihten sonra oluşturulduğu kesindir. Ancak T. R. Trautmann gibi bazı akademisyenler Arthaşastra’nm çok daha geç bir tarihte yazıldığını, hatta derlendiğini savunurlar. Bunu belirleyebilmek için, Arthaşastra’da anlatılan sosyal yaşam ve koşulların, Manu ve Yactavalkya’nm Smçtflerinde anlatılanlarla karşılaştırması gerekir. Aynı zamanda, Arthasastra'da anlatılan teknik bilgilerin (kimya, mimari, değerli taş bilgileri, vs.) diğer Şastra’lardaki bilgilerle karşılaştırılması, metallere ait verilen bilgiler ya da patlayıcıların doğasına dair anlatılanlar, at ya da fillerin bakımı ve fermanların oluşturulmasında uyulması gereken kurallar bize karşılaştırma yapma olanağı verir.
Arthaşastra’nm yazarı konusunda pek çok farklı görüşe rağmen kabul gören isim Kautilya’dır (Çaöakya ve Vishöugupta adları da kullanılmaktadır). Arthaşastra içinde de (yukarıda eserin 1.1.1 bölümünden yapılan alıntıda belirtildiği gibi) eski bilgilerin bir araya getirilmesi yoluyla oluşturulduğundan söz edilir. Bir elçi olarak Hindistan’da görev yapmış olan Megasthenes’in Indika adlı eserinde Kautilya adına rastlanmaz. Bu daha sonraki tartışmalarda, yazarın Kautilya olmadığı konusunda, hatta gerçekte böyle bir kişinin yaşamamış olabileceği konusunda dayanak teşkil etmiştir. Ancak, Indika’daverilen bazı bilgilerin gerçeklerle örtüşmediği, bu kitabın olaylar, fabl, tarih ve söylentilerden oluşan bir karışım niteliği taşıdığının gözden kaçırılmaması gerekir
KAUTİLYA KİMDİR?
Arthaşastra’da ve pek çok kaynak eserde Kautilya, Arthaşastra’nm yazarı ya da bu eseri derleyip meydana getiren kişi olarak geçer. Bütün yazılı Hint kaynakları (Brahmanik, Buddhist ve Caynist) Kautilya’nm Nanda Hanedam’mn yok olup, Çandragupta Maurya’nm Magadha tahtına oturma serüveninin baş aktörü olduğunun altını çizer.
Kautilya’ya ait kişisel bilgilere u- laşmak güçtür. Kim olduğu, böyle bir eseri yazıp yazmadığı, nasıl olup da böyle bir konuma ulaştığı, gerçekte bir vezir mi yoksa sadece bir bürokrat mı olduğu, adının tam olarak ne olduğu hep tartışma konusu olmuştur.
Kautilya ile birlikte Çaöakya ve Vishöugupta isimlerine de rastlarız. Bunun yanı sıra bazı kaynaklarda a- dı Kautalya olarak da geçer.
Kautilya’nm yaşamı hakkında ele geçen bilgiler somut değildir. Bazı kaynaklar onu bir Brahman olarak gösterir. Kerala’da (Kuzey Hindistan) doğmuş olduğu ve Taxila’da eğitim görmüş olabileceği yolunda görüşler vardır.
Bir Budist eser olan Mahavamşatika’da Kautilya’nm üç Vedave Mant- ralar konusunda yetkinliği, savaş hilesi ve kurnazlık konularında üstün yeteneklere sahip olması, entrika çevirme ve siyaset alanlarında ustalığı, fakat aynı zamanda fiziksel çirkinliği, iğrenç görünüşü, bacak ve diğer organlarındaki sakatlıkları ile bilindiğinden söz edilir
Budist ve Caynist efsanelerde, dişleri kenetli doğduğu söylenir. Bu şekilde doğan çocukların ilerde kral olacaklarına dair bir inanış vardır. Anne babası oğullarının kral olmasını istemezler ve çenesini zorlayarak açarlar. Kautilya’nm yüzünde bu nedenle bir deformasyon oluşmuştur.
Kautilya’nın yetişkin olduğu dönemde Magadha Krallığı’nm başında Nanda Hanedanı’ndan Dhana-Nanda (büyük servet sahibi Nanda) bulunmaktaydı. Pek çok kaynakta Dhana-Nanda’dan bir kral ve insan olarak oldukça kötü kişilikli olarak söz edilmektedir:
“Sadece sıradan bir insan değil, aynı zamanda oldukça aşağılık bir konuma sahipti. Babası aslında bir berberdi”
“Pek çok kötü özelliğinin yanı sıra para hırsı yüzünden de oldukça nefret kazandı. Bu kibirli kral, Pata- liputra’ya bilgisini göstermek için gelen Kautilya’yı, bir yemek esnasında aşağılar. Oldukça öfkelenen Kautilya, Nanda Hanedam’mn kökünü ve dallarını yok edene kadar bir daha kâkülünün düğümünü bağlamayacağına yemin eder. Bütün dünya nimetlerinden elini çekerek, amacını gerçekleştirmek için ona yardımcı olabilecek en uygun kişiyi araştırmaya başlar.
“Böylelikle, kraliyet soyundan gelmesine rağmen, bir sığır çobanı tarafından büyütülmüş Çandragupta’ya ulaşır. Çandragupta henüz çocuk yaştadır ve arkadaşlarıyla köyün boş alanında, kendisinin kral olduğu bir oyun oynamaktadır. Oyunda adalet dağıtır ve vezirlerine görevler verir. İnziva halindeki kişi, sadaka için yalvarır; ‘kral’ kibarca bir başkasına ait inek sürüsünü hediye eder. Kautilya çocuğun liderlikte gösterdiği kaliteden oldukça etkilenir ve bin pana ö- deyerek çocuğu satın alır. Onu Taxila’ya götürerek geleceğin kralı olabilmesi için eğitim almasını sağlar”
Rangarajan’ın bir öykü havası içindeki anlatımı Kautilya’nm Çandragupta ile birlikte Nanda Hanedanı’nı devirip yerine Maurya Hanedanını kurmaları sürecini de içerir.
Her ne kadar kurgusal biçim izlese de Kautilya hakkında var olan bulgular bir araya getirildiğinde, Brahman kastının mensubu ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiği ve Taxila’da eğitim görerek Pandit olduğu varsayılır.
Pek çok kaynakta ortak olarak işlenen tema Nanda Hanedanı’na karşı, Çandragupta Maurya’nın yanında yer alarak Maurya Hanedanı’nın kuruluşunda oldukça önemli bir rolü olduğu yolundadır. Çandragupta’nın tahta geçmesinin ardından, devlet yönetiminde onun veziri olarak görev yapmıştır. Ölümü konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte, bazı kaynaklarda Çandragupta’nm ölümünün (MÖ 298) ardından Bindusara döneminde de, en azından bir süre, bu görevi sürdürdüğü belirtilmektedir.
Buradan yola çıkıldığında MÖ 350-275 yılları arasında yaşadığı söylenebilir. Doğduğu yer hakkında Caynist ve Budist kaynaklar arasında çelişkiler vardır. Budist bir eser olan Mahavamşatika’da doğum yeri Taxila olarak gösterilirken, Adbid- hana Chintamani’dedoğum yerinin Güney Hindistan’da bugünkü Kerala civarında olduğu belirtilmektedir.
