Zincirli Höyük nerededir? Zincirli Höyük nedir?
Zincirli Höyük (Zenjirli, Senjirli);Gaziantep il merkezinin batısında, İslahiye ilçesinin 10 km. kuzeyindeki höyüktür. Amanos Dağları'ndan doğu-batı yönünde geçit veren Beyhan Geçidi'ndeki ovada, küçük bir bataklığın batı kenarındadır.
Antik adı Aramice'de Sam'al olup Geç Hitit Dönemi'nin en önde gelen metropollerinden biri ve bir kraliyet merkezi olarak bilinmektedir. Günümüzden 3 bin yıl önce 40 hektarlık bir alana yayılmış bir kentti. Zincirli Höyük kazılarında ele geçen Asur Kralı Esarhaddon'a ait bir kitabe (MÖ 670), kentin Sam'al olduğunu doğrulamaktadır.
Hitit İmparatorluğu'nun MÖ 1.200'lerden sonra çöküşü ardından Güneydoğu Anadolu – Kuzey Suriye genel yayılımında, tarihçilerin Geç Hitit Devletleri, Kuzey Suriye Krallıkları ya da Suriye – Hitit Devletleri olarak adlandırdıkları devletler kurulmuştu. Bu devletlerin başkentlerinde, kentin merkezini oluşturan yönetsel ve dinsel yapılar bir yükseltide kurulmuş, ayrıca tahkim edilmiş bir kale içinde yer alınmıştır. Kentler, çift sur ile çevrilidir. Zincirli kenti de bu başkentlere bir örnek oluşturmaktadır.
Gaziantep'in Islahiye ilçesindeki Zincirli Höyük'te yapılan arkeoloji kazılarının eş başkanları Doç. Dr. David Schloen ve Dr. Virginia R. Herrmann tarafından Aktuel Arkeoloji dergisi için 2018 yılında kaleme alınan metinde alanla ilgili şu bilgilere yer veriliyor:
ZİNCİRLİ HÖYÜK – SAM´AL KRALLIĞI
Zincirli Höyük yerleşimi, yaklaşık olarak MÖ 920-173 arasında modern İslahiye´nin etrafındaki vadiye hükmeden Demir Çağı krallığı Y´DY ya da Sam´al Krallığı´nın başkenti olan eski Sam´al şehridir. Yerleşmeden ilk olarak 19. yüzyılda yapılmaya başlanan araştırmalarda, pek çok heykel, hükümdarlık yazıtı, sur ve saraylar bulunmuştur. Zincirli´de şu anda Chicago ve Tübingen üniversiteleri tarafından yürütülen kazılarda Sam´al Krallığı´nın geçmişindeki eksik parçalar bulunmaya, ata kültleri ve şehir sakinlerinin yaşamları aydınlatılmaya devam ediliyor.
Yerleşme ve Kurulum
Zincirli, eski Sam’al şehrinin kalıntılarının bulunduğu 40 hektarlık höyüğün modern ismidir. Eski Sam’al sözcüğü Sami dillerinde “kuzey” anlamına gelir, ama Zincirli bölgesinin başka bir adı, Sami dillerinden gelmeyen Y’DY’dir (sesli harfler olmadan, sessiz harflerle yazılır). Zincirli, Nur Dağları’nın (eski Amanos Dağları) doğu eteklerinde yer alır. Bu dik, kuzey-güney doğrultulu dağ sırası Toros Dağları’ndan güneye doğru uzanır ve Akdeniz’de bir ova olan Kilikya’yı batıda Suriye topraklarından ve Fırat Nehri’nin üst tarafından ayırır. Amanos Dağları’ndan geçilebilmesi için kullanılması gereken iki büyük geçitten biri olan doğu tarafındaki Bahçe Geçidi (“Amanos Kapıları” olarak da bilinir), bu yerleşme sakinlerinin kontrolü altındaydı. Sam’al kralları bu sayede Mezopotamya ve Akdeniz arasında yapılan karavan ticaretinden kâr elde edebiliyorlardı. Zincirli sakinleri aynı zamanda Amanos Dağları’nın gür ormanlarla kaplı eteklerine de kolayca erişebiliyorlardı. Sam’al krallarının gelir kaynakları arasında çam ve sedir ağaçlarının keresteleri ve reçineleri vardı ve bunlar Assur efendilerinin sunduğu haraç listesinden hiç eksik olmazdı.
