Boğaziçi'nin her iki yakasını süsleyen kimi ahşap, kimi kagir 600 yalıdan bugün sadece 150'si aslını korumayı başardı.
Henüz İstanbul Boğazı'nın her iki kıyısında yolların olmadığı, ulaşımın sadece sandallar ya da keçi yollarından sağlandığı dönemlerdi. İşte o yıllarda hanedan mensupları, ulemalar, paşazadeler, aristokratlar, Boğaz'ın her iki yakasını yaptırdıkları kimi ahşap, kimi kagir yalılarla süslemeye başladı.
"Paşa" lakaplı prensesler de oturdu yalılarda, amansız sanılan hastalıklara çare bulan hekimler de...
Ama o kadar uzun sürmedi Boğaz'ın nazlı sultanlarının saltanatı. Kimi doğum günü pastasını andıran, kimi perili olduğuna inanılan, en pahalı, en gösterişli, en büyük yalılar, öyle zaman geldi ki kömür deposu oldu, tütün deposu oldu, marangozhane oldu... Kimiyse yandı, hem de defalarca...
Kiminin son sahipleri, nazenin yapının asırlık geçmişini hiçe saydı. Günün ihtiyaçlarını karşılamak için hiç yakışmayan giysiler giydirdi yalılara.
Hiç olmadı, bir yük gemisi geldi, hançer gibi saplandı nazenin yalının yüreğine...
- Tarihi yalılardan 150 kadarı aslını koruyor
AA muhabirine İstanbul Boğazı'nı süsleyen tarihi yalıların hüzünlü hikayelerini anlatan Sanat Tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, bir binanın "yalı" olarak tanımlanması için, "penceresinden elinizi uzattığınızda parmak uçlarınızın suya değmesi gerektiğini" ifade etti.
Osmanlı Dönemi'nde ilk yalıların Eyüp ilçesindeki Bahariye sahilinde inşa edildiğini belirten Göncüoğlu, ardından yalı kültürünün yavaş yavaş Boğaziçi'ne doğru yayıldığını anlattı. Kanuni Sultan Süleyman dönemi öncesinde Boğaz'da yalı bulunmadığına dikkati çeken Göncüoğlu, o dönemdeki yalıların büyük bir kısmının, kazıklama sistemiyle denize doğru 2-3, bazen de 5 metre uzandığının altını çizdi.
Tarihteki yalıların pek çoğunun bugüne ulaşmadığına değinen Göncüoğlu, bugün Boğaz'ı süsleyen 600 yalıdan yaklaşık 150'sinin aslını korumayı başardığını kaydetti.
Bu nazenin yapıların çoğunlukla ahşaptan yapıldığını dile getiren Göncüoğlu, şöyle konuştu:
"Maksimum üç katlıdır yalılar. Bu yalıların yanında veya altında muhakkak bir kayıkhanesi vardır ki İstanbul'da, Boğaziçi'ndeki ulaşım 1926-1927 yıllarından itibaren başlar. Bu yollar 1935'de genişletilir. Bundan önce karadan ulaşım keçi yolu şeklindeydi ve ulaşım ağırlıklı olarak deniz yoluyla sağlanırdı. Kayıkhanenin bulunduğu seviye, bodrum kat seviyesi, birinci kat, ikinci kat dışarıya doğruda cumbalarla çıkılırdı. Bu yalıların arkalarında muhakkak bir köşkleri vardı. Ağustos 15'ten itibaren İstanbul'un rüzgarı dönmeye başladığında yalıda yaşayanlar köşklere çekilirlerdi. Kasım ayından itibaren de zemheri soğuklarıyla yavaş yavaş İstanbul'a, Suriçi'ne dönüşler başlardı."
Yalıların bakımları zahmetli ve maliyetli
Göncüoğlu, yalıların sahiplerinin hanedan mensupları, ulemalar, paşazadeler ve aristokratlar olduğunu belirterek, "Bugün bile baktığımızda, herkesin oturabileceği bir yapı değil bunlar." dedi.
Yalıların bakımının da çok zor olduğuna işaret eden Göncüoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yalıların bakımı oldukça zordur. Baharla beraber mart yumurtaları ve kargaların getirdiği parçalar olukları tıkar. Bu yüzden kiremitlerin elden geçmesi gerekir. Rutubet ciddi boyuttadır. Bugün bile kagir yapılarda tuzlu suyun verdiği ciddi bir tahribat vardır. O tahribat taş yapıları ciddi boyutta yıpratır, bir de ahşap yapıların çürüme oranlarını düşünün... Dönemin en korkulu rüyalarından biri de İstanbul lodosları. O dalgaların yalılarda yol açtığı yıpranmalar... Kayıkhaneleri su basması, birinci katları yüksek dalgaların parçalaması, bütün bunlara baktığımızda yalı kendi içinde her yüzyıl bakımı maliyetli ve iktisadi güç isteyen bir yapı. O yüzden de her gelir sahibinin sahip olabileceği yapılar değildir bunlar."
