Duayen caz sanatçısı Okay Temiz, atölyesinin müzeye çevrilmesi gerekitğine dikkat çekerek, Okay Temiz Müzesi'ninkocaman bir yer olması lazım. Yaşımız geldi 81'e. 82'ye basacağız. Bir an evvel ülkenin Okay Temiz'e sahip çıkıp bu kültür mirasını yaşatması lazım, dedi.
Annesinin desteğiyle Ankara Devlet Konservatuvarında vurmalı ve timpani eğitimi alarak adım attığı müzik hayatında 64. yılını tamamlayan caz sanatçısı Okay Temiz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan atölyesinin müze yapılmasını talep ettiğini ifade ederek, "Benim atölyem müze olsun. Çünkü yaptığım dünyanın aleti var. Kimsede yok. Bunları çaldığım festivaller var. Afişlerim var. Kocaman bir yer olması lazım. Okay Temiz Müzesi. Yaşımız geldi 81'e. 82'ye basacağız. Bir an evvel ülkenin Okay Temiz'e sahip çıkıp bu kültür mirasını yaşatması lazım." dedi.
Yaşamının 30 yılında İskandinav ülkelerinde adını dünyaya duyuran, İsveç Kültür Bakanlığı desteğiyle sayısız plak ve CD çıkaran, birbirinden değişik müzik aletleri üreten sanatçı, kariyerine ve hedeflerine ilişkin AA muhabirine değerlendirmede bulundu.
Sihirli piramit, bakır davullar ve çanlarla yaptığı müzikle dikkatleri çeken Temiz, dünya caz müzisyenleriyle çıkarttığı albümlerle uzun süre dünya müzik listelerinin ilk sıralarında yer aldı.
Okay Temiz, Bülent Ecevit'in desteğiyle 1998'de Türkiye'de kalarak Mehter Takımı'nın başına geçti ve kendi tanımıyla "savaş orkestrasını barış orkestrası" yaptı. "Devlet Sanatçısı" unvanına layık görülen sanatçı, çocuk ve yetişkin öğrencilerine verdiği eğitimlerin yanı sıra başta spastik çocuklar için gerçekleştirilen çalışmalar olmak üzere birçok sosyal sorumluluk projesine katıldı.
Galata'da kurduğu atölyesinde çalışmalarını sürdüren Temiz, "Okay Temiz Müzesi"ni açmak istediğini dile getirdi.
> "Anne karnında Musiki Muallim mezunu, ud çalan bir anne ile bizim pilot olarak bildiğimiz ama sizin tanımınızla "Tayyare mühendisi" bir babadan aldığınız genlerle dünyaya geldiniz. Bunun sizin için getirileri nelerdi?"
> "1930'larda subay ailelerinin içinde büyük bir dayanışma var. Bu ailelerin hanımları ve çocukları arasında gruplar kuruluyor. Eski fotoğraflar var, keman, çello, kanun çalan kadınların olduğu. Annem ud çalıyordu. Annemin böyle bir yetişme şekli var. Dolayısıyla bana hamileyken ve sonrasında bütün hayatı boyunca ud çalmaya devam etti. Cümbüş de çalardı. Çok seçiciydi. Her şeyi beğenmeyen bir yapısı vardı, benim gibi. Ondan gelen bir gen transformu var (haline geliş). Babadan da mekanik genler geçti. Büyük bir çiftliğimiz vardı Çatalca’da. Orada bin dönüm arazide traktörlerimiz vardı. Hep yağları sürerdim üzerime, usta gözükeyim diye. 8- 10 yaşlarındaydım. Okula öyle giderdim. Makineyi çocuk olarak daha çok sevdim. Müzik sonra geldi annemin tavsiyesiyle."
> Oriantal Wind grubunuzda annenizle de sahne aldınız, kaç yılıydı?
> Bravo, tam hatırlayamayacağım ama 1977-80 arasıydı. Ben 23 yıl Stackholm, 5 yıl da Finlandiya’da kaldım tabii..
> Nerelerde çaldınız annenizle birlikte?
> Biz hep çalıyorduk. Ben küçükken koltuğun kenarlarında ve ortaokulda hep ona eşlik ediyordum. İstanbul’da pek çalmadık ama İsveç’te çalmamız büyük ilgi gördü. Gazeteler yazdı ‘Annesiyle çalan sanatçı’ diye. Modern müzede, 3 milyon dolarlık resimlerin arasında çaldık. Salonda Dali’nin resimleri var. Böyle yerlerde konser verdik. Onun için çok önemlidir annemin oraya gelmesi. Tabii çok mesut oldu kadıncağız."
> Kronolojik olarak geldiğiniz nokta kaçınılmaz gibi. Önce müzisyen annenin ve pilot babanızın genleriyle doğuşunuz, Çatalca’da yaşıyor olmanız ve doğanın sesini teneffüs etmeniz ile Tophane’deki şimdi Tophane-i Amire Müzesi olan Tophane Sanat Enstitüsü’nde torna – tesviye okuyuşunuz size müziğin ve yaratımınız olan enstrümanlarınız sihirli piramit, bakır davullar, çanları da beraberinde getirmiş...
