Yazar İskender Pala; "Arkeoloji okurken, kozmolojiyi ve coğrafyayı araştırırken buzul çağına gidiyorsunuz. O zaman taşlar yerli yerine oturmaya başlıyor ve bir izah getirebiliyorsunuz. Yani dünyayı kendi bağlamında düşünerek Göbeklitepe’ye bakmak. Zaten Akşam Yıldızı’nın mesajı, o'Göbeklitepe’ye bir de böyle bakın!' teklifidir." diyor.
Göbeklitepe’nin dünyaca ünlü National Geographic dergisi tarafından “2020 yılında gidilecek en iyi yerler’’ listesine girdiği haberi bize bu yılın da Göbeklitepe’nin gündemde olacağını gösterir nitelikte. Tüm dünya gündemine giren Urfa’daki bu eşsiz kalıntı ile ilgili kitaplar yazılıyor, sergiler düzenleniyor, filmler ve diziler çekiliyor.
Edebiyat Araştırmacısı Yazar İskender Pala da ilk kez 2009 yılında gitmiş ve o dönemde kazı heyetinin başında yer alan Prof. Dr. Klaus Schmidt ile kazı alanını gezmiş. Bu konu tekrar gündeme gelince de araştırmalar yapmaya başlamış. Sonunda da ortaya bir Göbeklitepe kitabı olan Akşam Yıldızı çıkmış.
Yeni Şafak'tan Hatice Saka, İskender Pala ile romanını ve Göbeklitepe'yi konuştu:
Sizi Göbeklitepe konusunda bir roman yazmaya yönelten ne oldu?
Her yıl bir roman yazabileyim diye günlerimi çok disiplinli kullanır, bir yılda yaklaşık 250 gün yalnızca bir kitap için çalışırım. 2019 yılı için başka bir roman düşünüyor idim. UNESCO Göbeklitepe’yi Dünya Mirası Listesi’ne alınca ve 2019 Göbeklitepe yılı ilan edince konuya ilişkin okumalar yapmaya başladım.
Öncesinde bu konuyla ilgili bilgileriniz var mıydı?
Elbette vardı. 2008 yılında hakkında bir belgesel izlemiştim. 2009 yılında Urfa’ya gitmiş ve kazı başkanı Prof.Dr.Klaus Schmidt ile de görüşmüştüm. UNESCO orayı öne çıkarınca coğrafyamızın zenginliği içinde Göbeklitepe’nin bir romanı hak edip etmeyeceğini düşündüm.
Bu düşünce de sizi romanı yazmaya mı götürdü?
Benim romana ihtiyaç duymamın sebebi, bir romanım olsun bu sene de bunu yazayım, diğer planladığımı bir sonraki sene yazarım şeklinde değildi. Göbeklitepe üzerine okumalar yaparken anlatımlarının tamamının insanları natüralist bir bakış açısına mahkûm ettiğini gördüm. Natüralist bakış açısı bizim coğrafyamızda farklı şekilde bir batı yorumuydu. Belki de Göbeklitepe ve barındırdığı kültür, ekseninden saptırılmak durumunda kalabilecekti.
Nasıl yani?
Bu kitapları yazanlar insanlık için şunu söylüyor. Büyük patlamadan sonra milyonlarca yılda dünya oluştu ve insan diğer yaratıkların arasında tabiatta onlarla eşit şekilde ve aynı ilkellikle yaşıyordu. Diğer yaratıklara karşı aklını kullanarak üstün olmaya başladı ve kendince hayatı kolaylaştırdı. En azından başka varlıkların ve yaratıkların yapamadıkları bazı şeyleri aklı yapabiliyordu ve gittikçe tecrübelerinde ilerledi, gelişti. O kadar ki bugün yapay zekaya kadar geldi. Artık yarı elektronik insana, robotik insana evriliyor.
Bu bakış açısı bizim inançlarımıza uymaması mı sizi harekete geçirdi ?