Elimizdeki botanik kanıtlara göre Zincirli´nin eski sakinlerinin, vadinin zengin alüvyonlu topraklarında buğday ve arpa gibi baklagillerin yanı sıra, üzüm, zeytin ve incir yetiştirdiklerini biliyoruz. Sam’al Krallığı’nda koyun, keçi, sığır ve domuz çobanlığı yapılıyordu ve yetiştirdikleri bitkilerle birlikte bunun tipik bir Akdeniz geçim ekonomisi olduğunu söyleyebiliriz. Nehir ve bataklıklardan balık ve su kuşlarına ve bunların yanında geyik, tavşan, yaban domuzu, aslan ve ayı gibi yabani hayvanlara da aşina olduklarını Zincirli´deki rölyeflerin üzerinde betimlenen av sahnelerinden anlayabiliyoruz.
Eski Kazılar
1888 ile 1902 yılları arasında liderliğini Felix von Luschan’ın yaptığı Alman arkeologlardan oluşan bir ekip, Zincirli’de beş sezon boyunca kazı yaptı ve ulaştıkları sonuçları beş büyük cilt hâlinde yayımladılar. Bu araştırma neticesinde Demir Çağı Sam’al’ın şehir duvarları ve kapıları hakkında bir fikir oluştu ve yerleşmenin ortasındaki 5 hektarlık yukarı höyükte birkaç saray ve başka büyük yapılar ortaya çıktı. Yukarı höyük, yaklaşık olarak MÖ 2500 ile 1500 arasında bölgeye gitmiş Tunç Çağı yerleşmelerinin kalıntılarından oluşuyor. Demir Çağı kralları bu eski höyüğün üzerine yaklaşık olarak MÖ 900’de bir kraliyet sarayı inşa ettirdiler ve höyüğün boyu, etrafını çevreleyen ovadan 15 metre daha yüksek bir hâle geldi. Tarihini tam olarak bilmesek de büyük kentte koruma amacıyla kraliyet sarayından 360 metre uzaklıktaki tarlaların etrafına dairesel bir duvar çektiler ve kentin etrafını çevirmiş oldular.
Alman kazı ekibi düzinelerce yontulmuş taş parçası buldu. Şu anda İstanbul ve Berlin’de sergilenen bu parçalar içinde önemli binaların girişlerini koruyan aslan ve sfenks heykelleri, ana kapılar ve sarayın cephesinde bulunan süslü sütun kaideleri ve rölyef-işlenmiş bazalt ortostatlar (yere dik açıy-la duran levhalar) da var. Taşa işlenmiş bir şekilde Fenikece, yerel Sam’al dili, Aramice ve Akadca dillerinde birkaç adet kraliyet yazıtı bulunmuştur.
Güncel Kazılar
2006 yılında Chicago Üniversitesinin Doğu Bilimleri Enstitüsü, Neubauer Family Foundation’ın desteğiyle Zincirli’de modern araştırma metotları ve sorularıyla yeni ve büyük ölçekli kazılara başladı. Bu kazıya 2014’de Tübingen Üniversitesi (Almanya) de katıldı. Yeni kazı ekibi 2006 ile 2015 arasındaki sekiz kazı sezonu içinde dokuz farklı kazı alanında 5.500 metrekarelik bir alanı açtı.
