Paleolitik sanatı inceleyenlerin gözüne çarpan ilk unsurlardan biri tutarlılıktır.... Resimler belki de belli bir alfabesi olan ve geçmiş hikayelerin anlatıldığı gizli yazıtlardı.
Üst Paleolitik Dönem Mağara Sanatı
Kimileri için izlenmesi tutkuya dönüşmüş bir sanat, kimileri için ise arkasında derin anlamları olan ve birçok şeyi anlatan mitoloji.
19. yy itibariyle keşfedilmeye başlanan mağara sanatı dönemin prehistoryenlerini bile hayrete düşürmüş, tarihi konusunda uzun bir süre netlik koyulamayıp paleolitik insan tarafından icra edilmiş olmasına kuşku ile bakılmıştır.
‘’1879’da bulunmuş Altamira mağarasını düşünün. O dönemde sabit bir prehistorik sanatın varlığını yeni kabul etmiştik.’’ (Clottes 2006: 59)
Bir süreliğine kuşkuya neden olan mağara resimleri daha sonra paleolitik avcı-toplayıcı yaşamın imgesel karşılığı olan bir sanat olarak kabul edilmiştir.
Zaman olarak günümüzden önce 30 bin ile 10 bin yıl arasına, coğrafya olarak da Avrupa, Alp-Himalaya kuşağının batı silsilesi dahilindeki Asya ile sınırlandırılan mağara sanatı bugüne kadar hakkında birçok teorinin yapılmasına neden olmuştur.
Fransa, Dordogne’daki Lascaux Mağarası, Boğalar Salonu
Sıraladığımız yer ve zamana yayılan Üst Paleolitik Mağara Sanatı kimi araştırmacıların da kabul ettiği bir takım ortak özellikleri barındırır. Bunlar arasında, işlenen figürlerin birkaç ünik örneği dışında kalan ve genel tipolojiyi barındıran özellikler ön plandadır.
‘’Bütün bu uzun zaman boyunca, yani günümüzden önce 35.000’den 10.000’e teknik açıdan ve de örneklerle müthiş bir bütünlük var.’’ (Clottes 2006: 65)
Art arda gelen keşiflerle mağara sanatının belli coğrafyalarda yoğunlaştığı gözle görülür bir hal alıyordu. Kuşkusuz bu, insan toplulukları arasındaki yaşam farklılıklarının ötesinde coğrafi şekillerinde etkili olduğu bir dağılımdı.
‘’Resim içeren mağaraların en yoğun olarak bulunduğu bölgeler son buzul çağının güney eteklerinde yer alan Orta ve Kuzey İspanya, Güney Fransa, Kuzey İtalya, Ural Dağları ve Doğu Avrupa’ya uzanıyor.’’ (Tanyol 2000: 131)
Coğrafya sadece mağara sanatının dağılımında değil çağdaş kültürler arasındaki farklılıklarda da rol oynamıştır.
‘’Doğu Avrupa’da Gravettien kültürünün Avrupa’nın batısından en önemli farkı, burada doğal olarak mağara bulunmadığı için, açık hava yerleşmelerinin sayısının daha fazla olması ve bu açık hava yerleşmelerinde kulube tipi yapıların bulunmasıdır.’’ (Dinçer 2003: Doğu Avrupa’da Üst Paleolitik Çağ, paleoberkay.cjb.net)
Şimdiye kadar keşfedilen mağaraların bir bütünlük dahilindeki nitel farklılıkları ve nicel büyüklükleri de göz ardı edilmemelidir. Adeta her biri farklı bir yaşamı, anlayışı ve yorumlamayı anlatan mağaralar geçmişte kalmış kültürlerin imge depoları gibidirler.