Tarihi Yarımada ve Boğaziçi'ndeki her yalı ayrı bir bakış açısı sunar
Boğaz'daki yalıların her birisinin kendine has karakteristik özellikleri olduğunu da anlatan Göncüoğlu, her bir yapının ustasının, o yalıyı güneş alma açısı, lodosu karşılaması gibi kriterlere göre inşa ettiğini dile getirdi.
İstanbul'da Tarihi Yarımada ve Boğaziçi'ndeki her yalının ayrı bir bakış açısı sunduğuna işaret eden Göncüoğlu, "Londra ya da Cambridge'de yapılar zinciri içerisinde sıkılırsınız bir süre sonra. Çünkü gidersiniz hepsi aynıdır. Ama Osmanlı mimarisindeki yapılarda bir yaşanılırlık vardır. Orada yaşayanın karakteri vardır." dedi.
Tarihi yalıların restorasyon ya da onarımlarının Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü tarafından denetlendiğini belirten Göncüooğlu, iş insanlarının destekleriyle yapılan restorasyon ve tadilatların oldukça başarılı olduğuna dikkati çekti.
- İstanbul Boğazı'nın bazı ünlü yalıları
AA muhabirinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ Yayınlarından çıkan, Mahmut Sami Şimşek'in yazdığı "İstanbul'un 100 Yalısı" adlı kitabından derlediği bilgilere göre, bazı yalılar ve hikayeleri şöyle:
Esma Sultan Yalısı; Günümüzde sadece iskeleti kalan Ortaköy'deki yalı, bir zamanlar gözleri kamaştıran büyüleyici bir güzelliğe sahipti. 1788 yılında Esma Sultan'a hediye edilen yalı, Mimar Sarkis Balyan tarafından yapıldı. Sultan 1. Abdülhamid'in kızı Esma Sultan, Osmanlı tarihinde yönetime kazan kaldıran yeniçeriler tarafından saltanata aday gösterilmiş tek kadın olma özelliğini taşıyordu. Şık giyinmesiyle ünlü olan Esma Sultan, sosyete dünyasının gözdesi, İstanbul modasının bir numaralı ismiydi. Şu anda turistik olarak işletilen yalı, önemli davet, düğün ve kutlamalara evsahipliği yapıyor.
Hatice Sultan Yalısı; Ortaköy sahilindeki yalı, Ali Saib Paşa'ya aitti. Paşanın vefatından sonra Sultan 2. Abdülhamid tarafından satın alınan yalı, 5. Murad'ın en büyük kızı Hatice Sultan'a düğün hediyesi olarak verildi. Hanedanın yurt dışına sürülmesinden sonra bir süre yetimhane ve ilkokul binası olarak kullanılan yalı, 1972 yılından beri Yüzme İhtisas Kulübü'ne ait.
Boğaziçi Köprüsü'nün ayakları çakılırken Hatice Sultan Yalısı'nın temelleri büyük zarar gördü ve yalı, denize doğru kaymaya başladı. Yalının ikiye bölünmek üzere olduğu ve kuzey yarısının denize yöneldiği fark edilince dört köşesine beton istinatlar yapılarak yalı yıkılmaktan ve yok olmaktan kurtarıldı. Şu anda 25 yıllığına otel olmak üzere kiraya verilen yalı, restore edilmeyi bekliyor.
Hatice Sultan Yalısı, günümüze kadar sağlam olarak gelebilen tek hanımsultan yalısı olma özelliğini taşıyor.
Muhsinzade Mehmed Paşa Yalısı; Sultan 3. Mustafa ve 1. Abdülhamid dönemlerinde sadrazam olan Muhsinzade Mehmed Paşa tarafından yaptırılan yalı, İstanbul Boğazı'nın en büyük yalılarından birisiydi. Yalı bir süre kömür deposu, bir vakit de kum deposu olarak kullanıldı. Tam karşısında yer alan, bir zamanlar kömür deposu olan Kuru Çeşme Adası gibi yalı da bugün turistik tesis olarak kullanılıyor.
Muhsinzade'nin Kuruçeşme'deki yaklaşık dört asırlık yalısı, 1940 yılına kadar ayakta kalabildi. 1980 yılında 22 varis, yalının arsasını sattı. 2006 yılında otel olan yalı, en küçüğü 80 metrekarelik 12 suit oda, açık ve kapalı yüzme havuzu ve kulüplerden oluşuyor.