Chicago-Tübingen kazı ekibi, Demir Çağının büyük ve dairesel aşağı kentini inceledi. Eski Alman kazı ekibinin bulduğu surlar dışında bu bölgeye dokunulmamıştı. Elde edilecek bilgilerle Akdeniz ve Yakın Doğu tarihini şekillendiren bu dönemdeki şehir yaşamı ve sosyo-ekonomik organizasyonu konusunda çok daha iyi bir fikir sahibi olabilir, şehrin hükümdarlarının anıtsal saraylar ve surları dışında farklı bir perspektif elde edebilirdik. Bu hedefe şöyle yaklaşmayı uygun gördük: 1) Aşağı kentin modern bina ve ağaçlarla kaplı olmayan tüm noktalarında jeomanyetik bir araştırma yürütmek (bölgenin yaklaşık üçte ikisinde) ve 2) Aşağı kentin dört farklı bölümünde büyük-çaplı kazılar gerçekleştirmek. Bu jeomanyetik harita, kazılarda bize rehberlik etmesinin ötesinde şehir planlaması ve bölge organizasyonu konusunda pek çok kanıt elde etmemizi sağlayabilir. Aşağı kentin farklı bölgelerindeki yerel, resmi, “endüstriyel” ve kült mimarinin çömlekçilik, eser, hayvan kemikleri ve botanik kalıntıların bağlamsal motiflerine özen gösterilerek kazılması ve açığa çıkarılması, Demir Çağında şehir yaşamının sosyal ve pratik farklılık-larını gözler önüne serebilir. Sam’al Krallığı, politik bağımlılıktan Yeni-Assur İmparatorluğu’nun eyalet başkenti konumuna geldiğinden dolayı, özellikle şehir yaşamındaki değişimler konusu üzerine yoğunlaşmak gerekiyordu.
Başka bir amaç ise Demir Çağı şehrinin altında gömülü olan Erken Tunç Çağı (yaklaşık olarak MÖ 2500-2000) ve Orta Tunç Çağı (yaklaşık olarak MÖ 2000-1500) yerleşmeleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olmaktı. 2015’te yukarı höyükte yanmış bir Orta Tunç Çağı binasına ulaşıldı ve bir tane de yok olmuş Erken Tunç Çağı aşağı kenti bulundu. Gelecek kazı sezonlarında bu bölgedeki şehir organizasyonu, çevre ve kültürel bağları Tunç ve Demir Çağları ile karşılaştırabilmek amacıyla kazı alanı genişletilecek.
Yerleşme Tarihi ve Arkeolojik Kalıntılar
Zincirli’ye ilk yerleşim Erken Tunç Çağında, yaklaşık MÖ 2500 ile 2300 yılları arasında Suriye’ye hükmetmiş olan Ebla Krallığı Döneminde gerçekleşti. Yerleşmede Orta Tunç Çağında da (yaklaşık olarak MÖ 2000-1600) yaşayanlar vardı. Kültepe-Kaniş’te bulunan binlerce kil tabletin belgelediği üzere bu dönemde Assur ile İç Anadolu arasında uzun-mesafeli ticaret yapılıyordu. Geç Tunç Çağı (yaklaşık olarak MÖ 1600-1200) ya da Erken Demir Çağı (MÖ 1200-900) sırasında bu bölgede insanların yaşadığına dair bir kanıt olmadığı için yerleşmenin Mitanni ve Hitit İmparatorluğu Döneminde ve Yeni-Hitit Döneminin büyük bir bölümünde terk edildiği sonucuna varıyoruz. Ama MÖ yaklaşık 900 yılında terk edilmiş Tunç Çağı höyüğü, Sam’al’a yaklaşık olarak MÖ 713 yılından itibaren hükmeden Demir Çağ hanedanlığının kurucusu Gabbār tarafından yeniden kurulmuştur. Ya kendisi ya da kendi soyundan gelen biri daha sonra 5 hektarlık kraliyet sarayını surlarla çevirmiş ve aşağı kentin etrafını çevirerek yerleşmeyi 40 hektardan oluşan bir alan haline getirmiştir.
