Taş devri mitleri ve gerçekler...
Halkın büyük çoğunluğu Taş Devri hakkında düşünürken, büyük olasılıkla gözlerinin önünde taş aletler kullanan yetişkin bir erkek ‘hominin’ (insansı) belirir. Bu görüntü gülünç derecede eksiktir. Yalnızca yetişkin erkeklerin taş aletler ürettiğini ve kullandığını, dahası bu eski insanların gündelik alet çantalarında bulunan yegâne aracın taş olduğunu varsayar.
Bu iki varsayım en iyi ihtimalle sorgulanabilir, en kötü ihtimalleyse de yalnızca hatalıdır.
Her şeyden önce, ham maddeler hakkındaki klişelere bir göz atalım. Kenya’da yapılan son keşifler, bilinen en eski taş aletlerin yaklaşık 3,3 milyon yaşında olabileceğini düşündürüyor. Çin’de yapılan diğer yeni keşiflerse, mesela taş baltaları keskinleştirmek için kullanılan kemik aletlerin yaklaşık 115 bin yıllık olabileceğini gösteriyor. Bu çalışmalardan yapacağımız mantıklı çıkarım, insansı atalarımızın kemik gibi bozulabilir malzemelerden imal edilen araçları yapmadan ve kullanmadan önce, yaklaşık 3 milyon yıl boyunca taş aletler üretmiş olabilecekleridir.
Buna karşın, insansıların 3 milyon yıldan uzunsüre boyunca sadece kemik, odun ve lif gibi bozulabilir malzemelerden ürettikleri aletlerden 30 kat daha uzun bir zaman ölçeğinde taş aletler ürettikleri doğru olabilir mi? Doğru olabilir ama durumun böyle olduğunu düşünmek mantığa aykırı düşüyor. Daha iyi bir açıklama, bozulabilir malzemelerin zamanla iyi korunmadığı gerçeğine dayanırken, taş aletler sonsuza dek iyi biçimde korunur.
Jürgensen Thomsen'ın üç çağ sistemi
Korunma oranlarındaki bu farklılık, tarih öncesi geçmişe ilişkin bilimsel anlayışımızı uzun zamandır etkilese de daha iyisini yapamıyor.
Danimarkalı arkeolog ve küratör Christian Jürgensen Thomsen, 1830’lu yıllarda “üç çağ sistemini” oluşturdu. Bu yorumsal çerçeve dahilinde Thomsen, (anladığı kadarıyla) insanlık tarihini Kuzey Avrupa’daki arkeolojik alanlarda bulduğu araç türleri doğrultusunda böldü.
Thomsen, incelemelerine yol gösterecek (radyokarbon testi ya da ağaç halkası araştırması gibi) mutlak tarihlendirme tekniklerine sahip değildi; bunun yerine, ‘üst üste binme’ kuralını kullandı; bu kural, arkeolojik bir bölgede bulunan en eski malzemenin, herhangi bir itiraza yol açmaksızın, en derin noktada gömülü olduğunu söylemenin süslü bir yoluydu. Daha iyi anlayabilmek için, ofisinizdeki çöp tenekesini düşünün: Haftanın sonuna geldiğinizde, pazartesiden kalan çöpler en altta, çarşambadan kalanlar ortada ve cumadan kalan çöpler en üstte olacaktır.
Thomsen, tamamını her dönemde rastlanan en yaygın araçlara dayanarak kurduğu sistemdeki en eski dönemi ‘Taş Devri’, bir sonraki en eski dönemi ‘Tunç Çağı’ ve son dönemi ‘Demir Çağı’ diye adlandırdı.
Moğolistan Ulusal Tarih Müzesi’ndeki canlandırmada görüldüğü üzere, Taş Devri insansıları muhtemelen alet yapımında tahta ve diğer malzemeleri de kullandılar. Telif: Nathan McCord / Wikimedia Commons.
Yaklaşık 30 yıl sonrasında, İngiliz bilgini Sir John Lubbock, Thomsen’in sistemini Paleolitik (Eski Taş Devri) ve Neolitik (Yeni Taş Devri) terimlerini içerecek şekilde güncelledi. 150 yıldan fazla bir süredir kullanılan Thomsen’in üç çağ sistemi ve Lubbock’un detaylandırmaları, müze sergilerini, arkeolojik araştırmaları ve bilimsel yorumlamaları düzenlemek için fayda sağladı.
Bununla beraber, Taş Devri ismini arkeolojik bir zaman dilimine uygularken pek de örtük olmayan varsayım, o dönemde yaşayan insanların yalnızca taştan aletler ürettiği yönünde oluyor. Bu yaklaşım düşüncemizi gereksiz yere sınırlıyor. Peki bu eski dönem için daha iyi bir terim kullanılabilir mi? Mesela ‘İlk Araç Çağı’? Belki tuhaf olabilir ama kesinlikle doğru.
Bir hayvan, taş aletler üretmek için gereken bilişsel yetenek ve mekanik becerilere sahipse, bitki liflerinden, kürkten, deriden, kemik ve odun da dahil olmak üzere diğer birçok hammadde kullanarak ilkel aletler üretebilmek için gereken beceri ve yeteneklere sahip demektir. En önemli beceriler, yardım gerektiren bir görevi saptamak ve bu ihtiyacı giderecek bazı malzemelere şekil vermektir.
Maymunlar ve kargalar dahil olmak üzere birçok hayvan, taş ve kolay işlenebilen malzemelerden aletler yapar ve kullanır. İnsansı atalarımızın aynı şeyi yapmadığı fikriyse düşünülemez.
