Dersin niteliği ile ilgili tek satır yazmayan yöneticiler, basit bir teknik iş olan yoklamayı putlaştırdılar. Öğrenciler, sanki üniversitelere, üniversel bilgileri öğrenmeye, bilgi üretme bilgisini öğrenmeye değil de, yoklama vermeye geliyorlar gibi bir hâl aldı.
Üniversiteler bir ara terör yuvası olmuş ve kamyon gelip 12 Eylül duvarına çarpmıştı.
1980-1996 arası üniversiteler ve akademisyenler, süt dökmüş kedi gibiydi. Âdetâ akademisyenlerin “ellerine vur, ekmeklerini al” vaziyeti vardı.
1996’da, 28 Şubata giden yollar, 10. Yıl Marşı ile kat edilirken, başta YÖK ve arkasında Üniversiteler Arası Kurul ve onların da arkasında rektörler, 10 Yıl Marşına uygun adım yürüdüler. Bildiriler, meydanlar, demeçler gırla gitti…
Bu 2002’de de devam etti. Ve ancak 2007’lerde falan dindi.
Tabii, diniş o diniş. Maşallah üniversitelerimiz 2007’den beri bu defa sus-pus. Süt dökmüş kedi gibi bile değil!... Öyle yönetimler var ki üniversitelerde, Ankara nezle olsa, taşradaki yöneticiler hapşırır. Ve işin en vahimi, Ankara’nın beklentilerini zerre miskal karşılamayan üniversitelerle dolu ortalık.
İşte 14 sene süren bir iktidar var. Terörlü devrin yarısı bu iktidar zamanında yaşandı. Hangi üniversite terör konusunda bir proje üretti?
****
Üniversiteler, şimdi nelerle mi uğraşıyor?
İşte uğraşılan konu:
Son zamanlarda üniversitelerde, anladığım kadarıyla, öğrencinin derse gelip gelmemesinin kontrolü sıklaştırılmış. YÖK bu konuda bir şeyler mi dedi bilmem ama birkaç üniversiteden arkadaşlarla konuştuğumda, onlarda da yoklamaya dikkat çekildiğini söylediler.
12 Eylül’den sonra, YÖK, her yarıyıl en az 2 sınav ve 1 de final sınavı koyarak, bilgi öğretmekten ziyade, bilgi ölçmeyi hedefleyen bir eğitim-öğretim çığırı açmıştı. (Tabii asıl amaç bilgiyi ölçmek falan değil, hocaların “anarşiklik yapma”larını önlemek için, hocaların başına sınav kâğıtlarını bela etmekti.) 3 hafta ders, hemen ara sınav; 3 hafta daha ders, hemen 2. Ara sınav… Sonra da final sınavı… Hocalar da öğrenciler de “sınav manyağı” olmuşlardı. Ve böylece de öğrenciler “terefist-anarşik” olamamışlar, hocalar da terefist/anarşik” yetiştirmeye vakit bulamamışlardı.
Şimdi, sınav manyaklığı, yerini “yoklama manyaklığı”na bıraktı. Bütün yetkililer, “Yoklama alınacaaak!...” diye yazı yazmışlar dönem başında. Biz zaten alıyorduk yoklamalarımızı ama böyle yazılar gelince işin suyu da çıkmaya başladı. Dersin niteliği ile ilgili tek satır yazmayan yöneticiler, basit bir teknik iş olan yoklamayı putlaştırdılar. Öğrenciler, sanki üniversitelere, üniversel bilgileri öğrenmeye, bilgi üretme bilgisini öğrenmeye değil de, yoklama vermeye geliyorlar gibi bir hâl aldı. (Düşünüyorum da, Ahmet Hamdi Tanpınar’a “Yoklama al hoca!...” denseydi, ne yapardı?) Mübarek yoklama “Namazıın içinden olan şartları”na benzedi ve “dersin içinden olan şartı” gibi oldu artık. (Dışından olan şartları, kütüphaneye gitmemek, kantinde oturmak, derse zamanında gelmemek ve hatta hiç gelmemek gibi şeyler….)
Bütün öğrenciler, bilgi için değil de yoklamaya imza atmak için üniversiteye geliyorlarmış gibi bir hava var ortalıkta.
Bunları gördükten sonra, acaba İbn Sina, Farabî, İbn Heysem, Molla Cezerî, Harezmî, El Câbir gibi dünya çapında bilim adamları, Platon gibi ekol şahsiyetler, derse devam ederken hiç yoklama imzalamışlar mıdır diye merak ediyor insan.
Hele hele Platon!... Bırak öğrenciliğindeki okulunu, kendi okulu vardı garibimin… Acaba Platon, kendi akademisinde ne tür bir yoklama uygulamıştır?
Hadi çağın modasına uyup çoktan seçmeli bir test sorusu haline getirelim bunu:
Soru: Platon akademisinde aşağıdakilerden hangi yoklamayı yapmıştır?
A) İmza attırma,
B) İsim okuma,
C) Elektronik aleti dırtlatlatma,
D) Göz kararı,
E) Parmak basma,
F) Hiçbiri
Gülmeyin…
Bu fakir, 2007-2008’lerde elektronik aleti dırtlattırarak ders yoklaması yaptı.
Derse giderken öğrenci işlerinden, polislerin üst yoklama aletine bezer bir alet alıyorsun ve kimliğini bu alete okutarak dersi açıyorsun. İlk 20 dakika içinde öğrenciler de kimliklerindeki kodları okutarak yoklamalarını yapmış oluyorlar.
Öğrenciler dırtlatmalarını yapıp yoklamayı bitirdikten sonra alet masamızda oluyor ve ben kafama estikçe kimliğimdeki kodu okutup dıt sesi çıkarttırarak muzipçe eğleniyordum. Daha sonra o uygulama kaldırıldı ve yapılan onca masraf boşa gitti… Tabii ki hesap soran falan olmadı… Şimdi o aletler hangi köşede kim bilir?!...
***
Yazıyı bitirmeden tekrar sorayım: Sizce rahmetli Platon, kapısında “Geometri bilmeyen giremez" yazılı olan o meşhuuur akademisinde gerçekten hangi yoklama türünü kullanmıştır?
Prof. Dr. Namık Açıkgöz