Surlar ve Dekorasyonları
En dış duvarın 3 metre genişliği ve yüksekliği, taş zemini ve üzerinde en az on metreye kadar uzadığı düşünülen (ama sonra aşınmış olan) kerpiçten bir bölümü vardı. Bu duvar yerleşmenin etrafında tam bir daire çiziyor, üzerinde 100 adet dikdörtgen şeklinde kule yer alıyordu. İç kısımda ise yine 100 adet kulesi olan eş-merkezli başka bir duvar vardı. Bu, eşsiz bir çift-duvarlı güvenlik sistemiydi –dış duvar aşılsa bile saldırganlar duvarlar arasındaki boşluğa düşmekten kaçınamazlardı ve iç duvarda onları bekleyen şehir sakinleri bu saldırganları kolaylıkla öl- dürebilirlerdi. Chicago ekibi şehrin Kuzeydoğu Kapısı’ndaki dış sur sistemini 2007 ve 2009 yılları arasında yeniden kazdı ve şehrin dış duvarının 45 metresini, Kuzeydoğu Kapısı’nın kule temellerinin 250 metre karesini, iç odaları ve eş merkezli iç ve dış duvarların arasındaki koridoru gören saltaşından yapılan girişi ortaya çıkardı.
Çok daha büyük olan Güney Kapısı (yaklaşık 1800 metrekare) kerpiç duvarların (ortostat) dibine yerleştirilmiş büyük, taş bloklarla dekore edilmişti ve bu taş blokların üzerinde akıllara Hititlerin erken kapı dekorasyon uygulamalarını getiren bir dizi insan, hayvan ve doğaüstü varlıkların kabartması bulunuyordu. Bunlar doğaüstü korumayı, insan ve hayvanların evcilleştirilmesi ve yeni bir şehrin kuruluşuna uygun olacak şekilde hanedanın istikrarını sembolize ediyordu ve Zincirli’de bulunan en eski sanatsal üslup kullanılarak yapılmışlardı. 2008’de şehrin kapısının 60 metre kadar güneyinde bulunan başka bir kabartmalı ortostat üzerinde belinde kılıç, elinde bir asa ve buğday başağı olan bir hükümdar figürü ve “hayat-ağacı” kabartması var. Tarz farklılığından dolayı bunların kapıdaki ortostatlardan daha sonraki bir tarihte yapılmış olduğu düşünülmüştür.
Ortada bulunan eski Tunç Çağı höyüğü tek bir kapısı ve yarım daire şeklindeki kuleler ile surları olan bir kale hâline getirilmiştir. Bu sur sisteminin yeni detayları, Chicago ekibinin höyüğün güney ucunda yaptıkları bir çalışmayla ortaya çıkmıştır. Erozyondan korunması amacıyla oluşturulmuş eğimli yüzeydeki topraktan sipere taşlardan oluşan bir katman (bir “şev”) eklenmiş. Tepesine, birbirini çapraz kesen tahta kirişlerle (bugün buna dair tek kanıt taşın içindeki linear boşluklar) güçlendirilmiş taştan bir zemine sahip 3 metre genişliğinde kerpiçten bir duvar inşa edilmiştir.
Kale kapısı ise Güney Kapısı’ndan bile daha özenli dekore edilmişti. Benzer tarzda kabartmaları olan kırk ortostatı vardı. Kapının iki kanadının yan taraflarında aslanlar ve boğalar duruyor, koruma sağlıyorlardı. Kapının doğu tarafında müzisyenlerin eşlik ettiği bir tanrılar geçidi, batı tarafında ise avlanma, hükümdarlar, savaş ve kraliyet ata kültü gibi dünyevi sahneler vardı.
İç kapının önündeki olduça büyük bir çukurun içinde de taş kapı muhafızları bulunmuştur. Kapı kullanılmamaya başlandığında törensel bir şekilde gömülmüşlerdi. Bu taştan, beş devasa aslanın gövdeleri kabartma şeklinde yapılmıştır ve başları sonradan eklenmiştir. Bunlar Zincirli’nin 23 kilometre güneyindeki devasa taş ocağından gelmiş olabilir. Chicago ekibinin 2007’de bulduğu bitmemiş ya da şematik aslan başı, bu taş ocağında bulunmuş aslanlarla özdeştir.