Hindi ve bazı yöresel dillerde Kautilya’nm biyografisini veren kitaplara rastlamak mümkündür. Ancak, Panchapakesa Ayyar tarafından yazılmış Clıanakyave Chatıdragupta ve biyografik roman olan Dattatreya Kher’in Charıakya adlı eseri bu alanda en tanınmışlarıdır.
Kautilya tarafından yazıldığına inanılan üç eser vardır: Çanakyasutralar ve Arthaşastra.Her ne kadar Kama Sutra’nın da Kautilya tarafından yazıldığını iddia eden bazı kaynaklar var ise de, bunu doğrular nitelikte yeterince bulguya rastlanmamıştır. Bu iddianın kaynağında yatan dayanak, her iki eserin de benzer bir tarz izlenerek yazıldığıdır. Buradan yola çıkarak Kautilya tarafından yazıldığı düşünülen başka eserler de bulunmaktadır.
ARTAHAŞASTRA'NIN OLUŞTURULDUĞU DÖNEM
Arthaşastra incelendiğinde bir tarih kitabı niteliği taşımayabilir, ancak içeriğinin yazıldığı döneme ait önemli ipuçları içerdiği tartışılmaz. Bu nedenle Arthaşastra’nın daha iyi anlaşılabilmesi, yazıldığı dönemin tarihi gelişimini gözden geçirmekle mümkün olacaktır.
Arthaşastra’nın yazıldığı varsayılan dönem Hindistan tarihi açısından büyük önem taşır. Bu dönemi üç dilimde incelemek mümkündür:
1) Küçük Kral-Devletler;
2) İskender’in Hindistan’ı istilası;
3) Maurya Hanedanı.
Küçük Kral-Devletler
İskender’in Hindistan’a girdiği tarih olan MÖ 326 yılı tarihçiler açısından bir kilometre taşı olarak kabul edilir. Bunun nedeni, o döneme ışık tutacak nitelikte bir yazılı tarih geleneğinin Hindistan’da yerleşmemiş olmasıdır. Sosyal yaşama ait pek çok bilgiyi olduğu gibi tarih ve siyasi yapıya ait bilgileri de dinsel kaynaklarda buluruz. Krallıklar, hanedan isimleri gibi bilgilere en çok Puranalar’da rastlarız. Ancak bu bilgilerin bilimsel geçerliliği oldukça tartışılır niteliktedir.
Hindistan’ın bu dönemine ışık tutan bir diğer kaynak da Budist eserlerdir. Bu eserler içinde 16 önemli güçten (topluluktan) söz edilir: 1) Aıgâ, 2) Magadha, 3) Kasi, 4) Koşalâ, 5) Vaccl, 6) Malla, 7) Çeti, 8) Vaüsâ, 9) Kuru, 10) Pançâlâ, 11) Maççhâ, 12) Süresenâ, 13) Assakâ, 14) Avantî, 15) Gandhârâ, 16) Kambocâ.
Eski Pali dili kitaplar içinde, Buddha Dönemi Kuzey Hindista- nı’nın siyasi durumunu doğrudan anlatan bir bölüme rastlanmaz. Ancak bu kaynakların incelenmesi sonrası bazı yazarlar tarafından yapılan yorumlarla günışığma çıkan bilgiler bulunmaktadır. En eski Pali kayıtlar içinde yer alan özel isimlere başvurularak elde edilen devlet isimlerinin listesi şu şekildedir
- Sakiyalar, başkent Kapilavatthu.
- Buliler, başkent Allakappa.
- Kalamalar, başkent Kesaputta.
- Bhaggalar, başkent Suüsumara Tepesi’nde.
- Koliyalar, başkent Ramagama.
- Mallalar, başkent Pava.
- Mallalar, başkent Kusinara.
- Moriyalar, başkent Pipphalivana.
- Videhalar, başkent Mithila.
- Liççhaviler, başkent Vesali.
Megasthenes yine bu grup içinde sayılabilecek beş kabileden daha söz eder, ancak elimizde bunlar hakkında kayda değer bilgi bulunmamaktadır. Yukarıdaki listede yer alan 10 devlet MÖ 6. yüzyılda Kosala’nın doğusunda, dağlar ve Ganj Nehri arasında bulunmaktaydı.
Daha önce isimleri verilen 16 krallık içinde en büyük öneme Koşala, Magadha, Avanti ve Vaüsa sahiptir. Bu 16 devlet monarşi, cumhuriyet ya da oligarşi gibi farklı siyasi sistemlerle yönetiliyordu. Bu dönemde göze çarpan en önemli dört hanedan; Magadha’da Haraıyakalar, Koşala’da Aikshvakular, Avanti’de Pradyotular ve Vaüsa’da (Kauşambi) Pauravalardı. Haraıyaka Hanedanı, Barhadrathaların devrilmesinin ardından Bimbisara tarafından kuruldu. Bu dönemde, Mahabharata’da adı övgüyle söz edilen Kuru-Patçala, Kaşi ve Matsya Krallıkları, eski güçlerinden uzak, küçük birer krallık olarak varlıklarını sürdürüyorlardı. Monarşik olmayan devletlerden en çok adı duyulanlar: Mithila’da Vçciler, Kapilavastu’da Şakyalar, Pava ve Kuşinagara’da Mallalar’dı. Vçciler, sekiz farklı kabilenin konfederasyonundan oluşmuştu. Bunlar içinde en önemli yeri, başkentleri Vaişali olan Liççhaviler alır.
Bu devletlerin pek çoğunda evliliğe dayalı ittifaklar bulunmaktaydı, ancak bu birbirleri arasında çatışmaların patlak vermesini önlemiyordu. Yukarda adı geçen dört büyük hanedan, küçük devletleri de içine alarak büyümeye ve güçlerini artırmaya çalışıyorlardı. Pradyota, Udayana, Bimbisara ve Prasenacit gibi ünlü krallar MÖ 6. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmışlardır.
MÖ 5. yüzyılın başlarında Pauravalar ve Pradyotalar eski gücünü yitiren devletlerin başında geldi. Bu devletler arasındaki uzun süren mücadeleler sonrasında Magadha Krallığı Kuzey Hindistan’ın en büyük gücü haline geldi. Acataşatru, babasını öldürerek krallığını genişletmiş ve Magadha’yı en büyük güç haline getirmiştir. Ölümünün (yaklaşık MÖ 475) ardından yerine Udayı (15) geçmiştir. Geleneklere göre Udayı, Magadha Krallığı’nın başkentini Pataliputra’ya taşımıştır.
Budist anlatılar içinde Udayı ve üç halefi baba katili olarak gösterilir. Bu nedenle halk nefretle üçüncü halefi yerinden ederek, onun veziri Şişunaga’yı kral olarak seçmiştir. Şişunaga’nm yerine oğlu Kalasoka geçmiştir. Ancak onun aşağı statüden gelen (bazı kaynaklarda berber olduğundan söz edilir) bir kişi olan Mahapadma Nanda tarafından öldürülmesiyle taht Nanda Hanedanı’na geçmiştir.Askeri alanda oldukça büyük başarılar gösteren Mahapadma, Kuzey Hindistan’ın büyük kısmını kapsayan imparatorluk kurmuştur.
İskender'in Hindistan'ı istilası
Pancab, Sindh ve Afganistan'ı içeren Hindistan'ın batı sınır bölgesi o dönemde siyasi güç ve prestijden yoksun görünmekteydi. Adı geçen 16 devletten muhtemelen sadece ikisi, Kamboca ve Gandhara, bu uzak bölgede bulunmaktaydı. Bunların, krallıkla yönetilenlerinin yanı sıra, demokrasi ve oligarşiyle yönetilen iki düzine ya da daha fazla prensliğe bölündüğü anlaşılmaktadır. Kendi aralarında da sık savaşan bu prenslikler, dışardan gelen istilacılar için oldukça kolay yem görünümündeydi.