‘’Şimdiye değin Avrupa’da 200’den fazla resimli mağara ve 10binin üzerinde –taşınabilir sanat diye adlandırılan- süslemeli nesne ortaya çıkarılmıştır.’’ (Lewin 2004: 180)
Kuzey İspanya, Güney Fransa gibi coğrafyalarda mağara yoğunluğu artar
Mağara Resimlerine Genel Bir Bakış
Altamira’da, Lascaux’da Homo Sapiens’in bilinen ilk soyut düşüncelerini görebilmekteyiz. İnsan betimine neredeyse hiç rastlanmayan resimler, sahibinin takdir toplayacağı yani herkesin görebileceği bir mekan yerine daha çok mağaranın ulaşımı güç, izbe mekanlarına yapılıyordu. ‘’El resimleri ve bazı fantastik resimlerdeki hayvan-insan karışımı figürler bir yana bırakılırsa ana tema yalnızca av hayvanlarıdır.’’ (Tanyol 2000: 132)
Besin ekonomilerinde çok fazla yer kaplamayan (at, bizon gibi) hayvanların oluşturduğu sahneler çoğunlukta idi. İnsan yerine hayvanlarla oluşturulan sahneler, avcı-toplayıcı topluluklarının antropomorfik bir düşünce yapısına sahip olduğuna yani doğayı sosyal terimlerle düşündüğüne kanıt oluşturabilir. Aslına bakılırsa antropomorfik düşünce yapısı günümüz insanında da mevcuttur. Sokağımızda ya da okulumuzda gördüğümüz bir hayvana insan adı vermek ve onla olan ilişkilerimize insani duygu, amaç ve maksatlar yakıştırmak sırf bu yüzdendir. ‘’Paleolitik sanata ait ilk eserler, antropomorfizmin 40 000 yıl önceki kültürel patlamaya kadar uzandığını göstermektedir.’’ (Mithen 1999: 190)
Belli bir perspektifin olmadığı sahnelerde önemli bir unsur figürlerin statik olmayışıdır. ‘’Daha da önemlisi belki resimlerdeki av hayvanlarının hareket halinde oldukları göze çarpar. Bacakların duruşu, beden çizgileri, ya da başın dönük biçimi bize bunu gösterir, öyle ki en erken resimlerde bile bu hareket duygusu son derce açıktır.’’ (Tanyol 2000: 131)
Resimlerde belli bir çeşitlilikle yerini alan renkler adeta bir armoni oluşturmaktadır. Kırmızı gibi bazı renklerin hakim olduğu boyalar Paleolitik insan tarafından bitkisel ve mineral maddelerden elde ediliyordu. ‘’Boya yapımında kullanılan maddeler (pigmentler) ve mineral dolgu maddeleri, Üst Paleolitik insanlarca özenle seçilerek, özel bir karışım oluşturmak üzere 5-10 mikrona dek inceltiliyordu. Siyah boya, tahmin edilmiş olduğu gibi, odunkömürü ve manganez dioksitti.’’ (Lewin 2004: Düşlem Ürünü Boyalar)
Boya elde etmek içinde belli bir bilgi birikimi gerekiyordu. Bu işe belli bir vakit ayıran bireyin, hangi rengin hangi maddeden elde edildiğini, o maddelere doğada nasıl ulaşabileceğini ve daha birçok ayrıntıya hakim olması gerekmekte idi. Mağara resimlerinin hammaddesi olan boyaya ulaşmak olsun, resimlerin duvarlardaki yerini almasını sağlamak olsun, hepsi belli bir zaman ve çaba ile oluşuyordu. ‘’Yapılmaları bir hayli zaman almış olan bu resim ve heykellerin yapımları sırasında, toplumun diğer bireylerinin bu ‘’sanatçıları’’ beslemiş olması gerekir. Bu nedenle de, sanat ile doğrudan ilgili olan bu kişileri saptanabilen ilk uzmanlar olarak kabul etmek doğru olur.’’ (Arsebük 1995: 103)
Resimlerdeki boyutsallık, sahnelerdeki hareketlilik insan evrimi açısından Üst Paleolitik insan topluluğunun nerelerde olduğunu bize göstermektedir. Tıpkı alet yapımında olduğu gibi yüksek bir el-göz-beyin koordinasyonunu gerektiren resimlerin belli bir ikonografi ile yapılması toplum yada hakim olan düşünüş biçiminin resimleri yapan kişilere getirdiği belli kuralların olduğunu düşünmemize neden olmaktadır. ‘’Gerçekten, Paleolitik sanatı inceleyen bir kimsenin gözüne çarpan ilk unsurlardan biri tutarlılıktır. Mağara duvarına olsun, fildişine, geyik boynuzuna, kemiğe ve taşa olsun, pek çok çeşitli biçimlerde yapılmış resim, oyma ve heykellerde, paleolitik sanatçıların benzer davranışlarla, aynı tür hayvanları betimlemeyi yineleyip durmuşlardır.’’ (Lewin 2004: 186)
Resimler Niçin Yapıldı? Büyü, Ayin, Mit yahut Başka Birşey?