Sam’al’da Aramiler ve Luviler
MÖ 900’lü yıllarda kurulan Sam’al İmparatorluğu, pek çok araştırmacı tarafından Aramilerin Fırat Nehri’nden güneydoğuya göç etmesinin bir sonucu olarak görülür. Muhtelif Yeni-Assur ve Kuzeybatı Sami yazıtlarında Aramice konuşan “savaş beylerinin”, bölgeye onlardan önce hükmetmiş Anadolu doğumlu, Luvice konuşan Yeni- Hitit hükümdarlarına üstün gelerek bu dönemde Suriye’nin farklı kısımlarında krallıklar kurmayı başardıklarından bahsedilir. Luvi hükümdarları, MÖ 14. yüzyılın sonlarına doğru Toros Dağları’nın güneyindeki bölgeyi işgal eden Hitit İmparatorluğu’ndan güç miras almışlardır. Hitit kraliyet ağzına çok benzeyen bir Hint-Avrupa dili olan Luvicenin kendine has bir hiyeroglif yazısı vardı ve Anadolu’nun güneydoğusu ve Suriye’nin kuzeyinde bu dilde yazılmış pek çok Demir Çağı yazıtı bulunmuştur.
Sam’al/Y’DY’nin MÖ 900’lü yıllarda, Gabbār ile başlayan yeni hükümdarları, sonraki dönem Sam’al kraliyet yazıtlarında ortaya çıktığı üzere bir Kuzeybatı Sami dili konuşuyorlardı. Yine de, yazıtlarında Luvice kullanmasalar da bu hanedanın bazı krallarının Luvi isimleri vardı (örneğin Kulamuwa ve Panamuwa I ve II). Bu, Luvice konuşan eski elit ile yeni gelen ve Sami dili konuşan hanedan üyeleri arasında bir evlilik olmuş olabileceğini gösterir. Demir Çağı Kuzey Suriye’sinde Sam’al kralları dahil Sami dili konuşan tüm hükümdarlar mimari ve ikonografide Yeni-Hitit tarzını benimsemiştir. Bu, o kültürel geleneğin prestijin devam ettirdiğini gösterir. Sam’al’ın Sami krallarının, şehirlerinin kapılarında görülebilecek olan yontulmuş ortostat rölyeflerinin de gösterdiği üzere Luvi egemenliğindeki Karkamış’a çok benzer bir şekilde Yeni Hitit ikonografi ve dekorasyon tarzlarını benimsediklerinin altını çizmek gerekir. Chicago-Tübingen ekibi anıtsal olmayan birkaç adet Luvi hiyeroglif yazısı bulmuştur. Bir mühür, önemli bir belge ve bir fildişi kalıntısında rastlandığından dolayı Sam’al’ın bazı sakinlerinin bu dili hâlen konuşuyor olduğunu anlayabiliriz. Karasu Vadisi böylece Anadolu ve Suriye nüfuslarının birlikte yaşamasına ve kültürel adaptasyon sürecine tanıklık etmiştir.
Hilani Sarayları
Klasik bir Yeni-Hitit saray formu olan ve bu formun Assur saraylarındaki taklitlerini anlatan Assur metinlerinde bīt-hilāni olarak geçen hilani ilk olarak Zincirli’de bulunmuştur. Tell Ta’yinat, Karkamış, Tell Halaf ve başka yerleşmelerde de örnekleri bulunsa da Zincirli bu formdaki en fazla örneğe sahiptir; Alman ekip tarafından kalede kazılmış yerlerden farklı dönemlerden kalma altı hilani sarayı çıkarılmıştır. Bu sarayların anıtsal bir çehreleri vardı, bazen merdivenle çıkılıyordu ve devasa, dekore edilmiş taştan temeller üzerinde duran ahşap sütunların desteklediği bir verandası vardı. Geniş giriş odasından sonra sarayın ana kabul odası ve taht odası vardı ve bu odalardan da arkadaki birkaç küçük odaya açılan kapılar ve üst kata çıkan bir merdiven vardı.