O dönemde İran bölgesindeki pek çok güçlü kralın bu bölgeye göz diktiği varsayılsa bile, ancak Darius (MÖ 522-468) Dönemi’nde Hint topraklarına yayılma çabaları somutlaşmıştır. MÖ 518 ve 515 yılları arasında tarihlendirilmiş olan krala ait iki kitabede kendi toprakları içinde Hi(n)du bölgesinin adı da geçer.
Yunanlı tarihçi Herodotus, Darius’un MÖ 517 yılında Sindhu Nehir Vadisini keşfetmeleri için Scylax kumandasında bir keşif grubu gönderdiğinden söz etmiştir, tranlı hükümdarların bölgede egemenlik sağladığı bilinse bile bu egemenliğin ne kadar sürdüğü konusunda kesin kayıt bulunmamaktadır. Xerxes (MÖ 486- 465) döneminde Yunanlıları yenilgiye uğratan Akamenit Ordusu’nun bir bölümünün Hintli askerlerden meydana geldiği, bunun MÖ 330 yılma kadar sürdüğü ve bu askerlerin MÖ 330 yılında Gaugamela’da İskender’e karşı savaştığı varsayılmaktadır. Bu askerlerin, bölgedeki Iranlı valilerin (Satrap; sömürge yöneticisi) yönetimindeki paralı askerler olabileceği yolunda görüşler de mevcuttur. Ancak bu dönemde bölgede Iranlı valilerin bulunduğuna dair kesin bir bilgi bulunmamaktadır.
Akamenit Kralı Darius III’ün, İskender karşısında bozguna uğraması, Hint tarihinin akışını son derece etkilemiştir. İskender, îran- lılar’m egemenliğindeki bütün doğu topraklarını ele geçirmiş, yönünü Hindistan’a çevirerek MÖ 327 yılında Hindu Kush’u geçerek Hindistan’a ulaşmıştır. Afganistan, Pancab ve Sindh Bölgesi’ndeki küçük krallıklar, İskender’in büyük askeri gücüyle karşı karşıya kalmışlardır. Her ne kadar bir sonuç elde edememelerine rağmen direnmeyi tercih eden pek çok devletin yanı sıra, İskender’in yanında yer alarak şahsi kazanç ve güvence elde etmeye çalışan devletler de olmuştur. Bu şartlar altında Hindistan topraklarında ilerleyen İskender Kabul Nehri’ne ulaştıklarında ordusunun bir bölümünü en iyi iki generalinin komutasında Kabul Nehri boyunca göndermiştir. Bunların karşısına ilk olarak Peshawar yakınlarındaki Charsadda’da Pushkalavatiler çıkmıştır. Pushkalavatı lideri 30 gün süren bir savunmayla başkentini koruyabilmiştir. Bu süre içinde İskender, ordunun geri kalan kısmıyla kendi kanadını korumak için, Kunar, Panckora ve Swat Nehirle- ri’nin bulunduğu vadiye gitmiştir. Burada Yunanlılar’m, Aspasioi ve Assakenoi (muhtemelen Asvakalar’dan türetilmiştir) adım verdikleri dağ kabileleriyle karşılaşmıştır. Aralarında günlerce süren büyük bir savaş olmuş, başkent Massaga’nın teslim olması için yapılan anlaşmada yaşamı garantiye alman 7000 paralı askerin gece kuşatılarak kılıçtan geçirilmesi Yunanlı yazarlar tarafından bile kınanmıştır.
Assakenoiler’le yapılan savaşlar içinde, Aornus’un ele geçirilmesi Yunanlı yazarlar tarafından uzun uzun anlatılarak İskender’in Hindistan seferindeki en büyük askeri başarısı olarak gösterilmiştir.
İskender’in Assakenoi ve diğer kabilelere boyun eğdirmesiyle sonuçlanan savaşlar süresince ordunun geri kalan bölümü Sindhu’yu ele geçirmiş ve Ohind’de Attock üzerine sandallardan oluşan 16 mil uzunluğunda köprü yapmışlardı.
İskender’in ordusunun tekrar toplandığı bu bölgede var olan krallıklar içinde en güçlüsü, Yunanlı kaynaklarda adı Porus (Paurava’dan türemiş gibi görünmektedir) olarak gösterilen kralın yönettiği devletti. Porus, kuzey komşusu olan Abisara Devleti’yle birlikte, başkenti Taxila olan bir başka komşu devlete karşı savaş halindeydi. Taxila Kralı İskender’le anlaşma yoluna gidip düşmanlarına karşı üstünlük sağlamayı amaçlamıştır. Yapılan savaş sonrasında Porus, İskender’in ordusuna karşı oldukça güçlü bir direnişgöstermesine rağmen, kendisi de yaralanarak MÖ 326 yılının Temmuz ayında teslim olmak zorunda kalmıştır. Ancak Porus teslim olma şartı olarak, kral gibi muamele görme sözü almıştır. İskender sözünde durmuş, ona ülkesinin yönetimini geri vermiştir. İskender’in Hindistan seferindeki asıl hedefi okyanusa ulaşabilmektir, bu nedenle Porus’un da yardımıyla güneydoğuya doğru ilerlemeye başlamıştır. Pek çok küçük devleti ortadan kaldırarak Beas Nehri kıyılarına ulaştığında Kathaioi (Kathas ?) ile karşılaşmıştır. Büyük savaş sonucunda onun 17.000 askerini öldürmüş, 70.000’ini de esir almıştır.
Ancak İskender’in ilerlemesi Beas Nehri kıyılarında askerlerinin daha fazla ilerlemek istememesi üzerine MÖ 326 yılının Temmuz ayı sonunda durmuştur. Yunan kaynaklarında, askerlerin savaş yorgunluğu yanında, bir söylence şeklinde yayılan nehrin öbür tarafındaki imparatorluğun gücünden de korkmuş olabilecekleri belirtilmektedir. İskender ordunun bu tutumuna boyun eğmek zorunda kalarak, geldiği yolu takip etmiş ve Chelum Nehri’ne kadar geri dönmüştür. Buradan, ordunun bir bölümünü yanma alarak 1000 tekneyle nehirden ilerlemiş, nehir boyunca da süvariler de sahilden ilerleyerek onları korumuştur. Chelum Nehri’nin Çhenab Nehri’yle birleştiği yerin yakınlarında cumhuriyetle yönetilen kabilelerin oluşturduğu konfederasyon birlikleriyle karşılaşmışlardır. Yapılan savaşta konfederasyon kuvvetleri Malloi (Malavalar) ve Oxydrakai (Kshudrakalar) tarafından yönetilmekteydi. İskender’in ordusu, zaferle sonuçlanan bu savaştan sonra başka kabilelerle de karşılaşmıştır. Bu kabilelerden birisi olan Agalassoi (Arcunayanalar?) şehirleri ele geçirilince, kanları ve çocuklarıyla birlikte kendilerini ateşe atmışlardır. Bu Hindistan tarihinde, daha sonra pek çok kabile tarafından da tekrarlanan, ilk Cauhar seremonisidir.
