İstanbul Fatih ilçesindeki Nuruosmaniye Camisinin altında bulunan ve bugüne dek sarnıç olduğu sanılan yapının aslında inşaat sırasında sulak zemini sağlamlaştırmak için inşa edilen su tahliye amaçlı bir altyapı sitemi olduğu ve sistem sayesinde mimari eserin yaklaşık 270 yıldır ayakta durduğu belirtildi.
İstanbul'un yedi tepesinden birinde bulunan Fatih'teki Nuruosmaniye Camisi,, yaklaşık 270 yıl önce bölge halkının isteği üzerine külliye olarak inşa edildi. İnşa sürecinde caminin eğimli zeminini sağlamlaştırmak için yapılan Nuruosmaniye'nin altyapısı, cami altında biriken suyun Haliç'e dökülmesini sağladı. Altyapı kapsamında yer alan kuyu ise halen biriken suyun dışarıya tahliye edilmesi görevini sürdürüyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğünce tarihi yapıda yapılan çalışmalara kadar atıl durumda kalan altyapı, camiyle restore edildi. Restorasyon çalışmalarının ardından caminin zeminini güçlü tutmaya devam eden altyapı sayesinde burası sanatsal etkinliklere ve sergilere ev sahipliği yapmaya başladı.
Neden Nuruosmaniye adı verildi?
Arkeolog Murat Sav, Nuruosmaniye'nin inşaatının 1749 yılında Sultan Birinci Mahmut döneminde başladığını ifade eden Sav, sultanın vefatının ardından tahta geçen Üçüncü Osman döneminde 1755 yılında tamamlanan yapının bu nedenle "Nuruosmaniye" adını aldığını anlattı.
Sav, caminin Osmanlı tarihinde mimarlık açısından özel durumu olduğunu belirterek, barok üslup batıda ve özellikle İtalya'da kullanılsa da Nuruosmaniye'nin, Osmanlı'nın kendi yorumuyla değer kattığı ve barok üslupla inşa ettiği en önemli ilk yapı denilebileceğini kaydetti.
Katip Ahmet Efendi inşaatın tüm süreçlerini kayda geçmiş
Vakıflar Genel Müdürlüğünce cami ve altyapısında restorasyon yapıldığını dile getiren Sav, "Aynı zamanda burası Vakıflar Genel Müdürlüğünün mülkü. Çünkü bir vakfiyeye dayalı olarak inşa edildi. Haliyle yaklaşık olarak 260-270 yaşlarında. Tabii burası için özel önem arz eden bazı mühendislik detayları da var. Buranın inşaatına dönük bilgileri dönemin bir kaynağından elde ediyoruz. Öyle ki sadece bu külliyenin inşaatı için görevlendirilmiş bir katip var, Ahmet Efendi. Onun yazmış olduğu güzel de bir risale vardır. Bütün teknik detayları o risalesinde anlatıyor." diye konuştu.
Arkeolog Sav, bu risalede Nuruosmaniye'nin altyapısının anlatıldığına dikkati çekerek, caminin yerinde zamanında Fatma Hatun Mescidi adıyla küçük bir dini yapı olduğunu, onarılmaya ihtiyacının bulunduğunu, çevre halkının burada büyük bir cami talebiyle Sultan Mahmut'a başvurduğunu söyledi.
Sav, inşaata başlandığında zemin su seviyesinin tespiti için bugünkü avlunun ortasına bir kılavuz kuyu kazıldığını, yaklaşık 17 metre derinliğe inildiğini ve suyun yaklaşık 1,5 metre içinde sert zemine gelecek şekilde, 2 metre 60 santimetre ebadında ahşap kazıkların çakıldığını anlattı.
Günümüzde de kuyu vasıtasıyla biriken sular tahliye ediliyor
Altyapının Osmanlı döneminde radye temelin uygulandığını aktaran Sav, şöyle devam etti: "Ne yazık ki pek çok noktada, pek çok yerde bu altyapı bir sarnıç olarak tarif ediliyor. Yani buranın görevi küçültülüyor. Aslında zaten burası sarnıç değil. Çok net bir ifadeyle bunu söyleyebiliriz. Hatta zemin suyunun rahatlıkla tasfiye edilmesi, buraya dışarıdan yağmur suları veya herhangi bir yerden sızacak suların tahliye edilmesi için de şu an konuşma yaptığımız yerin yanına da derin bir kuyu açılmış. Bu kuyu vasıtasıyla da buradaki sular tahliye ediliyor."
Sav, eski kaynaklardan öğrendiklerine göre Mahmutpaşa Hamamı'nın karşısındaki, üç yüzlü, kurnalı "Acı Çeşme" adıyla bilinen yapıya buradan çıkarılan suyun temizlik yapılması için aktarıldığını vurgulayarak, su tahliyelerinin hep eğim istikametinde Haliç veya ters yöndeyse Marmara Denizi'ne verildiğini, su dağıtım yönteminin de bu şekliyle programlandığını kaydetti.
Yapının bulunduğu arazinin eğimli olduğunun altını çizen Sav, "Bu eğimli araziye büyük bir yapı kompleksini oturtacak şekilde teraslama için ister istemez böylesine bir altyapıya ihtiyaç var. Bu, çok eski yıllardan beridir uygulanan bir yöntemdir. Fakat burada abidevi ve su tahliyesini sağlayacak şekilde, o dönem için teknolojisi adına son derece güzel bir yapı inşa edildi. Hem camiyi abidevi bir şekilde göstermesi hem suların tahliyesi açısından önemli bir detay olarak karşımıza çıkıyor." ifadelerini kullandı.
Arkeolog Sav, cami ve altyapıda yürütülen restorasyon çalışmalarıyla ilgili şunları söyledi:
"Burası restorasyon esnasında içerisi çok uzun yıllar çeşitli moloz atıklarıyla kaplandığından dolayı tahliye edildi. Tahliye edildikten sonra bu haliyle ilk defa ortaya çıkarılmış oldu. Sonra da zaman zaman çeşitli sergilerde, bienallerde değerlendirilmeye başlandı. Ve bu yönüyle de son derece ilgi çeken bir yer haline geldi. Tabii ki Vakıfların da bu yönde eğiliminin olmasından dolayı son derece önemli bir hal aldı. Özellikle Vakıflar Genel Müdürü Sayın Sinan Aksu da tarihi mekanlar, eski eserler konusunda ciddi bir vizyona sahip."
Sav, açılışı sırasında bina nazırı Derviş Efendi, bina emini Ali Ağa ve Simon kalfaya hilatlar giydirilerek, törende çeşitli ödüller verildiğini anlattı.
Osmanlı'nın kendi ülke sınırları içinde yer alan, inşaatlarda kullanabileceği, önem arz eden yapı malzemelerini başkente taşıdığını aktaran Sav, bu nedenle caminin avlusunda Bergama'da kullanılmayan bir kiliseden getirilen pembe granit sütunların bulunduğunu, Mısır'dan çıkarılan bir mermer cinsinin de avluda kullanıldığını sözlerine ekledi.