İzleyenleri çok farklı şekilde etkileyen bu resimler hangi dürtülerle yapılmıştı, resimlerin topluluk içi organizasyonda bir işlevi var mıydı?
Yaşamının büyük bir bölümünü mağara duvar sanatını inceleyerek geçiren Rahip Henry Breuil’e göre resimler sosyal yaşantının ilerlemesinde ya da farklı bir deyişle topluluğun belli bir işe ya da amaca yönlendirmede işlev sahibiydi. Ona göre canlandırılan sahnelerdeki hayvanlar tıpkı günümüz voodoo ayinlerinde olduğu gibi sembolik olarak güçten düşürülüyordu. Böylelikle topluluktaki avcılar kutsanıyor ve belki de daha önemlisi motive oluyorlardı. İlk bakışta mantıklı gelen bu teorinin bir takım açmazları var. ‘’Mağaralardaki betimlemelerin çoğunlukla, o insanlarca eti yenmeyen hayvanlara ait oluşu, av büyüsü varsayımı için bir sorun oluşturuyordu.’’ (Lewin 2004: 187)
Besin ekonomilerinde pek fazla yer tutmayan at, bizon vb hayvanlar betimlemelerin büyük çoğunluğunu oluşturuyordu. Halbuki Breuil’in teorisi doğru olsaydı resimlerde sıkça ren geyiği ve mamut görecektik. Prehistorik insan için sembolizmin sosyal hayata direk yardımcı olması planlanan bir kurum ya da olgu olmadığı düşünülebilir.
Henri Breuil, Lascaux Mağarası’nın 1940’ta bulunuşundan kısa bir süre sonra orada inceleme yaparken görülüyor (sağ parmağıyla işaret eden)
Buzul çağı sona ermiş ve kimi bilim insanlarınca Neolitik Devrim diye nitelenen, insan yaşamını baştan sona değiştiren gelişmeler yaşanmıştı. Artık insanlar tam anlamıyla yerleşik bir düzene geçmişti. Üstelik Paleolitik çağda olduğu gibi avcı-toplayıcı bir yaşam yerine tarıma dayalı bir yaşam sürüyorlardı. Ancak Neolitik insan da yaşadığı yahut özel işlerini gördüğü (kült gibi) yapıların duvarına resimler yapmıştı. Bu resimlerin en dikkat çekici olanları Çatalhöyük’te bulunanlardır. Buradaki anlatımlarda da ortak nokta sembolizme yaşamlarını kolaylaştıracak veya sorunlarına şifa olacak bir misyonun yüklenmemesidir. ‘’Ortaya çıkartılan hayvan kemiklerinden, hiç kuşkusuz bura sakinlerinin, ekonomilerinde büyük rol oynayan evcilleştirilmiş boğa besledikleri anlaşılmıştır. Daha fazla şaşırtıcı olan ise, bu hayvanların da sembol dünyasında kendilerine bir yer bulamamış olmasıdır. Duvar resimlerindeki çok sayıdaki hayvan sahnesinde ise evcil boğa değil, tam aksine yaban öküzü (Auerochs), yani yabani boğa (Bos taurus primigenius –ç.n. resmedilmiştir.’’ (Schmidt 2007: 61) Bu anlatımların sempatik bir büyü ayininden çok daha farklı bir işlevi olduğunu düşünülebilir.