Maurya Hanedanı
Maurya Hanedanı MÖ 322-185 yılları arasındaki 137 yıl boyunca süren dönemi kapsar. Hanedana ismini veren kişi Magadha Krallığı’nı Maurya İmparatorluğu’na dönüştüren ve 24 yıl tahtta kalan Çanduragupta Maurya’dır. Hanedanın en parlak dönemleri ilk üç hükümdar döneminde yaşanmıştır. Bunlar sırasıyla Çandragupta Maurya, Bindusara ve Aşoka’dır.
Kronolojik sıra içinde Maurya Hanedanı Nanda’ların ardından gelir. Ancak Nanda’ların tahtı kaybedip Maurya Hanedam’nın yönetimi ele geçirmesine yol açan olaylara ait elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır. Güvenilir kabul edilen kaynaklarda da bu konuyla ilgili fazla bilgiye rastlanmaz ve bulunanlarda da pek çok çelişki vardır. Ancak genel kabul gören bir varsayım Çand ragupta’nın Nanda soyundan geldiği yolundadır. İskender ile MÖ 326 ya da 325 yılında oldukça genç bir yaştayken karşılaşmış olduğuna inanılmaktadır. Çandragupta bir takım kayıtlarda son Nanda Kralı’nın aşağı kasttan bir kadından olma oğlu olarak gösteriliyorsa da, köklü Nanda ailesiyle akraba olması daha yüksek bir olasılıktır. Bu da her türlü olasılıkta hanedan tarafından tanınan kişi olduğu anlamına gelebilir. Bazı kaynaklarda Çandra-gupta’nın hanedan tarafından rahatsız edici bulunduğu ve Magadha’dan sürüldüğünden söz edilir.
İskender’in ölümünün ardından İndus Vadisi’nde bulunan garnizonlara yapılan saldırıda, kuzeydeki etnik grupların da yardımıyla zafer kazanmıştır. Aynı dönemde Kautilya da Magadha’da bir ayaklanma yaratır (16). Bu ayaklanma Nanda ailesinin ortadan kalkmasına yol açan süreci başlatmıştır. MakedonyalI garnizonlara yapılan saldırının Magadha’daki ayaklanmadan önce ya da sonra olduğuna dair elimizde kesin bilgi bulunmamaktadır.
İskender, MÖ 323 yılının Haziran ayında Babil’de öldü. Ancak haberin Pencâb’a gelişi bir ya da iki ayı bulmuş olmalı. Yabancı garnizonlara karşı yapılan saldırıların 323 yılını 322’ye bağlayan kış mevsiminde yapıldığı varsayılmaktadır. Buna paralel olarak da Çandragupta'nın ortaya çıkışı MÖ 322 yılma rastlar. Magadhada vapılan ayaklanma ve devrini bir yıllık süreci kaplar.
İskender hükümdarlık asasını kimseye miras olarak bırakmamıştı, yetki ve idare komutanları arasında bölüşüldü. Antigonos ile Seleukos arasmda Asya’nın en büyük gücü olma yarışı başladı. Uzun mücadelenin ardından Seleukos 312 yılında Babil kentini yeniden ele geçirdi ve altı yılın ardından kral gibi kabul gördü. Seleukos tarihe zaferler kazanan Seleukos Nikator olarak geçmiştir ve Suriye Kralı olarak anılır. Ancak Batı Asya’nın Kralı demek daha doğru olur.
Seleukos, İskender’in Hindistan’da kazandığı bölgeleri geri almayı umarak Hindistan’daki hükümdarların en güçlüsü Çandragupta Maurya’ya saldırmak için İndus’u geçti. Ancak amacı düş kırıklığına dönüştü ve Pencâb yakınlarında bir yerde bozguna uğrayarak sınırın gerisine çekilmek zorunda kaldı.
Barış koşulu olarak Seleukos Çandragupta’ya Kabul, Herât ve Kandhâr'ın başkentleri olan Paropanisadai, Aria ve Arachosia ile Gedrosia’yı (Bugünkü Belucistan) verdi. Bunun karşılığında Çandragupta ona batılı düşmanlarına karşı savaşlarda kullanabilmesi amacıyla 500 fil verdi. Alınanlarla karşılaştırıldığında oldukça küçük bir bedeldi, ancak anlaşma burada bitmedi ve Çandragupta Seleukos’un kızıyla evlendi.
Böylelikle Suriye ve Hindistan arasında bozulmayacak barış sağlanmış oldu. Seleukos MÖ 302 yılında, daha önce Arachosia’da (Kandahâr) hizmet veren, Megasthenes isimli subayı büyükelçi olarak Pâtaliputra Sarayı’na gönderdi. Büyükelçi boş zamanlarında Hindistan’ın coğrafyasını, ürünlerini ve adetleri kaydetmeyi kendisine uğraş edindi. Bu konudaki başarısını, derlediklerinin bugün dahi temel başvuru kaynağı olarak gösterilmesi a- çıkça ortaya koyar. Ne yazık ki kitap bütün olarak günümüze ulaşamamıştır, fakat büyük bir kısmı diğer yazarlar tarafından yapılan alıntılar şeklinde korunabilmiştir.
Romalı tarihçi Justin, İskender’in ölümünden sonra Hindistan’ın bağımsızlığının yaratıcısı olarak Çandragupta’yı gösterir ve şöyle bir yorum ekler: “Zafer kazandıktan ve tahta çıktıktan sonra, köleler ile birlikte yabancıların elinden kurtardığı halka da baskıcı bir tutum izlediği için sözde var olan özgürlüğü de köleliğe dönüştürdü.”
Onun yöntemiyle ilgili yapılan değerlendirmelerde, kendi yaşamının her gününü korku içinde geçirmiş katı bir despot olduğundan, merhametsizce cezalandırmaya dayalı çok iyi organize edilmiş otokratik sistemle kesin ve sert kurallar uyguladığından söz edilmektedir.
Bütün kaynaklar devlet gemisinin dümeninin olağanüstü yeteneğiyle Kautilya’nm elinde olduğunda birleşiyor. Kautilya’nm hangi şekilde ve tarihte bu sahneden çekildiği kayıtlı değildir. Tibetli yazar Târanâth tarafından 17. yüzyılda bir araya getirilmiş kaynaklara göre; görevine Çandragupta’dan sonra Bindusâra Dönemi’nde de devam etmiştir.
Çandragupta Maurya’nın oldukça olaylı saltanatının sona erişine doğrudan ışık tutan tek kanıta Caynist kayıtlarda rastlanır. Caynistler onu daima Bimbisâra gibi Caynist olarak gördüler. Buna rağmen onların bu inancını çürütecek nitelikte bir gerekçe de ortaya konulamamıştır. Çandragupta’nın tahtı bilgin Brahman’ın planlarıyla elde etmesi Caynizm’in kraliyet inanışı olduğu iddiasına bir anlamda kanıt niteliği taşıyor. Otoritelerce kabul gören görüş Çandragupta’nm Caynist değilse bile sonradan olduğu yolundadır. Çandragupta’nın ardından tahta Amitraghâta (düşmanların katili) lakaplı Bindusâra geçti.
Bu onun savaşçı kimliği hakkında bir ipucu veriyor ise de hakkında kesin bilgiler veren kayıt bulunamamıştır.
Sadece küçük bir alıntıda Antiochos Soter ile Bindusâra arasında samimi bir mektuplaşmanın olduğunu görürüz.