> Çok doğru, bravo. Doğadan beslenmek çok mühim. Bütün bu doğanın seslerini alet yaptım. Bütün Güney Amerika, Brezilya müziği doğanın seslerini kullanır. Kuş sesleri, kurbağa sesleri.. Afrika, Hindistan hep öyle. Biz hep teknoloji, modern dünya derken haberimiz yok. Ormana çıktığımızda duymuyoruz bu sesleri. Kabukların sallanışı, ağaçların, yaprakların çıkarttığı, rüzgarın verdiği değişik sesler, denizin dalgasının sesi. Ben denizin dalgasını, kuşları da, ormandaki bütün sesleri de kullandım. Su telefonu diye bir alet var, ben de yaptım aynısını. Deniz dalgası içinde fok ve balinanın çıkarttığı sesler. Birbirleriyle olan komünikasyonu, insan kulağı duymuyor. Aynı sesi çıkaran alet icat ettim. Böyle şeylerle uğraşmak başka özellik istiyor. Doğanın bana büyük katkısı oldu, çiftlikte büyüdüğüm için. Koyunlar, keçiler, kuzuların seslerini de kullandım. Kompleks olarak değil, oraya yakışıyorsa kullandım. Fish Market diye plağım var, mümkün olduğunca orada , Grenwave (Yeşil Dalga) diye albümüm var Yunus Emre’nin bir film müziğinde kullandığım sesler var. Zaman zaman kullanıyorum. İlle de kullanacağım diye bir şey yok ama yakışıyorsa kendim çalarak kullanıyorum."
> "Konservatuvar yıllarınızı anlatır mısınız?"
> "Konservatuvarda bir sene kaldım. Çok çalıştım ve bütün metotları bitirdim o sene. Ankara Devlet Konservatuvarı Okul Senfonisi'nde bile çaldım. Atatürk'ün kurduğu çok önemli bir yerdi Cebeci'de. Sonra zaten imtihanları veremedik. Aynı şey benim oğlumun başına geldi burada. 5 tane sesi soruyorlar, 10 saniye içinde söylemen lazım. Bunların lüzumu yok bir çocuğun müzisyen olması için. Üç tane sesi doğru dürüst bil ama 10 sesi duyarsan 'fazla duyan' çocuk oluyor. Onları duyuyor ama beste yapamıyor, orkestraya uyum sağlaması zor oluyor. Bunu Fazıl Say ve Burçin Büke ile de konuştuk. Onlar da 'Ağabey ne lüzum var.' dedi. Oğlum Ankara ve İstanbul'da konservatuvarı kazanamadı. 26 yaşına geliyor. Gitti Finlandiya'da 2 konservatuvarı kazandı ve bitirdi."
> "Oğlunuzla sahne de alıyorsunuz değil mi?"
> : "Evet şimdi Finlandiya'da. 26 Ağustos'ta Londra'da Caz Festivali’ne davet edildik Tom ile. Benim efsane grubum Oriental Wind grubum, İsveç'teydi. Burada da kurduk Türk müzisyenlerle. Jazz Cafe'de çalacağız. Bir sürü mail geliyor beni tanıyan İngiliz, Fransız, dünya gazetecileri ve kritik yapanlardan. Önemli bir gün olacak benim için. Londra'da çaldım, İngiltere'de turnelere katıldım aslında. Ama bu konser Oriental Wind efsane grup olduğu ve Zeybek'ten Sufi müziğine kadar Türk materyallerini işlediğimiz için önemli. Mesela neyi ilk defa dünyaya tanıtan maalesef ben oldum. Aka Gündüz ile yaptığımız "Zikir" plağı arşivlendi bütün dünyada. Örnek oldu. Sufi müziğini, yani dini müziği çalmaya korkutuyorlar. Para kaygısı var. Bundan para kazanır mıyım, diye müzik yapılıyor Türkiye'de. Müzisyenleri, yapımcıları en çok bağlayan, sanata yönelik olmayan en kötü şey bu. Oriental Wind içinde Sufi, rock, pop ve cazı barındırıyor içinde. Buradan giden çok iyi bir saksafoncumuz var, caz ekolünün en iyisi Çağdaş Oruç ile gidiyoruz."
> "1998 yılında Bülent Ecevit’in Türkiye'de kalmanız için istekte bulunması, Kültür Bakanlığı desteği, Mehter Korosu'nun başına geçme ve sonraki sürecinizle ilgili neler söyleyeceksiniz?"