Emine Valide Paşa Yalısı; Boğaziçi'nin en büyük yalılarından biri olan Emine Valide Paşa Yalısı, Osmanlı'nın görkemini günümüze kadar sırtında taşımış ihtişamlı bir sahil saray olma özelliği taşıyor. Şu anda Mısır Konsolososluğu olarak kullanılan sahil sarayın yerinde önceleri Sultan 1. Abdülhamid devri şeyhülislamı Dürrizade Mehmed Ataullah Efendi'nin yalısı bulunuyordu. 1781'de inşa edilen yalı, ikinci defa Sultan 2. Mahmud'un sadrazamlarından Rauf Paşa tarafından yaptırıldı. Daha sonra Sultan Abdülaziz'in sadrazamlarından Ali Paşa tarafından da yenilendi. Ali Paşa'nın ölümüyle Sultan 2. Abdülhamid Han yalıyı satın alarak Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa'nın annesi Hıdiva Emine Valide Paşa'ya hediye etti.
Prenses Emine Hanım, İstanbul'da "Valide Paşa" olarak bilinirdi ve paşa unvanını alan tek kadındı. Bu unvanı kendisine veren Sultan 2. Abdülhamid Han'dır. Yalı üçüncü defa Emine Valide Paşa tarafından mimar Raimondo D'Aronco'ya yaptırıldı. 48 odalı yalının rıhtımı 76 metre uzunluğunda.
Yılanlı Yalı; Sultan 3. Selim zamanında inşa edilen yalının ilk sahibi Tavukçu Reis lakaplı Reisülküttab Mustafa Efendi'ydi. Bir boğaz gezisi sırasında bu yalıyı çok beğenip satın almak isteyen Sultan 2. Mahmud, Musahip Said Efendi'ye yalının kime ait olduğunu sorar, yalıda gözü olan Musahip Said Efendi, "Sultanım o yalı yılan kayalıklarının üzerine yapılmış, bu yüzden sürekli yılan çıkmakta." diye söyler ve padişahı vazgeçirmiş. Bu yalandan sonra Musahip Said Efendi'nin de alamadığı yalının adı Yılanlı Yalı olarak kalır. 1964 yılı mayıs ayında çıkan yangında harem bölümü yanan yalının şu anda sadece selamlık kısmı ayakta. Yapının selamlık kısmının en üst katında bir de sakal-ı şerif odası bulunuyor. Yalı, 2001 yılında bir holding tarafından satın alındı.
Mısırlı Yusuf Ziya Paşa Yalısı; "Perili köşk" olarak da bilinen yalının sahibi, gemileriyle İtalya'dan Osmanlı'ya ticaret yapan, dönemin önemli tüccarlarından Yusuf Ziya Paşa'ydı. Paşa yalıyı Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa ile aralarındaki rekabete yorulabilecek bir nedenle Hıdiv Kasrı'ndan büyük olmasını istediği için 7 katlı kulesiyle birlikte 10 katlı yaptırmıştı.
Rumeli Hisarı'ndaki köşkün inşasına 1910 yılında başlandı. 1914 yılında 1. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla inşaatı yapan ustalar askere alındı, çalışmalar yarım kaldı. O esnada paşanın ticaret gemilerinden ikisi batınca Paşa maddi sıkıntıya düştü, hatta iflasın eşiğine geldi. Bu sebeple tamamlanamayan ve boş kalan ikinci ve üçüncü katlar yüzünden bina, çevrede "perili köşk" diye anılmaya başlandı. Daha sonra köşkün imarı, mimar ve ustalar değil, kalfalar tarafından tamamlandı. Hatta köşkün bulunduğu kayalığın taşları kırılıp tuğla yerine kullanıldı, bu sebeple köşkün iç yapısında düzgün bir işçilik de yoktu.
Hakkında öyle hikayeler uyduruldu ki tadilat ve tamirat esnasında dahi işçiler çok defa Paşa'nın karısının hayaletini gördüklerini iddia ettiler. 1926 yılında Mısır'da vefat eden Yusuf Ziya Paşa'nın vasiyeti gereği köşkün kulesindeki en üst katının taşları sökülerek Mısır'a götürüldü ve bu taşlardan Yusuf Ziya Paşa'nın mezarı yapıldı.
Paşa'nın vefatından sonra ailesi 1993 yılına kadar köşkte oturdu. Bu tarihte köşkü Basri Erdoğan satın alarak restorasyon çalışmalarına başladı. Ancak köşkün kullanılamaz durumda olduğu görülünce Anıtlar Kurulu'nun kararıyla ilk hali göz önüne alınarak yeniden yapıldı.