Mısırlı Ptolemy Philadelphos (MÖ 285-247) tarafından Pâtaliputra Sarayı’na gönderilen Dionysios isimli elçi ile Bindusâra’ya ya da oğlu Aşoka’ya güven belgesi sunulmuştur. Târanâth tarafından kayıtlara geçirilmiş bir belge Bindusâra’nın ülkeyi doğu denizinden batı denizine kadar fethettiğinden söz eder. Aşoka’nın imparatorluğunun uçsuz bucaksız genişlikte olduğu bilinmekte ve fakat kendisinin Kalinga dışında bir fetihte bulunmadığı göz önüne alındığında da bu iddialar bir gerçeklik kazanmaktadır.
Bindusâra’nın ardından tahta MÖ 273 yılında oğlu Aşokavardhana, yaygın bilinen ismiyle Aşoka geçti. Eski yazıtlarda Aşoka’nın ilk olarak kuzeybatıda Taxila’da, ardından da Mahva Bölgesi’nde Uccairide görev yaptığından söz edilir. Aslında yasal takdisi ya da taç giymesi (abhis- heka) dört yıl kadar (MÖ 269’a kadar) ertelendi. Bu da yazıtlarda söz edilen verasete itiraz edildiği söylencesini doğrular niteliktedir. Pek çok ilkel efsane Aşoka’nm büyük kardeşi Susîma’mn kendisine rakip olduğunu anlatır. Seylanlı keşişler tarafından anlatılan, tahta giden yolu temizlemek için 98 ya da 99 kardeşini katlettiği hikâyesi saçma ve gerçekten uzaktır. Yazıtların da doğruladığı şekliyle gerçek; tahta geçtiğinden çok sonra da erkek ve kız kardeşleri için dikkat ettiği yolundadır. Aşoka’nm Budist inanışı benimsemeden önce son derece kötü bir kişi olduğuna dair söylentiler asılsız ve uydurmadır. Bu büyük Budist imparator hakkında Seylanlı ya da başka ülkelere ait keşişler tarafından aktarılan efsaneler, tarihi gerçeklik değeri içermemektedir. Buna rağmen bazı Seylan kaynaklı efsanelerde geçen kimi tarihler gerçeklerle örtüşmektedir. Yine de Aşoka tarihi hakkında tek güvenilir kaynak kendisi tarafından hazırlatılmış ve dünyadaki en dikkate değer yazıt koleksiyonu olan, çok sayıdaki sütun ve yazıtlardır. Bu yazıtların ortaya koyduklarından başka kitabeler de ilave edilmiş, farklı form ve dillerdeki edebi kayıtlardan çıkan sonuçlar da dikkate alınarak hâlâ var olan abideler değerlendirilip düzenlenmiştir. Üzerlerinde isim ya da unvanı bulunmadığı için, Aşoka Dönemi madeni paraları arkeolojik belirleyiciliğe sahip değildir.
Hükümdarlık süresinin uzunca bir bölümünü barışa adamış bir insan olan Aşoka’nm dönemine ait az sayıda politik olay içeren kayıt bulunabilmiştir. Askeri gücü hakkında ise hiçbir kayıta rastlanmaz. Aşoka ile ilgili en çok ilgiyi, bölgesel tarikat iken dünya dinlerinden biri olan Budizm’e geçişi ve buna paralel olarak kişiliğinde ve politikasındaki değişim çeker. Kendisi tarafından yazdırılmış otobiyografisi bu ölümsüz kayıtlar içinde önemliyer tutar.
Aşoka sadece bir saldırı savaşı yaptı, o da Bengal Körfezi kıyılarında Kalinga’da kazandığı savaştı.
Aşoka’nm nerede ve nasıl öldüğü bilinmemektedir. Aşoka'nın verine iki erkek torununun geçtiği görülür. Doğuda Daşaratha ve batı eyaletlerinde Samprati. Bu arada mağaralarda bulunan kısa ithaf yazıtlarında bir başka isme. Acivıka'ya da rastlanır.
Samprati’nin varlığı eski yazıtlarca doğrulanmaz. Fakat dedesinin ölümünden sonra batı eyaletlerini yönetmiş olmasının şüphelenilecek bir yanı yoktur. Caynist uzmanlara göre Uccain Sampratinin başkentiydi. Racputana’daki Acmer den Kathiawar’daki Satruncaya'va kadar uzanan bölgelerde Samprati nin adı pek çok yöresel kayıtlarca nesilden nesile aktarılmıştır. Kathanvar dakı en eski Caynist tapınaklar topluluğunun onun tarafından kurulduğu söylenir. Codhpur Bölgesi’nde Nadlai’de, şimdi yerinde daha modern binanın bulunduğu bir tapınak inşa ettirmiştir.
Aşoka İmparatorluğu’nun ilk a-şamada iki torun arasında bölüşüldüğünü varsaymak gerçekçi yaklaşım gibi görünmektedir. Ancak gerek Daşaratha ve gerekse de Samprati ile ilgili daha sonraki döneme ait bilgi bulunmamaktadır.
Puranalar’da Aşoka’nın varisi olarak pek çok isim metinler içinde geçmektedir. Elde bunlara ait somut bilgi bulunmamaktadır. Bu nedenle hanedanın böyle mensupları var ise de onlarla birlikte idare ne kadar zaman daha sürmüştür, bunu bilmek olanaksız.
Ancak elimizde Maurya Hanedanının sona ermesini gösteren somut bir delil olarak hanedanm en son hükümdarı olan Brihadratha’nın MÖ 185 yılında başkumandanı Pushyamitra Sunga (ya da Pushpamitra) tarafından öldürüldüğüne dair bilgi bulunmaktadır. Bu tarihten itibaren yeni hanedan olarak Sunga’lar yönetime geçmiş ve 137 yıllık Maurya Dönemi sona ermiştir.
Arthaşastra binlerce yıldır Hint edebiyatındaki yerini korumasına rağmen, kitap olarak çağımız bilim insanlarının eline 1904 yılında ulaşmıştır. Tanjore bölgesindeki bir Pandit tarafından Mysore Government Oriental Library’ye (Mysore Devlet Doğu Kütüphanesi) bağışlanan Grantha karakterlerindeki bu elyazmasıyla birlikte, Bhattasvamin tarafından yazılmış Sanskrit yorum kitabı olan Pratipadapatçika’nın da bir bölümü bulunmaktadır. Bu elyazması Dr. R. Shamasastri tarafından İngilizce’ye çevrilerek 1909 yılında Mysore’da basılmıştır. Bu tarihten günümüze kadar Arthaşastra’nın başka çevirileri de yapılmıştır.
Kautilya’nm Arthaşastra’sı 15 kitap, 150 bölüm ve 180 kısımdan oluşur. Arthaşastra1.1.18’de bu bilginin yanı sıra eserin altı bin şloka’dan (beyit) oluştuğu yazmaktadır.
Arthaşastra’yı oluşturan kitapların ilk beşi tantra olarak adlandırılan, devletin iç yönetimiyle ilgilidir. Sonraki sekiz tanesi avapa, yani komşu devletlerle ilişkileri içerir, son ikisi ise pek çok konunun bir araya gelmesiyle oluşmuş, karışık bir içeriğe sahiptir.
Birinci kitap bir kralın yönetici olarak görevlerini yerine getirmedeki donanımından bahseder. Kralın talimi, devletin bakan ve diğer bürokratlarının atanması, yönetici tarafından yapılması gereken günlük rutin işler gibi konular tartışılır.