Mağara resimlerini inceleyen bir başka araştırmacı Jean Clottes’e göre de resimler dünyevi yetenekleri ve sezileri topluluktaki diğer insanlardan farklı olan ve bir şekilde din ya da başka bir örgütlenme şekli ile toplumu yönlendiren kişiler tarafından yapılıyordu. Analojik yaklaşımlarla bu kişinin prehistorik bir şaman olduğu görüşünü benimsemiştir.
Mağaraların yaygın kanının aksine insanların tüm zamanlarını geçirdikleri bir mekan olmaktan çok kimi zamanlarda bir takım özel işlerini yürüttükleri mekanlar olduğunu ileri sürmektedir. Bu özel işler de şaman varsayımı doğrultusunda kült ve ritüel özellikler taşır. Şaman resim sanatındaki hakimiyeti ile aynı zamanda bir sanatçıdır. Şaman çizimlerini resimden beklenilen şifa ile yapardı. Üst Paleolitik mağara sanatının bütünlüğü düşünüldüğünde sanatçı-şaman varsayımının tüm mağaralarda görülmesi gerekmekteydi. Ancak bir takım acemice yapılmış orantısız resimler hakim konumdaki sanatçı-şamanı sorgulamamıza neden olmaktadır. Clottes bunu şaman ve şamanın görevleri ile toplum arsındaki ilişkiye bağlıyor. ‘’Şamanın bazen, iyileşmek isteyen hastalar, başarı peşinde koşan avcılar, ruhlar dünyasıyla ilişkiye girmeye çabalayan kişilerle buraya geldiği düşünülebilir. Şaman bir bizon çiziyor, yanındaki birkaç çizgi ekliyor. Çocuklar belki de bazı törenlere katılıyorlar.’’ (Clottes 2006: 86) Resimlerde uzmanlaşmış bir sanatçı-şaman varlığını kabul etsek bile acaba bu şamanın misyonu daha farklı bir şey miydi? ‘’Geleneğin ideolojisini (inanç temellerini) simgelerini ve efsanelerini inceleyip değerlendiren Eliade’a göre, Şamanlık temelde veya özünde, doğaüstü bir olayı, duyguyu, zevki, doruğu, mutluluğu, cezbeyi, esenliği yaşama-yaşatma ve paylaşma tekniklerinin bütünüdür.’’ (Güvenç 2007: 90)
Mağara resimleri de insanlık tarihindeki birçok şey gibi belli bir birikimin ve sıçrayışın ürünüdür. Birikim Üst Paleolitik öncesi toplulukların, özellikle Neanderthal insanın ölü gömme geleneği ve soyut düşüncelerinden başlamakta ve Lascaux, Altamira gibi mağaralarda ise sıçrayış gerçekleşmekteydi. ‘’Ölü gömme geleneğinin ileriki aşamalarında ortaya çıkan gömü hediyeleri ise (Arsebük 1995: 89), ölü gömmenin Neandertaller için “işlevsel” olmasından çok, duygusal bir anlam taşıdığını kanıtlamaktadır (Lewin 1999: 232).’’ (Dinçer2002: Neanderthal Zekası, paleoberkaycjb.net)
Mağara resimlerinde olduğu gibi ölü gömmede de belli bir düşünüşün ve nihayetinde topluluğu yönlendiren bir törenin varlığı hissedilmektedir. ‘’Bu töre ve töreler, insan düşününün beklenmedik ve ekonomik olmayan yönlerde eyleme yöneldiğini kanıtlar. Ölüm dehşetiyle karşılaşınca, ilkel duyguları bu korkuya kapılmış ve bu hayvan görünümündeki yaratıklar düşsel düşünmeye başlamıştır.’’ (Childe 1936: 46) Bu düşünüş bireylerin her türlü hareketinde kendini göstermeye başlamış ve nihayetinde arkeolojik kazılarda elde edemeyeceğimiz soyut birikimleri meydana getirmiştir. Artık insan topluluklarının elinde bu korku, sorgulama ve daha birçok düşünce ile meydana gelmiş hikayeleri ve efsaneleri vardı.