2002 yılında bir holding tarafından 25 yıllığına kiralanan köşkün dış görünüşü aynen muhafaza edildi, ancak içi tamamen değiştirilip modern bir şekilde dekore edildi.
Recaizade Mahmud Ekrem Yalısı; Recaizade Mahmud Ekrem Yalısı, üç kahverengi binadan oluşan çok hoş bir yalı. Recaizade Mahmud Ekrem, bu yalıyı Servet-i Fünun ekolünün karargahı haline getirdiğinden, yalı yirminci asrın başlarında "Yazarlar Yalısı" olarak bilinirdi. Yalıyı Şişe Cam Fabrikası'nın ustabaşılarından Pigeon'un yaptığı, Recaizade'nin de yalıyı Pigeon'dan satın aldığı belirtiliyor. Devrin en meşhur ve kıymetli edipleri onun yalısında toplanır, edebiyat meclisleri kurar, edebi sohbetler yaparlardı.
Afif Paşa Yalısı; Yeniköy sahiline Boğaz'dan bakıldığında soldan 6. sırada bulunan Afif Paşa Yalısı, İstanbul Boğazı'nın en pahalı ikinci yalısı olma özelliğini taşıyor. Doğum günü pastasına benzeyen süslü ve nazenin üslubuyla Boğaz'ın en görkemli ve gösterişli yalılarından biri olan Afif Paşa Yalısı, Halit Refiğ'in Aşk-ı Memnu'nun çekimlerine de ev sahipliği yapmıştı. Yalının şimdiki sahibi Suzan Sabancı Dinçer.
Doktor Hulusi Behçet Yalısı; Yeniköy'ün birbirinden zarif yapıları arasında gösterilen Doktor Huluçi Behçet Yalısı, yalıdan ziyade köşk modellerine benziyor. Çaycı İstapan Yalısı olarak da bilinen yalı, Behçet hastalığını bulan Doktor Hulusi Behçet'e aitti. Hulusi Behçet'in 1948'de vefatının ardından yalı 1991 yılında sanayici Necati Aslan'a satıldı.
Şehzade Burhaneddin Efendi Yalısı; Tozpembe rengi ve mimarisiyle sadece Rumeli sahillerinin değil, tüm Boğaz'ın en muhteşem, en göz alıcı yalısı. Sultan 2. Abdülhamid'in en sevdiği oğlu Şehzade Burhaneddin Efendi'ye ait olan yalı, dünyanın dördüncü, İstanbul Boğazı'nın ise en pahalı yalısı olma özelliğini taşıyor. Yalı, Kıbrıslı Yalısı'ndan sonra 60 metre ile Boğaz'ın en uzun rıhtıma sahip ikinci yalısı. 2015 yılında Katar Emiri Şeyh Temim tarafından satın alınan yalı, ikinci eşi Kraliçe Anoud'a hediye edildi. Yalının rıhtımı, 29 Mayıs 2009'da 10 bin grostonluk kereste yüklü geminin çarpmasıyla hasar gördü.
Said Halim Paşa Yalısı; Said Halim Paşa Yalısı, bahçesindeki iki aslan heykeli sebebiyle "Aslanlı Yalı" olarak da biliniyor. Suudi Arabistan Kralı Faysal'ın da kiracı olarak kaldığı yalı, bir dönem sadece yabancıların girebildiği bir kumarhane olarak da kullanıldı. Tarihi yapı daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından satın alınarak tadilattan geçirildi. Ancak tadilat sırasında çıkan bir yangın, tarihi yapıya zarar verdi. Yalı, 1998 yılında tamamen yenilendi. Bir dönem Başbakanlık yazlık konutu olarak da kullanılan yalının şu anda bahçesi, restoran ve odalarının bir bölümü müze olarak kullanılıyor.
Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı; Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün ayaklarının dibinde, Otağtepe'nin eteklerindeki kırmızı yalı, Boğaziçi'nin en gözde yalılarından birisiydi. Osmanlı'nın son hekimbaşısı Salih Efendi'nin ilk sahibi olduğu yalı, Boğaz'da ilk sahibinden beri aynı ailenin elinde kalan az sayıda yalıdan birisiydi. İçindeki eşyaların da Salih Efendi'den kaldığı yalı, 7 Nisan 2018'de Malta bayraklı "Vitaspirit" isimli yük gemisinin çarpması sonucu ağır hasar gördü.
Güç Gönel, Kerem Alperen Kaya, Arif Hüdaverdi Yaman, Lokman Akkaya- AA