İkinci kitap esas olarak devletin çeşitli üst düzey yetkililerinin görevlerini anlatır. Pek çok alandaki devlet aktivitesinin adeta bütün resmini verir. Aynı zamanda bu kitapta, işgal edilmemiş topraklarda yapılacak faaliyetler, bir kalenin inşası, başkentin planlanması vb. sorulara yönelik tartışmalar bulunmaktadır.
Hukuk ve yönetimle ilgili olan üçüncü kitap, hukukun bütün kanunlarını yeniden işler.
Dördüncü kitap suçun bastırılmasını inceler. Hırsızların, katillerin, çetelerin ve diğer suçluların nasıl izleneceği, yakalanacağı ve cezalandırılacağını gösterir.
Beşinci kitap içerik olarak daha zengin karakter sergiler. Acil durumlarda ihtiyaç duyulabilecek önlemler üzerinde durur, isyancı ya da isyana teşvik eden kişilere karşı alınabilecek tedbirleri anlatır ve devlete hizmet veren çok farklı kategorilerdeki çalışanların ücret dağılımı için ilkeler belirler. Bu kitapta ayrıca devletin üst kademelerine aday olan bir kişinin bu konumu sağlama almak ve elde etmek için yapması gerekenler açıklanır. Son olarak, başbakan konumunda görev yapan kişiye, yönetimi elinde tutan kralın ölerek yerini bir başkasına bırakması halinde, yönetimin kesintisiz olarak sürmesini sağlayabilmesi için öğütler verir.
Oldukça kısa olan altıncı kitap, yedi prakçti’nin (ideal devleti oluşturan öğeler) her birini meydana getiren nitelikleri tek tek sıralar; aynı zamanda rucamaööala (krallar dairesi - Kralın yakın çevresi) devletin komşularıyla olan ilişkilerinin tartışılmasına başlangıç olarak tarif edilir.
Yedinci kitap ortaya çıkması muhtemel durumlarda kullanılabilecek altı guöa’nın (dış politika yasaları) her biri hakkında ayrıntılı bir tartışma içerir. En büyük hedef hükümdar dünyayı fethetmeden önce oluşturulur. Bu nedenle (sonuç olarak) bu kitapta düşmanların çeşitli hileler aracılığıyla ya da güç kullanılarak alt edilmesine yönelik pek çok yöntem anlatılmıştır.
Sekizinci kitap vyasanalarla (felaketler, eksiklikler ya da çeşitli kusurlar) ilgilidir. Bu herhangi saldırgan bir eyleme girişmeden baş etmek açısından önemlidir.
Dokuzuncu kitap savaş için yapılan hazırlıkları işler ve bir sefer için silah altına alınması gereken askeri birliklerintürlerini tarif eder. Bir sefer için harekete geçilmesi gereken doğru zaman, başlamadan önce alınması gereken tedbirler ve karşı konulması gereken tehlikeler vb. konular üzerinde durulur.
Onuncu kitap savaşı konu alır ve ordunun konaklaması, yürümesi, çeşitli savaş durumları, savaş giysilerinin çeşitleri ve bunun gibi konular anlatılır.
On birinci kitap tek bölümden o- luşur ve vicigîu'nun (bir bölgeyi e- le geçirmek üzere olan kral. Mutlak zafere ulaşmamış, olası fatih) saüg- ha’lara (bağımsız, oligarşi ile yönetilen prenslik) nasıl boyun eğdirmesi gerektiğini açıklar.
On ikinci kitap, güçsüz bir kralın, güçlü bir kral tarafından tehdit edildiği zaman, onun planlarını altüst etmeyi ve sonunda onu nasıl alt edeceğini gösterir.
On üçüncü kitap temel olarak düşmanın takviye kuvvet almış başkentinin hile ya da saldırı yoluyla e- le geçirilmesiyle ilgilidir.
On dördüncü kitap düşman ya da casuslardan kurtulmak için faydalı çeşitli gizli çözüm ve büyü de içerebilen gizemli uygulamaları anlatır.
En son kitap olan on beşinci kitap metin içindeki 32 tantrayukti’yi (bir konunun ele almış ve sunuş yöntemleri) tanımlayarak, örneklerle açıklar.
BENZER ESERLER VE SONUÇ
Arthaşastra’mn yazarı olarak Kautilya’nın başka bazı devlet adamı, siyasal bilimci ve filozoflarla karşılaştırmaları yapılmaktadır. Kautilya devlet adamı olmasının yanı sıra Brahman kastından gelen öğretmendir. Uygulamacı siyasetçi olmasının yanında, siyasal düşünür olması bakımından Bismarck ile karşılaştırılmıştır. H. Jacobi, Kautilya ve Bismarck’ın siyasal düşünürlerin gerçeklerden uzak olduklarını söylemeleri bakımından karşılaştırmalarını yapmıştır. Buradan yola çıkan A. Hillebrandt bu karşılaştırmanın pek yerinde olmadığını söyler. Bu iki devlet adamının yalnız kendilerinin değil, yaşadıkları ortamın da çok farklı olduğunu söylemiştir. Kautilya uygulamalı devlet adamı olmasının yanında siyasal düşünür ve Brahmandı. Bu nedenle adhyapana onun göreviydi Şastra’da adı geçen eski öğretmenlerin çoğu da büyük olasılıkla aynı zamanda uygulamacı devlet adamıydı. Aslında şaşıranın, öğretmenliği uygulamacı devlet adamlığıyla birleştiren kişilerin bir ürünü olduğu görülüyor.
Arthaşastra ve Machiavelli’nin Prens’i
Kautilya’nın, Prens kitabının yazarı Machiavelli ile karşılaştırılmasına daha sık rastlanır. Kautilya’nın Arthaşastra’sının basılmasından önce C. Formichi Kamcındaka’yı Machiavelli ve Hobbes'la karşılaştırır. Formichi'ye göre bu üçü arasında şu bakımlardan benzerlikler vardır:
- İnsanı aklından çok tutkuları yönetir. Bu yüzden ceza gereklidir.
- Uluslar hep birbirine düşmandır. Onun için düşmanı güç ya da hile kullanarak ortadan kaldırmak gereklidir.
- Devlete bağlı nedenler dinsel duyguların üstünde olmalıdır.
- Salt egemenlik için hiçbir sınır yoktur.
Arthaşastra'nın basılmasından sonra G. Botazi, Kautilya ile Thucydides’i ayrıntılı biçimde karşılaştırdı. Ona göre ikisi de Machi-avelli’nin öncüleridir. B. K. Sarkar şöyle diyor: “Dış ayrıntılar bir ş ana bırakılırsa Machiavellicihk temelde iki ilkeye indirilebilir: Düşman ister gerçek, ister potansiyel olsun her yöntem kullanılarak ezilmelidir ve burada amaç aracı mubah kılar. Bir kişinin, bir grup, parti ya da devletin parçası olarak davranışı, bir birey olarak öteki bırevlere karşı davranışından farklı olmalıdır."
Sarkar aynı zamanda bu iki ilkenin doğal olduğunu ve ikisinin de Arthaşastra'nın öğretisinin temelini oluşturduğunu söyler.
Kautilya ile Machiavelli'nin ayrıntılı bir karşılaştırmasını yapan W. Ruben bu iki siyasetçinin de "reel-politik” yanlısı olduğunu, dolayısıyla her ikisine göre siyasetçi sahtekâr, kurallara uymayan, dine saygı göstermeyen ve bencil olmalıdır. Ama aynı zamanda da kendini denetime alabilmeli ve etkin siyaset izlemeli, yani kaderci olmamalıdır, Ruben aynı zamanda her ikisinin yapıtlarında da siyasetçinin açık sözlü, dürüst ve acımasız olduğundan söz eder.
