Neolitik çağın gizemi en çok merak edilen konularından biri de kullanılan yapıların ve eşyaların bilinçli olarak toprağa gömülmesi. Eskişehir'in Seyitgazi İlçesi'nde Küllüoba Höyüğü'nde gerçekleştirilen kazılarda da bu geleneğin sürdüğünü gösteren bina kalıntılarına rastlandı. Kazı başkanı Prof. Dr. Murat Türkteki, Küllüoba kazılarından elde edilen önemli bulguları 6 başlık altına özetliyor...
Eskişehir'in Seyitgazi İlçesi'ndeki Küllüoba Höyüğü'nün Kazı Başkanı Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Türkteki'nin dünyada iu ana dek bilinen en eski ağrı kesicinin kullanıldığı tespit edilen kazılardaki bulguları özetledi.
Prof. Dr. Murat Türkteki'ye göre Eskişehir Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Küllüoba kazılarından elde edilen önemli bulgular şu başlıklar altında incelenebilir...
Batı Anadolu'da günümüzden 5 bin yıl öncesinde şehir olarak nitelendirilebilecek bir yerleşim tespit edilmiştir. Özellikle günümüzden 5 bin yıl öncesine tarihlenen yapıların bilinçli olarak gömüldüğü ve bu sayede yapıların korunduğu ortaya çıkmıştır. Dünyada bilinen en eski ağrı kesici kalıntıları (salisilik asit) ve bitkisel ilaç kullanımına ait kanıtlar bulunmuştur. MÖ 2450'den itibaren Eskişehir bölgesi üzerinden Suriye-Kilikya ve Mezopotamya ile Kuzeybatı Anadolu arasında gerçekleşen ticari ilişkileri gösteren çeşitli yağ-ilaç şişeleri ve metal eşyalar bulunmuştur. İlk Tunç Çağı'nın başlangıcına tarihlenen mezarlık alanının Batı Anadolu'da bilinen en erken yerleşim dışı mezarlık alanı olduğu belirlenmiştir. Mezarlıkta öldürülerek gömüldüğü saptanan iki birey ortaya çıkarılmıştır. Küllüoba'da ilk Tunç Çağı ortalarında kuraklık yaşandığı saptanmış ve buğday ve arpa yerine karaburçak gibi tarımsal ürünlerin ve koyun yerine keçi gibi hayvansal ürünlerin tercih edilmesiyle yerleşim kuraklığa uyum sağlamıştır.
YAPILARIN 5200 YIL ÖNCE GÖMÜLDÜĞÜ ANLAŞILDI
Geçen yıl yapılan kazı çalışmalarında, höyüğün batı kesiminde bulunan tüm yapıların steril bir toprakla gömüldüğü tespit edildi. Prof. Dr. Türkteki, bu yapıların neden gömüldüğünün henüz bilinmediğini belirtirken, yapıların MÖ 3200-3000 yıllarına tarihlendiğini ve dikdörtgen planlı olarak inşa edildiğini açıkladı. Bu yapıların dışa kapalı olduğunu ve yaklaşık 70 metre çapında bir alanı kapladığını ifade etti.
Henüz sadece bir yapının kazılabildiği belirtilirken, bu yapının iç mimari özelliklerinin korunduğu vurgulandı. Kazılar sırasında yapı içerisinden 36 metreküp steril toprak çıkarıldı ve yapıda herhangi bir açıklık bulunmadığı için kapının sağlam bir şekilde doldurulduğu ve ardından toprağın döküldüğü belirtildi. Prof. Dr. Türkteki, “Yapıda kapı dışında herhangi bir açıklık bulunmadığından kapı kısmı öncelikle sağlam bir şekilde doldurulmuş ve sonrasında toprak yukarıdan dökülmüştür. Burada bulunan her yapının aynı şekilde gömüldüğü düşünüldüğünde büyük bir iş gücünün burada kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu yapıların neden özellikle gömüldüğü henüz bilinmemektedir. Ancak bu gömme işlemi sayesinde yapıların duvarları neredeyse çatıya kadar diğer bir değişle yaklaşık 2.5 metre yüksekliğe kadar korunmuş hatta kapı boşlukları da saptanabilmiştir” dedi.