Eğer Göbeklitepe kitapları bu anlayış üzerinden yazılmaya devam ederse, insanoğlunun düşünce yapısında her şeyin tabiattan, Yer Ana’dan geldiğine yönelik bir algı yerleşecektir. Oysa şöyle de düşünebiliriz; insanın aklıyla gidebileceği en ileri nokta hayatta kalma becerisini aklıyla gerçekleştirmesidir ki bu da onu seri katil olmaktan öteye geçiremez. Yani insanı yalnızca akılla izah etmeye kalktığınızda ortaya zalim bir avcı çıkar.
Akıl insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli şey.
Elbette!. Aklın insana verilmiş en büyük nimet olduğunu inkâr edenlerden değilim. Ama aklın yanına bir gönül, kalp ve ruh koymadığımızda o zaman insanın aklıyla gelebileceği ilerleme natüralist izahın çerçevesini aşamaz.
Yani yazılan kitaplarda bunun eksikliğini gördünüz.
İsrailli yazar Noah Harari’nin “Hayvanlardan Tanrılara- Sapiens” adlı bir kitabı var. O kadar bilimsel veriler kullanarak insanlığın gelişimini izah ediyor ki onu Göbeklitepe kitaplarıyla üst üste koyduğunuzda, insanın Tanrı’yı inkar etmemesi neredeyse kaçınılmaz bir sonuç. Son tahlilde göbeklitepe kitapları da aynı bakış açısına sahip ve evrimsel izahı eksene alıyor. Oysa buna farklı yerden de bakabilirsiniz. Ben ona farklı bakacağım bir ihtiyaç duydum.
Göbeklitepe’nin alışılmış tanımları dışına çıkmak kolay değil sanırım.
Çeşitli tanımlamalarla insanlığa ait ilk yapı, tarım toplumuna geçişin merhalesi, ilk tapınak, dinin icadı ve benzeri pek çok konuda görülebilecekler listesine girmeye başlamıştı. Göbeklitepe’ye insanları çağıran bütün veriler şöyle diyordu: “İnsanlar dini burada icat etti, avcılık döneminden yerleşik döneme burada geçti, buğdayı ilk defa burada yetiştirdi, vs. vs...” Hep ilkel insandan, gelişen insana uzanan bir çizgi… Oysa benim bakışım ilkel insan değil, kadim insan üzerine kuruluydu. Yeryüzünde ilkel bir insanın yaşadığını hiç düşünmüyorum. Onun yerine kadim insandan bahsediyorum. İlkel davranışlar içerisinde bile olsa insan bana göre her zaman ve çağda insaniyet vasfını üzerinde taşıyordu. İnsaniyet vasfı dolayısıyla iyilik, çalışkanlık, yardımlaşma, gülümseme, dostluk ve benzeri insaniyet kelimesinin içini dolduran bütün erdemlere her dönemde sahipti. Sığırların arasından çıkıp sığır gibi yaşamaktan kurtulabilmesi için sadece aklıyla yetinemezdi; kalbine ve ruhuna da ihtiyacı vardı. Göbeklitepe’yi dinin başlangıcı gösteren teori, daha önce din yoktu demek manasına gelir. İnsanlar inanma ihtiyacı duydular ve bu ihtiyaca göre din icat ettiler, gibi bir şey...
O halde Hz.Âdem yoktu, dini inanç burada başladı mı diyorlar yani.
Tabi bu da bir izah yolu, bunu savunanlar da var. Hz. Adem’in Cennet’ten çıkışını Göbeklitepe civarında konumlandırmak da bir izah yolu. Ne de olsa cennet, bahçe demek ya… İnsanlığa ait ilk bahçenin bir nevi seçilmiş yurt gibi bugünkü manada Mezopotamya dediğimiz iki hilal arasında izahını da mümkün görenler var. Böyle bir noktadan baktığımızda bile kadim insanı izah etmek yalnızca aklıyla bir yere ilerlemeyi değil, aynı zamanda ilahi bir terbiyeyi de beraberinde getirir. Yani Hz. Adem’e inanıyorsanız Göbeklitepe’yi inancın başlangıcı, dinin icat edildiği yer olarak konumlandıramazsınız. Böyle yaparsanız en azından Hz. Adem’den Hz.İdris’e gelen kadarki peygamberleri inkar etmiş olursunuz.