Machiavellicihk denince genellikle sahtekârlık ve kendi çıkarma düşkünlük anlaşılır ve bu da ahlak dışı bir bakış olarak görülür. Bu Machiavelli'nin yapıtının öneminin çok kötü biçimde çarpıtılmasıdır. Günümüzde genel olarak onun, hakkında yapılan kötü değerlendirmeleri hak etmediği kabul edilmektedir. Lord Acton’un dediğine göre “Çok yüce bir amaç onu haklı kılmaktadır. Onu, kafasızlar ve bağnazlar, sorumsuz hayalciler ve çıkarcı iki yüzlüler kötü tanıtmıştır.
Machiavelli’nin siyasi felsefesi kendi deneyimleriyle yakından ilgilidir. insanların doğal yapısı ve eylemlerinin kaynakları konusunda ön yargılarla yola çıkmaz: “Her an kanıtlanabilecek doğrularla doludur Prens.İnsanlar nesnelere oldukları gibi değil olmasını istedikleri gibi bakarlar ve bunun sonu felakettir. İnsanlar kendi kabalık ve açgözlülüklerinin mahkûmudurlar. Dini giysisi hâlâ kötülükleri saklar” (31). Kendi gerek deneyimleriyle, siyasetin bir ahlak alanı sayılamayacağını ortaya koyar. G. Catlin şöyle diyor: “Machiavelli ilk siyaset bilimcidir. Onun büyük önceli Aristoteles’te bulunmayan bir biçimde, Machiavelli ahlak ve siyaset biliminin farklı şeyler olduğunu söyler”. Ama yine de bu nedenden dolayı Machiavelli’nin ahlakı kapı dışarı ettiğini düşünmek yanlış olur. En önemli saydığı siyasal amaçlar; bağımsızlık, güvenlik ve düzenli bir toplumsal yapı. Bunlar gerçekten çok önemli amaçlardır ve İtalya Machiavelli’nin yapıtında kendi birliğini ve Avrupa ulusları arasında kendi Rönesansmm kaynaklarını buldu. Machiavelli, Discourses (Söyleşiler) yapıtında insanları ahlaksal bir sınıflamaya sokar. En iyiler din kuranlardır der; sonra devlet kuranlar gelir; sonra da yazarlar. Bu sınıflamaya ahlaki açıdan hiçbir şey söylenemez. Ne zaman ki, Machiavelli siyasal alanda amaç için her araç mubahtır deyince, öğretisi ahlaksızca ve yıkıcı görülür. Ama unutmamalı ki; bireyin davranışlarını bireysel alanda değil siyasal ortamda haklı göstermek peşindedir. Böyle bir öğreti kuşkusuz ki idealci filozoflarca kötülenir. Ama yüzyıllar boyunca uygulamacı siyasetçilerce bu öğreti hep izlendi durdu. Bacon Machiavelli’yi “insanların yapmamaları gerektiği halde yapageldiklerini açıkça ve ikiyüzlülüğe sapmadan söylediği için” övdü. Machiavelli ile ilgili geleneksel yergiler şu ya da bu nedenle kötülüklerin dürüstçe anlatılmasına kızanlar yüzündendir. Yaşanan siyasete ilişkin çok az bilgileri olan ideal- cilere ya da bir şeyi övüp başka bir şeyi apmayı çıkarlarına uygun gören iki yüzlülere, Machiavelli’nin izlediği “siyasal ahlaksızlığa ilişkin düşünsel dürüstlük” ters gelmektedir.
Arthaşastra’da da bu genel olarak doğrudur. Ama nedense bu yapıt Prensin Avrupa’da basılmasını izleyen şiddetli tepkiyi Hindistan’da uyandırmamış görünmektedir. Machiavelli’nin heykeli Cizvitler tarafından yakılmış, kitapları Roma’da engizisyonca yasaklanmış kitaplar listesine konmuş ve onun sapık öğretisine ilişkin çok sayıda kitap yazılmıştır. Arthaşastrave yazarı Kautilya’nm payına düşen kötülenme çoğunlukla şu ya da bu biçimde batı idealistliğinin çeşmesinden içenlerin elinden olmuştur.
Kitaplarında varsayılan siyasal koşullar ve bu konuları işleme yöntemleri farklı olsa da, Machiavelli ile Kautilya’mn bakış açıları arasında büyük bir benzerlik olduğuna kuşku yoktur. Şastra, “amaç aracı mubah kılar” da der ve ahlaki sorunlarla hiçbir ilişkisi olmayan muhalifleri önlemek ve düşmanları yok etme yolları önerir. Ama şunu söylemek gerekir, Şastra ahlakdışı görünen araçları, hainlere ve devlet düşmanlarına karşı önerir. Böyle araçların yasaya saygılı kişilere karşı uygulanmaması gerektiğini kesin olarak söyler. Machiavelli’nin öğretisinin siyasal eylemlerle ilgili kendi deneyimlerine dayanması gibi Şastra’nın öğretisi de yöneticilerin uygulamadaki deneyimlerine dayanır. Onun için Prens’in sayfaları içinde Arthaşastra yazarlarının açıkça destekleyeceği birçok ilke buluruz.
Machiavelli ile Kautilya arasında bir diğer paralellik şu noktada düşünülebilir: Machiavelli’nin savaşan kent devletleri arasında bölünmüş İtalya’yı egemenliğine almış olan Fransızlarla İspanyolları ülkelerinden atacak bir İtalyan prensi altında birleşecek bir İtalya’yı özlemesi ile Kautilya’nm Hindistan’ın tek bir imparatorluk olarak birleşip Yunan işgalini önlemesini görmek istemesi. Kautilya’nın böyle bir istekle Çandragupta’yı Hindistan’ı yabancı egemenliğinden kurtarma tutkusuyla donattığı düşünülebilir. Ama Arthaşastra’da böyle bir istek ortaya çıkmaz. Bir imparatorluk kurulması ya da yabancı işgalinden kendi ülkesini kurtarma öğretisi, Hindistan ortamındaki kent devletleri arasındaki ilişkilerle bağlantılıdır ve bu ilişki daha önceki öğretmenlerden kaynaklanır. Bunlarda Iranlı ve Yunanlılar gibi yabancıların işgali tehlikesi görülmez; hele hele ülkesini yabancı boyunduruğundan kurtarma isteği hiç yoktur. Kautilya ve Machiavelli arasındaki bu farkın nedeni; Machiavelli’nin akimda sürekli olarak o zamanın İtalya’sındaki belirgin tarihsel durum varken, Kautilya’nm yapıtının hiçbir tarihsel ortamla ilgisi görülmez.
Bu aynı zamanda iki yapıttaki konuların işlenişi arasındaki farkı da açıklar. Machiavelli yöntemi, kendi gözlemlerinden çıkardığı sonuçların kanıtı olarak tarihe bakması dolayısıyla, tarihsel yöntemdir. Öte yandan Arthaşastratarihi hemen hemen hiçe sayar ve çok değişik siyasal durumlar hayal etmekle ve bunları çözümleyecek yollar önermekle yetinir. Bu yüzden de kitapta herhangi bir zamanın güncel ortamıyla ilgisiz görünen bir dizi olasılıklar görünür. Elbette, bütün bu durumlar hayal edilmiş gibi görünse de hayali değildirler. Bunlardan her biri kitapta varsayılan siyasal koşullar ortaya çıktığında görünebilir.