> "Bülent bey sağ olsun, bizim özel bir sevgimiz vardı. Şair ve sanatseverdi. Bana çok ilgi duydu. Ben de ona çok saygı duydum. Bir kere de parti toplantısında çaldım. Bizi kimse tanımıyordu. 'Okay Temiz dünyaca ünlü sanatçı.' dedi. Alkışladılar. Ben 22 yıl içinde 4 kere taşındım Türkiye'ye ve gittim hep. Kültür Bakanlığı o zamanlarda hiçbir şey yapmadı. Ecevit sağ olsun, 'Ne yapayım Okay senin için?' dedi. Ben, 'Mehter var, pata küte, savaş orkestrası gibi aynı anda çalıyor. Başladıkları zaman Yallah diye başlıyorlar. Ben bunu değiştireceğim. Barış Orkestrası yapacağım.' dedim. Kağıtlarımı hazırlattı ve ben Devlet Sanatçısı olarak Mehter'e girdim, 5 yıl çalıştırdım. Çok güzel barış orkestrası oldu. Agresif marşların çoğunu çıkarttık ama Hücum Marşı'nı çıkaramadık. O lazım. Onu free caz gibi çaldık. Buraya Yunanistan'ın en iyi saksafoncusu Floros Floridis, dünyanın en iyi klarnetçilerinden Ivo Papazov, Rusların en iyi fagot sanatçısı Zuhrat, en iyi gitaristlerden Enver İsmailov, Senegalli Afrikalı davulcu Yamar Thiam, Finlandiyalı saksafoncu Sakari Kukko, İsveçli Avrupa'nın en iyi saksafoncularından Lennart Abberg geldi ve çok ilgi gördük."
> "Cemal Reşit Rey'deki Mehter konseri nasıldı?"
> "Mehter o zamanlar türbanlı kızların müziğiydi. Bir baktım türbanlı, Türkeşçi ve modern Okay Temiz cazını dinleyen modern genç kızlar var. Hepsini birleştirdim bu konserde. Belediye Başkanı iken Tayyip Bey geldi, 'Okay sen neler yapıyorsun?' dedi. Davul sololar, caz, şovlar, Mehter müziği ritmini bozmadan çaldık. Belli parçalar aynı kaldı. Tayyip beyin çok hoşuna gitti. Ertesi gün çağırdı belediyeye. Dostluğumuz o günlerden başlıyor, çok eski."
> "Siyasilerle böyle bir çalışma yapmayı düşünür müsünüz?"
> "Parlamentoda kavga edeceklerine davul çalsınlar. Kimisine asma davul, Anadolu çocuklarına davul verirsin. Ege tarafına darbukaları, öbür tarafa tamburları, değişik aletleri verirsin. Bir saat, rahatlar insanlar. Daha iyi arkadaş olurlar. Çalarken arkadaşlık çıkıyor, o kavga bitiyor. Meclisin bir odasında çalsınlar. Herkes değişik aletler alsın. Böyle bir şey olabilir."
> "Vurmalı çalgılar kondisyon ister düşüncesinden hareketle, siz 80 küsur yaşında olmanıza rağmen hala devam ediyorsunuz spora değil mi?"
> "Kafa da kondisyon istiyor. Bir şey yaratmak için beynin sağlam olması lazım. Beynin sağlam olması için de senin vücudunun sağlam olması lazım. Atatürk'ün 'Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.' sözü var. Doğru söylemiş Atamız. Davulcuya kondisyon lazım ama trompetçi ve saksafoncuya da, normal bir insana da lazım. İsveç ve Finlandiya'dan çok şey kazandım. Gıdaya dikkat ediyorum. Burada Galata Kitchen diye bir yer yanımızda. Orası ev yemekleri yapıyor, sebze yapıyor. Ona dikkat edeceksin tabii."
> "Sosyal medyada salondaki ağırlık çalışmalarınızın fotoğraflarınızı paylaşıyorsunuz. Her gün mü gidiyorsunuz?"
> Temiz: "Evet paylaşıyorum. Haftada 4-5 gün gidiyorum. Bazen gitmiyorum. Kızıyorum kendime. Lobutlarım var, omuzları, bilekleri açan. Küçük bir top aldım bütün damarları açıyor. Spora gitmediğim zaman onları çeviririm. Arabamda da var, onları çevirim. Tenis topum var, ucu lastikli, tek başınıza oynuyorsunuz. Gidiyor, vuruyorsunuz geliyor. Spor önemli."
> "Söylemek istediğiniz bir şey var mı son olarak?"
> "Bu atölyemiz eylülde açılıyor. Aralarında iş adamları ve farklı meslekten insanlar bize geliyor. Artık yeniler gelsin istiyoruz. Bunun reklamını vermek çok pahalı. Sizin gibi basındaki özel arkadaşlar gelip yardım ederlerse olur. Çünkü bu sağlıklı bir şey, faydası var ve paylaşırlarsa atölyeye biraz daha insan gelecek. 200 talebem vardı, hayret ediyorduk. 200 kişiyle açık havada çaldık. İnternette fotoğraflar var. 200 davulla çıktık. Her yerde göremezsin sen. Amerika'da, Avrupa'da göremezsin. Afrika'da var. Kültürel alanda bir tanıtıma ihtiyacımız var. Daha müzeyi göremiyoruz. Ama bir girişim olursa bu harika bir şey olur. Altı müze, üstü eğitim atölyesi. Bu çok güzel olacak."
Dilek Dallıağ - AA