Bu meseleyi ele almaya karar verdikten sonra ne yaptınız?
Göbeklitepe’ye tekrar gittim ve romanımı yazmak için tekrar inceledim. Bazıları için burası bir tapınak, bazıları için bir hac merkezi ve bazıları içinse barınak idi. Bütün bu görüşleri inceledim, keşfe çıktım ve hepsini aynı potada görebilmenin imkanına baktım. İnancın icat edilmek üzere olduğu eşikten ziyade zaten inancın var olduğu bir mekanla karşılaştım. O zaman zihnimde çok değişik bir izah fikri oluştu. Ve Akşam Yıldızı’nı okuyanlar isabetli bir yerde durduğumu görecekler ve bana hak verecekler diye umuyorum.
Araştırmaları yoğunlaştırdınız da ne gördünüz?
Çok heyecanlı bir süreçti. Arkeoloji okurken, kozmolojiyi ve coğrafyayı araştırırken buzul çağına gidiyorsunuz. O zaman taşlar yerli yerine oturmaya başlıyor ve bir izah getirebiliyorsunuz. Yani dünyayı kendi bağlamında düşünerek Göbeklitepe’ye bakmak. Zaten Akşam Yıldızı’nın mesajı, “Göbeklitepe’ye bir de böyle bakın!” teklifidir.
Akşam Yıldızı adını neden verdiniz ?
Göbeklitepe’de, hava kirliliğinden azade bir coğrafyada Akşam Yıldızı’nı gördüğünüzde parlaklığı o kadar göz alıcı ki, sabahleyin de aynı şekilde güneşin doğmasından evvel görüyorsunuz. O zaman da adına Sabah Yıldızı diyorsunuz. Bütün yıldızlar kayboluyor ve gökte bir tek o kalıyor. Dolayısıyla her çağda olduğu gibi, Göbeklitepe’yi kuran insanların da o yıldızdan etkilenmemiş olmaları ihtimali yok.
Belki ibadet biçimi
Göbeklitepe’de bulunan T şeklinde mezar taşları bulunduğu söyleniyor.
Mezar taşı değil, ona stel diyoruz. O taşlar üzerinde çok incelemeler yapıldı. Bir defa doğurganlık göstergesi olarak o taşların üzerindeki bütün figürlerin hepsi erkeklikleri belirgin olarak gösterilmiş şekilde nakşedilmiş. Bütün bu figürler o dönemde yaşayan kabilelerin totemleri gibi algılanabiliyor. Mesela diyelim ki akrep çizilmiş ise akrep obasının orada tören ya da ayin yaptığı ihtimalini düşünürsünüz. Beden dediğimiz stel bir kol figürüyle sembolize edilmiş. Kollar ön tarafta birleşiyor tıpkı parmaklarını ucu ucuna değdirecek şekilde göbeğinize elinizi getirmeniz gibi. İnsanlar göbeğine ellerini getiriyorlar ise buradan bir saygı ve tevazu ifadesi çıkmaz mı? Elbette bu saygı bir yaratıcı, bir kral, ya da herhangi bir güç karşısında yapılmış olabilir.
Müslümanların kıyamda durması gibi.
Oradakiler kıyamda duruyor demiyorum. Başınızı öne eğmişsiniz, elinizi göbeğinizde bağlamışsınız ve ayak ucunuza bakıyorsunuz. Böyle bir durumda insan tefekkür eder veya zihnen, ruhen birisi ile iletişime geçer. Bütün bunları hesap ettiğinizde İdris Aleyhisselam devreye giriyor. Belki de onun ümmetinin ibadet biçimi, kim bilir?