Kaledeki en eski saray olan Hilani I höyüğün en yüksek kısmında ve devasa taş temeli dışında iyi korunmuş bir hâlde değil. Kuzeybatı yönüne doğru büyük bir bahçeye bakan, yan yana bulunan iki adet hilani sarayı var (J ve K Yapıları). J Yapısı’nın girişinde üzerinde yapıyı inşa eden kral Kulamuwa’nın bir resmi, bir de yazıtının yer aldığı bir ortostat var (yaklaşık olarak MÖ 830). Bu parçanın üzerinde Kulamuwa Assurlu bir kral tarzında giyinmiş ve batıda, Kilikya’daki saldırgan komşuları Danunalılara karşı Assurlu kralı nasıl “kiraladığını” ve böylece Y’DY’ye refah getirip krallığındaki düşman grupları barıştırdığından bahsediyor. Kulamuwa’nın böbürlenmesi küçük Y’DY ile bu dönemde haşmetli olan Assur arasındaki ilişkiyi yanlış yansıtıyor olabilir, zira babası Hayya MÖ 858’de Assur kralı Shalmaneser’e karşı kanlı bir savaş kaybedip Assur’a sadakat yemini ediyor, senelik haraç olarak gümüş, sedir ağacı kerestesi ve reçine ödemeyi ve Shalmaneser’e büyük bir çeyizle birlikte kızını vermeyi kabul ediyor.
Bulunan yapıların hiçbiri MÖ sekizinci yüzyılın başına ait değil, ama elinde kral Birinci Panamuwa’nın (yaklaşık olarak MÖ 750) Sam’al dilinde yazılmış anma yazıtını tutan Fırtına Tanrısı Hadad’ın büyük heykeli bu dönemde Gercin yerleşmesinin yakınlarındaki dağ eteğine dikiliyor. Yazıt, kraliyet ailesi içinde şiddete başvurulmaması yönünde bir uyarı taşısa da onun dönemini iç çekişmelerle dolu bir dönem takip ediyor; yeni kral Bar-Sur ve diğer pek çok kişi ölüyor ve oğlu İkinci Panamuwa sürgüne gönderiliyor. Sürgün edilen prens Assur kralı Üçüncü Tiglath-Pileser’in yardımını istiyor ve kral prensin bu isteğini yaklaşık MÖ 743-740 arasında yerine getiriyor. İkinci Panamuwa bunun üzerine Tiglath-Pileser’in sağ kolu oluyor, ona askeri seferlerinde sadık bir şekilde eşlik ediyor, senelik haraç ödüyor ve sadık olmayan komşulardan alınan topraklardan bazı parçalar ona veriliyor.
İkinci Panamuwa’nın oğlu Barrakib’in Sam’al tahtına çıkmasını Üçüncü Tiglath-Pileser onaylıyor. Sahip olduğu yazıtlardan bilinen birkaç tanesinde Tiglath-Pileser’e ne kadar sadık olduğu, “Assur kralı olan efendimin önderliğinden” ayrılmadığı yazıyor. Bu sadakat görünüşe göre Barrakib ve babasının da işine yarıyor, zira Sam’al da çok büyük yeni inşaat projelerine girişiyorlar. Bunların içinde nedimlerin geçit töreninin tasvir edildiği ortostatlar ve iki adet çifte-sfenks sütun kaidesi ile süslü Hilani III ve tahtında oturan kral Barrakib’in önünde duran katibini gösteren küçük Hilani IV de var. Üzerinde Barrakib’in ismi yazan fil dişi yontmaları, mücevherler ve gümüş külçeler bu dönemin zenginliğini gösteriyor.
