Antropolog yazar Metin Özbek'in Sapiens’ten Önce İnsan Vardı kitabına dair sohbette, İnsan evrimi sanıldığından çok daha karmaşık bir görünüm sergiler. İnsan olarak biyolojik olduğu kadar kültürel açıdan da önemli değişimlerden geçerek bugünlere geldik, dedi.
Akademisyen, antropolog ve yazar Metin Özbek’in “Sapiens’ten Önce İnsan Vardı” isimli yeni kitabı geçtiğimiz günlerde İmge Kitabevi’nden çıktı. Özbek, insanlığın kadın atalarını odağına alarak basit ve duru bir dil ile anlattığı metin, tarihimizin bilinmeyen yönlerine ışık tutuyor. İnsanlığın beslenme alışkanlığını ve ritüellerini de masaya yatırdığı kitabında Özbek, “Bugün sofralarımızda evcilleştirilerek tüm doğallığından uzaklaştırılmış, hormon ve antibiyotiklere boğulmuş hayvanların etleri, çeşit çeşit tarım ilaçlarıyla yetiştirilmiş sebze ve meyveler yer almaktadır.” sözleriyle günümüz gıda sektörünün de değerlendirmesini kaleme alıyor.
İnsanlığın konargöçerliği bir kenara bırakarak yerleşikleşmesinin de kaleme alındığı kitap, okuru binyıllar öncesine götürüyor.
> Evvela sizi tanıyarak başlayalım: Kimdir Metin Özbek?
1948 yılında Çorum, Mecitözü’nde doğdum. Liseyi Çorum’da bitirdim. 1969 yılında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Antropoloji Bölümü’nden mezun oldum 1970 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın bursu ile alanımda doktora yapmak üzere Fransa’ya gittim. 1970-1976 yılları arasında Fosil İnsan Bilimi Enstitüsü’nde misafir araştırmacı olarak çalıştım. 1972 yılında Paris-7 Üniversitesi Biyolojik Antropoloji Bölümü’nden Biyoloji Bilimleri İhtisas Diploması’nı aldım. 1974 yılında aynı üniversitede doktor unvanını aldım. 1976 yılında Bordeaux şehrinde Bordeaux-I Üniversitesi’ne bağlı Antropoloji Bölümü’nde Devlet Doktorası unvanını aldım. 1976 yılında yurda dönerek kısa dönem askerlik hizmetinin ardından 1977 yılında Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde Dr. Asistan olarak göreve başladım. 1981 yılında doçent, 1988 yılında profesör oldum. 1993 yılında Bölüm Başkanı oldum ve bu görevi 2012 yılına kadar sürdürdüm. 1994-1997 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekan Yardımcılığı görevini üstlendim. 15 Ocak 2015 tarihinde ise emekli oldum.
Tarih öncesi diyetimizde etin yeri sadece yüzde 15-20 civarında idi.
> “Sapiens’ten Önce İnsan Vardı” isimli yeni kitabınız, diğer çalışmalarınızın aksine sadece kadın kahramanlar üzerinden aktarılıyor. Ve kitabı “Annelerimize” ithaf ediyorsunuz. Bu süreçten bahsetmek ister misiniz?
> Yaklaşık 3 milyon yıllık insanlık tarihini dikkate aldığımızda, bu uzun zaman diliminin neredeyse yüzde 99’unu içeren süre boyunca toplayıcılık dediğimiz temel geçim ekonomisinin, beslenme alışkanlığımızda belirleyici unsur olduğunu görürüz. Tarihöncesinde özellikle ilk 1 milyon yılda uzak atalarımızın ağırlıklı olarak vejetaryen tipi bir beslenme alışkanlığını sürdürdüğüne tanık oluyoruz. Tarihöncesi çağlarda çevresel koşullar sürekli olarak değişti; dünyamız buzul çağlarını ve kurak dönemleri yaşadı; buna bağlı olarak da atalarımız uzun süren açlık ve kıtlık dönemleriyle sık sık karşı karşıya geldiler. İşte bu tür acımasız iklim koşullarından yok olmadan geçerek bugünlere geldiysek bunun temelinde yatan çok önemli neden, besinlerimizi çeşitlendirmemiz ve her çeşit ortamda her tür besin kaynağından yararlanmasını bilmemiz oldu.