Her türlü yaratıcılığın dış dünyada bir karşılığı bulunur, bir bakıma. Resimler belki de belli bir alfabesi olan ve geçmiş hikayelerin anlatıldığı gizli yazıtlardı.
‘’Yaşamının sonuna doğru Laming-Emperaire, kimi mağaralardaki süslemelerin, insanın kökenine ilişkin söylencelerin resimsel anlatımları olduğu görüşünü ileri sürmeye başlamıştı; ne yazık ki bu varsayımını daha fazla geliştirme olanağı bulamadan 1977’de öldü.’’ (Lewin 2004: 188)
Tarih ve geçmiş belleği ‘’ilkel’’ sayılabilecek insanda bile bir çeşit ihtiyaçtır. Günümüz avcı-toplayıcı topluluklarından olan Aborjinler yılın belli günlerinde atalarının yaptığı resimlerin altında buluşarak ayinler yaparlar. Gelecek kavramı olmayan ve düş zamanında yaşayan bu topluluğun geçmişe ait materyallere ihtiyacı olduğu kesindir. Bu görevi de resimler büyük ölçüde karşılar.
‘’Margaret Conkey’e göre, Altamira Mağarası, komşu grupların güzün bir araya geldikleri toplantı yeri olmuş olabilir.’’ (Lewin 2004:190)
Acaba prehistorik insan da günümüz avcıları gibi kendilerini bir arada tutan geçmişlerini görmek ve hafıza tazelemek için mi toplanıyorlard ?
‘’Bu tür mitlerin hiçbir zaman yeniden kurgulanmasının mümkün olmadığı -kaçınılmaz- tespitini yapmak cesaretimizi kırsa ve biraz slogansı kaçsa da, karşımızda ‘’kulisini’’ gördüğümüz, ama sahne bilgileri sonsuza kadar kaybolmuş ‘’büyük bir tiyatro’’ var, tek perdelik bir skeç değil.’’ (Schmidt 2007: 58-59)
Okan Sezer - Arkeoloji Gazetesi
KAYNAKÇAArsebük, G., 1995, İnsan ve Evrim, İstanbul, Ege Yayınları
Childe, G., 1936, Kendini Yaratan İnsan, İstanbul, Varlık Yayınları
Clottes, J., J.Guilaine, D. Simonnet, Langaney, A,2006, İnsanın En Güzel Tarihi, A. Çaykara (Çev.), İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Dinçer, B., 2003, Doğu Avrupa’da Üst Paleolitik Çağ, PALEOBERKAY.CJB.NET
Dinçer, B., 2002, Neanderthal Zekası, PALEOBERKAY.CJB.NET
Güvenç, B., 2007, Kültürün Abc’si, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları
Lewin, R., 2004, Modern İnsanın Kökeni, Nazım Özüaydın (Çev.), İstanbul, TÜBİTAK
Mithen, S., 1999, Aklın Tarihöncesi, İrem Kutluk (Çev.), Ankara, Dost Kitabevi Yayınları
Schmidt, K., 2007, Göbekli Tepe, Rüstem Aslan (Çev.), İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları
Tanyol, T., 2000, Mağara Resimlerini Okumak, İstanbul, Sanat Dünyamız YAPI KREDİ YAYINLARI