Aradan yirmi sene bile geçmeden, en geç MÖ 713 senesinde Sam’al’a Assur tarafından el konuluyor. Sam’al krallığı bir Assur eyaleti haline getiriliyor ve başına Assurlu bir vali atanıyor. Eski kraliyet hanedanı dağıtılıyor, ama bu durumun hangişartlarda gerçekleştiğine dair hiçbir bilgimiz yok. Eski kraliyet sarayları yaklaşık olarak MÖ 670’de, anladığımız kadarıyla bir anti-Assur isyanına misilleme yapma amacıyla çıkartılan bir yangında yok oluyorlar. Yerlerine iki adet saray yapılıyor; Assur/Yeni Hitit tarzlarının karışımı olan Saray G ve büyük Hilani II. Assur kralı Esarhaddon ve iki oğlunun işli olduğu devasa stelin üzerinde Assur çiviyazısıyla kralın MÖ 671’de çıktığı Mısır seferi anlatılıyor ve Sam’al’ın Assur’a tekrar sadık olduğunu göstermek için eski kale kapısının önüne dikiliyor. Yeni kazılarda aynı zamanda güney kalesinde Assur Eyalet Dönemine ait küçük bir tapınak bulunuyor. İçinde de koç başları ve kuyrukları ile süslenmiş küçük, taştan bir sunu masası bulunmuştur.
Şehir MÖ 7. yüzyılın sonlarına doğru, yani MÖ 612-605’de Assur imparatorluğu Babilliler ve Medler tarafından yıkıldığı zaman terk ediliyor. Chicago ekibi kalenin güney kısmında, müteakip Pers-Hellenistik Dönemine ait (MÖ 4.–1. yüz- yıllar) büyük bir yönetim binası ve yeni bir sur ortaya çıkardı. Bu kale büyük ihtimalle Akamenid Pers İmparatorluğu’nun emriyle yakınlarda bulunan Amanus Dağı geçidi kontrol edilebilsin diye yaptırılmıştı. Üçüncü Darius’un ordusu MÖ 333’de bu geçidi kullanarak Akdeniz kıyısına geçmiş, meşhur İssus Savaşı’nda Büyük İskender’in ordusuna arkadan saldırmıştı. Günümüz İslahiye yerleşmesinde Nikopolis isminde yeni bir Yunan şehri kurulmuş ve Zincirli/Sam’al kısa bir zaman sonra tekrar terk edilmişti. MS 19. yüzyılda yerleşmeye günümüzdeki köy kurulana kadar enkazı olduğu gibi kalmıştı.
Aşağı Kent ve Katumuwa Steli
Yukarıda da bahsedildiği gibi aşağı kentin incelenmesi Chicago-Tübingen ekibi için çok önemliydi. Manyetometri yüzey araştırması sonucu MÖ sekizinci ve yedinci yüzyıllarda aşağı kentin binalarla dolup taştığı ortaya çıktı –güneydoğuda görünürde boş bir alanda olan eski binalar maalesef tarım aktivitesinden dolayı tamamıyla ortadan kaldırılmıştır. Büyük yolların hepsi, kararmaya yüz tutmuş binaların aralarında açık renkli birer şerit olarak hâlâ görünüyorlar. Kapılardan kaleye doğru düz yollar uzanıyor ve iki adet eş-merkezli ve dairesel yol dış duvarların kavisini takip ederek şehrin tüm kısımlarına kolayca ulaşılabilmesini sağlıyor.
Manyetometri yüzey araştırması şehir duvarlarının dışında iki adet Demir Çağı evi daha buldu. Kuzeydoğu Kapısının dışındaki büyük, dikdörtgen şeklindeki yapı kısmen kazılarak çıkarıldı.
Bu yapı muhtemelen bir ticaret merkezi, ya da karavanlar için gümrük olarak kullanılıyordu. Güney Kapısı’nın dışında, 2008’de bulunan ortostatın yakınlarında yapılan kazının sonucunda figürler ve kült masası parçaları çıkarıldı.
Aşağı kentin kuzeydoğusunda manyetometri haritası birkaç adet büyük, elit yapının kümelenmiş olduğunu gösteriyor.