Son yapılan araştırmalara bakılırsa, atalarımızın her zaman sofrasında avlanarak elde ettiği besinlerden ziyade toplayarak sağladığı bitkisel ağırlıklı besinler yer almış. Tarih öncesi diyetimizde etin yeri sadece yüzde 15-20 civarında idi. Geri kalan önemli bir kısım bitkisel ağırlıklı besinlerden oluşuyordu. Bu besinlerin çevreden toplanması, yaşanılan mekân içinde gerekli ön işlemlerden geçirilerek pişirilmesi ve sofraya konması gibi temel işleri hep kadınlar üstlenmiştir. Bugün bile, birçok geleneksel yaşam biçimini sürdüren topluluklarda toplayarak elde edilen besinlerin oranı günlük diyet içerisinde yüzde 70’i bulur. Bu besinler de kadınlar tarafından elde edilir. Dolayısıyla, milyonlarca yıl süren tarihöncesinde kadınların, aile içerisinde, çocukların yetiştirilmesi de dâhil birçok görevleri üstlenmiş olmalarını göz önünde tutarak kitabımı “annelerimize” ithaf etmiş bulunuyorum.
> Kitabın, basit ve duru dili dikkati çekiyor. Genel, antropoloji üzerine yazılan kitapların okuru ürküttüğü düşünülür. Üsluba nasıl karar verdiniz?
> İnsan evrimi sanıldığından çok daha karmaşık bir görünüm sergiler. İnsan olarak biyolojik olduğu kadar kültürel açıdan da önemli değişimlerden geçerek bugünlere geldik. İnsan evrimini konu alan kitaplarda bu değişim süreçleri çoğunlukla bilimsel bir dil ve içerik içerisinde okurların ilgisine sunuldu. Şunu unutmayalım ki, hepimiz de geçmişimizi çok merak ediyoruz. Kendi geçmişimizi öğrenmeden de geleceğimizi kurgulamamızın hiçbir anlamı yoktur. İşte bu noktada, bizlere önemli görevler düşüyor; tarihöncesi atalarımızın yaşam biçimlerini oldukça sade bir anlatım içerisinde her kesimden insanın kolayca okuyup anlayabileceği tarzda kaleme alarak bu kitabımı hazırladım. Sonuçta ortaya bu kurmaca eser çıktı.
Kitapta, Lusi, Habilis, Erektus, Neandertal ve Sapiens Anaların üzerinden bir tarihi ve insanın yolculuğunu anlatıyorsunuz. Bu dört kadının ortak özellikleri neler sizce?
İnsanlık tarihinin yaklaşık 3 milyon yıl süren geçmişi içerisinde beş önemli kadın karakteriyle ön planda tuttuğum kahramanlar, bu zorlu hayat kavgasında bıkmadan usanmadan mücadele veren isimsiz analarımızı simgeleyen kişilerdir. İşte, başarılı bir evrim sürecinden geçerek bugünlere geldiysek bunu bir bakıma nice Lusi, Habilis, Erektus, Neandertal ve Sapiens hanımlara borçluyuz. Onlar olmasaydı bizler olmazdık.
Kitapta da konu edindiğiniz üzere, insanın yeni yaşam alanlarına ulaşmaya çalışması, sürekli göç halinde bulunmasının nesnel gerekçeleri nedir sizce?
Unutulmaması gerekir ki, insan soyunun yazgısını belirleyen uzun zaman diliminin hemen hemen yüzde 99’u konargöçer bir yaşam tarzı içinde geçti. Tarihöncesi çağlarda zaman zaman kendini gösteren köklü iklim değişiklikleri insanın yaşam alanlarını, yararlandığı besin kaynaklarını olumsuz yönde etkiledi.
Su kaynakları kurudu, av hayvanları azaldı, bitkisel besinler yok oldu. Böyle zamanlarda temel geçim ekonomisi avlanma ve toplayıcılığa dayalı olan atalarımız da, söz konusu kaynakları bulabilecekleri başka diyarlara göç etti. Devamlı yer değiştirdi. Biz ancak 11-12 bin yıl önce köylerimizi kurduk ve yerleşik yaşam tarzına geçtik.