Thomsen’in üç çağ sistemindeki en eski dönemin taş araçlar üzerine odaklanması kimseyi şaşırtmamalı; zira tabiatta en uzun süre onlar korunur. Bizi şaşırtacak asıl şey, bu iyi korunmuş taş aletlere şekil veren insanların diğer malzemelerin faydalı özelliklerini görmezden geldiğine dair garip varsayım olmalı. Bu, akla yatkın bir yanılgı. Özellikle arkeoloji alanında bir şeyin kanıtının olmaması, var olmadığının kanıtı değildir!
YALNIZCA ERKEKLER Mİ TAŞ ALETLER KULLANDI?
Ardından ikinci bir klişe söz konusu: Neden pek çok insan yalnızca erkeklerin taş aletlerle çalıştığına inanıyor? Bunun nedeni, kısaca, Batı toplumundaki hâkim ve indirgemeci anlayış olan erkeklerin avcı, kadınların toplayıcı olduğu ve kadınların evde bulunması gerektiği fikridir. Son yıllara kadar arkeologların büyük çoğunluğunun erkek olduğu gerçeğini, ve bununla kadınların ve daha da ötesinde çocukların çalıştığı ve oyun oynadığı bir durumun akademik çevrelerde pek de dikkat çekmediği gerçeğini birleştirin. Kadınlar ve çocuklar, geçmişteki insan toplumlarının yeniden inşa süreçlerinde çoğunlukla görünmez hale getirilir.
Kadınların, yaklaşık 10 bin yıl önceye dayanan arkeolojik kayıtlarda görünen seramik ve sepet yapma işlerinde ön plana çıkarılması eğilimi mevcut. Peki neden kadınlar bu işlerde öne çıkarılırken taş aletler konusunda görmezden geliniyor? Bunun altında yatan neden, seramik ve sepet üretimindeki emek yoğun çalışmanın büyük oranda ve bilindik biçimde durağan olması ve dolayısıyla, kavramsal açıdan kadınları evi çekip çevirme işlerine uygun bulması.
Daha önce yazdığım toplumsal cinsiyet arkeolojisi konusundaki bir yazıda belirttiğim üzere, Arkeolog Margaret “Meg” Conkey bir konuşmamızda bana “Tarih öncesi çağlarda kadınların ve çocukların da var olduğunu biliyoruz,” demişti. Bu bir gerçeklik ve konuşmalarımda sık sık tekrarlıyorum; çünkü bu faydalı bir hatırlatma. Arkeologlar da dahil olmak üzere birçok insan, taş aletlerin kesinlikle erkeklerin alanı olduğunu düşünüyor.
Arkeolojinin Ortaya Çıkışı: Kadınlar ve Tarih Öncesi
Conkey ve arkeolog Joan Gero’nun yaklaşık otuz yıl önce editörlüğünü yaptıkları “Engendering Archaeology: Women and Prehistory” (Arkeolojinin Ortaya Çıkışı: Kadınlar ve Tarih Öncesi) adlı eserde ortaya koyduğu üzere, herkes taş aletler yapıyordu. İşin aslı, günümüzde de kadınlar ve çocuklar dünyanın her yerinde taş aletler üretip kullanıyorlar ve bunun son zamanlarda ortaya çıkan bir fenomen olduğuna inanmak için ortada bir sebep yok. Çoğu taş alete “kazıyıcı” denir; zira arkeologlar, kadınların bunları nesneleri kazıma amacıyla kullanıldığına inanıyor ve bu iş erkekler veya kadınlar tarafından ihtiyaç duyuldukça yapılmasına rağmen, temelde kadınların işi olarak görülebiliyor.
Modern dünya, “Taş Devri” diyerek geçmiş bir döneme atıfta bulunarak ve “avcı adam” klişesine meydan okumakta sürekli biçimde başarısızlığa uğrayarak, arkeolojiye ve topluma kötülük yapıyor. Dünyadaki birçok insan toplumu, ikili cinsiyet rolleri sergilemiyor: Kimi yerli Amerikan toplumlarında, aralarında zaman zaman geçirgen sınırlar olan beş farklı cinsiyetin varlığı kabul görüyor.
Evet, toplumsal cinsiyet sınırları doğrultusunda gelişen bir genel eğilim ve davranış kalıpları mevcuttur (muhtemelen geçmişte de vardı). Buna karşın, Batı toplumunun modern üyeleri gözlerini tamamen açıp baktıklarında bile, erkeklerin, –hasbelkader tanımlanmış olduklarından- kadınların ve çocukların işleri birlikte gerçekleştirdiğini ve hayatta kalmak için ne gerekiyorsa birlikte yaptıklarını kolayca ispatlayacağımızdan epey şüpheliyim.
Bu yüzden, bir dahaki sefere yeni bir keşiften haberdar olduğunuzda, belki de ortaya çıkan “en erken” taş alet hakkında kendi kendinize bir düşünürsünüz: Büyük olasılıkla en eski değildir. En azından bugüne dek keşfettiğimiz en eski korunmuş araçtır. Ve taş alet kullanan bir erkek insansıya ilişkin başka bir çizim gördüğünüzde, zihninizde görüntüye erkek yerine bir kadın yerleştirin ve bu görüntünün mantıksal etkilerini keşfedin. Bu tür bir yeniden tanımlamanın yokluğunda, insansı atalarımız gerçekte olduklarından çok daha az ilginç bir varlığa dönüşür.
Stephen E. Nash - Sapiens (Çeviri: Tarkan Tufan / gazeteduvar.com.tr)