Batı dünyasının Göbeklitepe’yi çok heyecanlı karşılamasını neye bağlıyorsunuz?
Onlar Ortadoğu’daki bütün eserleri yok ederken, Bağdat Müzesi’ni yağmalarken, Palmira yerle bir olurken ve daha pek çok şeyi sayabiliriz, hiçbirinde seslerini çıkarmadılar. Göbeklitepe için herkes heyecanla öne atılıyor. Belgeseller, haberler, gazeteler, filmler her şey hazır.
Neden?
Doğu ile Batı arasında bir büyük savaş var. Bu savaşın kurşunsuz, topsuz tüfeksiz alanda süren kısmı Göbeklitepe’yi parlatmayı öngörüyor. Çünkü Batı medeniyeti dünyaya şöyle söylüyor:” Her şeyin sahibi benim. Her şeyi ben icat ettim. Bütün teoriler bana ait, bütün sistemleri ben kurdum, bütün her şey benden, ben olmasaydım sizin halinize vah, vah... Benim karşımda hizaya geçin, ellerinizi kavuşturun ve bana saygı gösterin. Parayı buldum, hukuk sistemini geliştirdim” Bu söylemlerin hepsinin yalan olduğu biliniyor.
Yalan olduğu kanıtlandı.
Ben batı düşmanı değilim, onların dünyaya kattığı gelişmelerden çok memnunum ve yararlanıyorum. Fakat zalimliklerine karşıyım. Onlar bugüne kadar hep zalimce “Varsa, yoksa biziz” dediler ve öteki olabilecek doğuya ait ne varsa tüketip tahribe yöneldiler. 500 tane Ortadoğulu bir Amerikalı ya da İngiliz etmez gibi laflar söylediler. Böyle bir ortamda Batı dünyasının aşamadığı bir tek sorun var ve onu şöyle ifade ediyorlar: “Tamam herşeyin efendisiyiz. Fakat bu Mısır piramitleri de ne? Ya şu Babil Kulesi nereden çıktı. Onlar orada dururken, biz Batı olarak onlardan bazı şeyler almış olmuyor muyuz? Şimdi Göbeklitepe var ya, nihayet Mısır piramitlerini, Babil Kulesi’ni devreden çıkarıyor. Çünkü Göbeklitepe’de henüz bir doğu kimliği yok. Onun için Göbeklitepe insanlığın, inancın, tarım toplumunun başlangıcı diyerek kendilerine dayanak seçiyorlar.
İyi bir şey değil mi?
Kötü bir şey değil. Benim de hoşuma gidiyor. Göbeklitepe benim topraklarımda, oradakiler benim de atamdı.
Harran Ovası ufkunuzu açıyor
Göbeklitepe konusunda sizi çok şaşırtan bilgiye ulaştınız mı?
Öyle bir bilgi gözünüzle orada göreceğiniz bir şey değil. Fakat orası çok enerji dolu bir mekân. Harran Ovası genişliği ile sizin ufkunuzu açıyor. Gökyüzüne neredeyse el uzatacak ve bir şeyleri yakalayacak kadar yakın oluyorsunuz. Sabahı, akşamı ve gecesi farklı. Bütün bunların her birinin ihtişamını görebilmeniz için Urfa Müzesi’ne birebir Göbeklitepe’yi kurmuşlar. Çok etkileyici ve siz 12 bin yıl öncesini düşünüyorsunuz. Zaman kavramı yok, takvim diye bir şey yok.
O kadar ütopik geliyor ki
Onun için romanı yazarken zorlandım. Mesela sekiz yıl şurada kaldı cümlesini kuramıyorsunuz. Çünkü yıl diye bir şey yok. İnsanoğlunun biriktirdiği bütün zihinsel verilerin tamamı bir avuç içi kadar bilgiden ibaret. Bugünkü bilgi ile biz Göbeklitepe’ye bakamayız ve bakmamamız da lazım.
Hatice Saka - Yeni Şafak