> Beslenme alışkanlıklarını değerlendirdiğiniz bölümde, insanın bugününe dair de çok söylüyorsunuz aslında. Sizce insanın fiziksek olarak yaşam kalitesini belirleyen beslenme alışkanlığında geçmiş ile bugün arasındaki en temel farklar nelerdir?
> Beslenme alışkanlığımız uzun evrim tarihimiz içinde çok önemli değişmelere uğradı. Atalarımızın yaşadığı dönemlerde onların besinlerini oluşturan kaynaklar hep doğaldı. Topladıkları bitkisel besinler en temiz ortamlarda yetişiyor, en temiz sularda hayat buluyordu. Hava, su ve toprak kirlenmesi diye bir şey söz konusu değildi.
Tarihöncesi atalarımızın besinleri de beslenme alışkanlıkları da bizimkilerden çok farklıydı. Doğal ortamlarda özgürce dolaşan yaban hayvanları atalarımızın et ihtiyacını karşılıyordu. İşlenmiş gıdalar yoktu; her besin doğal haliyle tüketiliyordu. Bugün ise sofralarımızda evcilleştirilerek tüm doğallığından uzaklaştırılmış, hormon ve antibiyotiklere boğulmuş hayvanların etleri, çeşit çeşit tarım ilaçlarıyla yetiştirilmiş sebze ve meyveler yer almaktadır.
İnsan, birdenbire insan haline gelmemiştir;
İnsanın özüne ve varoluşuna dair soruları, bilincin devreye girmesiyle her daim sorulageldi. İnsanın, kendine dair merakının hiç tükenmemesini sebebini bir antropolog olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Atalarımız bugünkünden çok daha çetin iklim koşulları altında, her türlü vahşi hayvanın tehlike yarattığı ortamlarda, sahip olduğu en basit kültürel araç-gereçleri kullanarak hayatta kalmayı başarabilmiştir. Atalarımıza ait elde ettiğimiz her veri, hayatta kalma mücadeleleri ile ilgili çarpıcı ayrıntıları ortaya çıkarmaktadır. Gizemli geçmişleri, devamlı değişen çevre koşullarına uyum sağlayarak soylarını nasıl devam ettirdikleri günümüzde herkesin ilgisini çekmektedir.
İnsan, birdenbire insan haline gelmemiştir; ilk atalarımızın, yani habilislerin beyin irilikleri ortalama 650 cm3 civarında idi. Oysa günümüzde ortalama bin 350- bin 400 cm3’e ulaşan bir beynimiz var. 2 milyon yıl içinde beynimiz yüzde 100’lük bir artış kaydetti. Canlılar dünyasında bu, benzeri olmayan bir evrimdir. Bu önemli nörolojik değişim bizi en basit bir el baltası yapımından en karmaşık bir elektronik alet yapımına getirdi. Bunun dışında önemli anatomik dönüşümler gerçekleştirdik. Modern anatomik yapıya kavuşmamız uzun bir evrim sürecinin sonunda oldu; dolayısıyla nereden nereye geldiğimiz gün gibi ortadadır.
> Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?
> Beslenmemizin evrimimiz üzerinde nasıl bir etki uyandırdığına dair bir çalışma ortaya koymayı düşünüyorum. Yeni çalışmamın ismi de “Beslenme ve İnsan Evrimi” olacak. Ayrıca, “Bir Neolitik Köy Masalı” adlı ufak bir çalışmam bitmiş durumda. Bunu da Sapiens kitabımın ikinci baskısı olursa, oraya ekleyeceğim. O kurmaca çalışmam içerisinde de insanlık tarihine damga vurmuş, yeni bir geçim ekonomisinin ortaya çıkmasında rol oynayan çiftçi ve çoban analarımız bulunmakta. Onların hikâyesi de en az diğerlerininki kadar ilginç ve heyecan verici sayılır.
Soner Sert - Gazeteduvar.com.tr