İLK TUNÇ ÇAĞINA AİT YERLEŞİM ALANLARI BULUNDU
Kazılar ayrıca, bölgedeki yerleşimin ilk aşamalarında şehirleşmenin ilk adımlarının atıldığını ortaya koydu. İlk Tunç Çağı'na ait olan yerleşimde hiyerarşik farklılıkların belirginleştiği ve yukarı ve aşağı şehir kavramlarının oluştuğu tespit edildi. Ayrıca Prof. Dr. Türkteki, “Bu dönemde şehir büyümüş ve artık hiyerarşik farklılığa da belirgin bir şekilde işaret eden yukarı ve aşağı şehir kavramı oluşmuştur. Buna göre yukarı şehirde bir tanesi şehrin yönetimini elinde bulunduran kişi ve ailesinin konutu olarak kullandığı büyük yapı diğeri ise ürün dağıtımı ve idari kararların alındığı kamusal yapı olmak üzere iki yapı saptanmıştır. Yukarı şehrin etrafı yüksek duvarlarla çevrilerek sembolik olarak aşağı şehirden ayrıştırılmak istenmiştir. Aşağı şehirde ise bugüne kadar konut yapıları ve bu konutların kullandığı avlular ortaya çıkarılmıştır.” ifadelerini kullandı.
5 BİN YILLIK 120'DEN FAZLA MEZARDA FARKLI GÖMÜ UYGULAMALARI ORTAYA ÇIKTI
Ayrıca günümüzden 5000 yıl öncesine ait 120'den fazla mezara da rastlandı ve ölü gömme geleneklerindeki farklılıkların farklı kültürlerin etkileşimiyle ilişkilendirildiği belirtildi.
Kazılar sırasında ayrıca, 4 bin 500 yıl öncesine ait içinde ağrı kesici ilaç bulunduğu belirlenen kaplar da ele geçirildiğini söyleyen Türkteki şu ifadeleri kullandı: “Gömü gelenekleri içinde çömlek mezarın yaygın olduğu görülüyor. Taş sanduka denilen mezar tiplerine de az olmakla birlikte rastladık. Bulunan iskeletlerden yola çıkarsak, 5000 yıl önce buradaki insanların ortalama 35-40 yaşlarına kadar yaşayabildiği görülüyor. Burada özellikle bir taş sanduka mezarda iki kişi başlarına aldıkları darbe nedeniyle öldürülmüş ve gömülmüştür. Çömlek mezarlardan birinin üzerinde yer alan el kabartması daha önce bilinmeyen ünik bir kap olup, gömülerin neden özellikle çömlek içerisine yapıldığının anlaşılmasını sağlamıştır.
Söz konusu form adeta anne karnını simgeleyecek şekilde ellerin karın kısmını vurguladığı, içerisine 3-5 yaş arasında bir çocuğun yerleştirildiği ilgi çekici bir örnektir. Dizleri karnına çekilmiş bir şekilde, cenin pozisyonunda gömülen çocuk iskeletlerinin bazılarında ‘ölü hediyesi’ dediğimiz bulgulara da rastladık. Burada hem yerleşme hem de mezarlık alanında toplumsal bir hiyerarşi söz konusudur.
Özellikle Küllüoba’da bulunan bazı kaplar üzerinde biyokimyasal analizler gerçekleştirilmiştir. Bu kaplardan birinin içerisinde zeytinyağı ve bitkisel bazı ilaçlarla ilgili kanıtlar ele geçirilmiştir. Bugüne kadar dünyada bilinen en eski ağrı kesicinin kullanıldığına dair kalıntılar da yine bu analizler sonucunda saptanarak bilim dünyasına sunulmuş, basın aracılığı ile de tüm ilgililerle paylaşılmıştır. Söğüt ağacı kabuğundan elde edilen salisilik asit bugün kullanılan pek çok ağrı kesicinin de hammaddesidir”
KURAKLIKLA BAŞA ÇIKMA YÖNTEMLERİ KULLANILDIĞI ANLAŞILDI
Bölgede kuraklıkla başa çıkma yöntemlerinin açığa çıkması üzerine Prof. Dr. Murat Türkteki durumu “Küllüoba’da arkeobotani çalışmaları önemli sonuçlar vermiştir. Bu çalışmaların sonuçlarına göre Küllüoba’da MÖ 2600’lerde ortaya çıkan kuraklık sorununa çözüm son derece basittir. Yoğun tüketilen bitkilerden buğday ve arpa yerine kuraklığa dayanıklı karaburçak bu dönemde daha fazla kullanılmıştır. Bunlar içerisinde yangın geçirmiş bir yapı içerisinde ele geçirilen zarifeotu tohumu tıbbi ve aromatik olarak kullanıldığı bilenen bir türdür. Arkeozooloji çalışmaları sonucunda da yine bu dönemde koyun yerine keçinin tercih edildiği anlaşılmaktadır.” diye açıkladı.
Kaynak: eskisehir.net