Odaları merkezi bahçelerin etrafında yer alıyor ve bu imparatorluğun eyalet merkezlerinde ve Assur başkentlerinde yer alan saray ve seçkin kesimin evlerinin tipik bir örneği. Alan 5 ve 6’da bu bahçeli binaların iki tanesinin kalıntıları bulundu. Bu elit evlerin etrafında çok daha küçük evlerden oluşma kompleksler vardı. Bu komplekslerden bir tanesinin büyük bir bölümü Alan 5’te gün yüzüne çıkarıldı Kilden ekmek fırınları, ocaklar, öğütme taşları, taştan ağırşaklar ve demir aletler günlük evişlerinin bir işareti ve hayvan kemikleri ve çömlekler sayesinde Sam’al sakinlerinin beslenme alışkanlıkları ve agropastoral ekonomileri hakkında bilgi sahibi oluyoruz.
Bu kompleksin kuzeydoğu binasında bir metre uzunluğunda, üzerinde Sam’al alfabesi kullanılmış 13 satırlık bir yazıt ve bir ziyafet masasında oturan bir adam rölyefi var. Elindeki süslü bir kaseyi (içinde büyük ihtimalle şarap var) ağzına kaldırmış ve diğer elinde bir çam (?) kozalağı var. Önündeki masanın üzerinde küçük bir kutu, tabakta bir ördek ve ağzına kadar yassı ekmekle dolu bir kase var. Başının üzerinde de (şimdi büyük ölçüde yok olmuş olsa da) kanatlı bir güneş-kursu asılı.
Yazıttan bu stelin İkinci Panamuwa’nın gönderdiği bir yetkili olan Katumuwa adındaki bir adamın anıtı olduğu anlaşılıyor. Birkaç tanrıya hayvan adağında bulunulan büyük bir tahta çıkma ziyafetini anlatıyor ve o yerde Katumuwa’nın ruhu için senelik olarak yapılması gereken sunumların nasıl olması gerektiğini belirtiyor.
Bu stel pek çok açıdan tipik bir Demir Çağı Yeni-Hitit ve Arami ölüm anıtı, ama çok büyük bir öneme sahip çünkü bilimsel bir kazıda orijinal bağlamında kazıp çıkarılan tek stel bu. Bu bölgede hiçbir insan kalıntısı bulunmadığından dolayı Katumuwa’nın ruhunun soyundan gelenlerin sunduğu yiyecek ve içecekleri kabul edebilsin diye stelin içinde, yani bedeninden ayrı (yakılmış ola- bilir?) bir yerde olabileceği düşünülüyor. Bu stelin içinde bulunduğu bina, onun ölü kültüne adanmış, yani özel bir amaca sahip bir yapı olabilir. Batısındaki daha da küçük olan binanın içinde sıra dışı taş döşemleri, yapının küçük bir mahalle tapınağı olduğu düşüncesini akla getiriyor. Katumuwa’nın yapının ilahi sakinine daha yakın olmak için ölü kültü olarak burayı seçmiş olması muhtemel. Katumuwa kral olmamasına karşın ölü kültü, kraliyet anma yazıtlarından öğrendiğimiz kadarıyla Sam’al krallarının ölü kültleriyle pek çok benzerliğe sahip; örneğin tanrıların yoldaşı olan ölülere sunumlarda bulunulması. Kralı Panamuwa gibi Luvice bir ismi olan ama yazıtını Sami Sam’al dilinde yazan Katumuwa’nın tanrıları asıl olarak Luvi tanrılarıdır (özellikle de Karkamışlı Kuba-ba). Dolayısıyla kraliyet ailesinin Sami panteonundan hayli farklıdır. Bu, etnik kimliğin kimi suretlerinin geleneklerin birbirine karışmasının bir kural olduğu çok kültürlü bir krallıkta bile muhafaza edildiğini bize gösteren bir örnek.
Sonuç olarak Chicago ve Tübingen üniversiteleri önümüzdeki yıllarda Türkiye, Avrupa ve Kuzey Amerika’dan gelecek arkeolog ve öğrencilerden oluşan uluslararası bir takımla birlikte Zincirli’deki kazılarına devam etmeyi planlıyorlar.