Arthaşastra ve Antik Yunan’daki siyaset eserleri
Arthaşastraile Eski Yunan’daki siyaset üzerine yazılar arasındaki temel bir fark, yazdıkları amaca ilişkindir. Arthaşastra’ın bütünüyle pratik bir amacı vardır: bir ülkenin nasıl yönetileceğini göstermek. Eski Yunan’daki yazılar ise bununla hiç ilgilenmezler. Onlar insanın içindeki en iyiyi gerçekleştirme sorunuyla ilgilidirler; yani aradıkları devlet yoluyla en iyi nasıl gerçekleştirilebilirdir. Böylece onlar kusursuz devleti düşlemeye çalışmaktadır. Platon’un devleti, insan için en yüksek değer olarak kabul edilen adaletin en eksiksiz bir biçimde ele alındığı kusursuz bir devlet arayışıdır. Platon’a göre adalete cahillik ve bencillik yüzünden ulaşılmaz. Cahilliğe bulduğu çözüm, devletin toplumsal işlevlerinin artırılması ve toplumun üç sınıfa ayrılması: Koruyucular, savaşçılar ve çiftçiler, ya da altın, gümüş ve demir sınıfları. Bencillik için ileri sürdüğü çözüm ise bir çeşit komünizm, yalnız mülkiyetin değil, ailenin de ortadan kaldırılmasıdır. Platon’un devletinin güncel siyasette gerçekleşmeyecek bir ideal olduğu açıktır. Aristoteles de bu yönden onu eleştirir.
Platon’un başka çözümler de önerdiği unutulmamalı; Politicus kitabında hükümdarın kamuoyu ya da yasalarca engellenmediği sınırsız monarşi önerir. Kralın bilge bir insan olacağını varsayan bu çözüm, aşırı bir çözümdür. Daha uygulanabilir bir çözüm Lawskitabmdadır. Burada Platon komünizmi terk edip ataerkil aileyi benimseyerek, monarşi ve demokrasi karışımı bir toplum yapısı önerir. Platon’un kitaplannda, özellikle Devlet’te yüksek idealizm görülür. Bu yüzyıllar boyu batıda siyasal düşünceyi ve sonraki düşünürleri etkiledi. Platon’dan günümüze siyaset ve bir felsefe dalı haline geldi. Öyle ki siyaset çok ender olarak kişisel yarar ya da ahlak sorunlarından ayn olarak düşünülebildi. Catlin’e göre Platon’un başlattığı siyaset bilimi iki binyıl boyunca hep ahlakla ilişkili olarak incelendi. Böylece şimdi siyasal felsefe siyasal bilime dönüşmektedir.
Platon ile Arthaşastra arasında çok az benzerliğin olduğu açık. Arthaşastra siyasete felsefe dalı olarak bakmaz. Belki insan için en yararlı olan konusunda kendi görüşleri vardır, ama devlet bunun gerçekleştirilmesi için kurulmamıştır. Böylece kişisel ahlak toplumsal yarardan kesin çizgilerle ayrılır. Arthaşastra’nınuygulamadaki gerçekçiliği Platon’un idealizmine taban tabana zıttır.
Aristoteles’e gelirsek, onun Kautilya’nm çağdaşı ama biraz daha büyüğü olduğunu görmek ilginçtir. Kautilya’nın Nanda Hanedam’ın tahttan indirmek için stratejiler geliştirdiği bir zamanda, MÖ 322 yılında Aristoteles öldü. Belli ki öğrencisi Büyük İskender’in fetihlerinin Aristoteles’in öğretileri üzerine hiçbir etkisi olmadı. Çünkü Aristoteles öğretisi kent- devleti kavramına dayalıdır. Bu da sözünü ettiğimiz fetihler sonucu anlamını yitirmiş bir kavramdır.
Benzer biçimde Kautilya kitabında Çandragupta’nın fetihleriyle hiç ilgilenmez ve esas olarak orta büyüklükte bir devletin siyasetiyle filgilenir.
Yunan siyaset düşüncesi tam bir insan felsefesinin parçasıydı. İnsan için en iyi yaşam, çoğunluğu ahlaki olan belli ideallerce belirlenir ve insan bunları yaşamında gerçek- leştirmelidir. Devlet, bu ideallerin gerçekleşmesini olanaklı hale getirmelidir. Hedeflenen şey bu amacın ulaşılabileceği kusursuz devletin ortaya çıkarılmasıdır. Bu yüzden, Yunan siyasal düşüncesi devletin örgütlenme biçimine ve yurttaşların bu örgüt içindeki konumuna çok yer ayırmıştır. Öte yandan Arthaşastrainsan için en büyük yarar sorunuyla ilgilenmez. Bunu felsefeye bırakır. İnsanın dünyadaki yaşamı söz konusu olunca devletten beklenen şey bireyin kendi svadharması’m izlemesini sağlamanın yanında bu sistemi kutsal bir şey olarak korumaktır. Bu korumaya özel bir önem verir. Devlet örgütlenmesinin biçimi bu amaç için gereksiz olduğundan devletin en iyi örgütlenme biçimi araştırılmaz. Yalnızca hükümetin uygulama güçlükleri üzerinde durulur. Böylece Yunan siyasal düşüncesi, devlet örgütlenmesi ve insanın bununla ilişkisi gibi kuramsal sorunlarla uğraşırken, Arthaşastra esas olarak yönetim ve savunmanın güncel sorunlarıyla ilgilenir. Her ikisinin de konusu siyasettir, ancak bu bilimin değişik yönleriyle uğraşırlar. Bu yüzden ikisinin sağlam bir karşılaştırmasını yapmak zordur. Kuramsal çözümlemelerde Yunan siyasal düşüncesi kesinlikle rakipsizdir. Ama güncel siyasetin çözümlemeleri üzerinde Arthaşastra’nm benzersiz olduğu söylenebilir.
Arthaşastra ve Ortaçağ Doğu eserleri
Kautilya ve Arthaşastra üzerine yapılan karşılaştırmalar bunlardan ibaret değildir. Ancak ülkemizde bu alanda bir çalışma yapılmamıştır. Oysa Osmanlı tarihinde önemli bir yeri olan risaleler içinde, Arthaşastra ile benzerlik gösteren örnekler mevcuttur. Bunların içinde Koçi Bey Risalesi (Risale-i Koçi Bey) ve Nesayihü’l-vüzera ve’l-ümerâ veya Kitab-ı Güldeste en önemlileridir.
Her iki eser de yönetimde söz sahibi olmuş bir devlet adamı tarafından, tıpkı Arthaşastra’da olduğu gibi devlet yönetimi alanında öğütler vermek amacıyla yazılmıştır. Koçi Bey, risâlesini 1631 yılında IV. Murad’a sunmuştur. Defterdar Sarı Mehmet Paşa'nın ise eserini 1714-1717 yılları arasında yazdığı kabul edilmektedir
İçerik ve amaç bakımından Arthaşastra ile benzerlik gösteren bu eserlerden başka risaleler de bulunmaktadır. Risale, İslam dininin doğuşundan sonra ortaya çıkmıştır. Haşiye (ek), şerh (yorum) isimleri de verilen bu küçük kitaplar dini konular üzerine çözümler önermek için yazılmıştı
Kaynak:
KOTILYANIN ARTASASTRASI
Ali Küçükler
Ankara-2001